“Sence Mustafa iyi midir?” dedi Perihan hanım Dilay’ın yanından eve döndüklerinde oğlu Okyanus’a.
“Hayatta mıdır diye mi soruyorsun?”
“Evet”
“Öyle olmasa hastanede olmazdı herhalde değil mi?”
Durdu Perihan hanım, “Evet elbette” dedi bunu nasıl düşünemediğine şaşırarak, “Peki iyi midir?”
“Komadan çıkmamış olabilir ya da o tarz bir durumdadır herhalde”
“Neden öyle düşündün?”
“Dilay’ı duydun! Bunca şeyden sonra kendine gelse sence onun nerede olduğunu bilmek istemez mi? Annesine de işin doğrusunu anlatır ve bir şekilde zavallı sokağa attıkları kızı ararlardı herhalde!”
“Zavallı çocuk, umarım bir gün iyileşir.”
“Çok yoruldun sen de! Haydi dinlenelim, yarın Dilay’ı oradan çıkartacağız. Ben de sabahtan Mustafa hakkında bilgi edinmeye çalışayım!”
Anne oğul akıllarında Dilay’ın anlattıkları dolaşıp dururken uyudular. Dilay’a o gece de hafif bir sakinleştirici verdikleri için o da bebekler gibi uyumuştu. Hayatına ve anılarına geri döndüğü için mutluydu. Artık okuluna devam edebilir, tahsilini tamamlayabilirdi. Eğer hafızası da geri gelmese onu okutmak için onca çaba sarf eden, babası ve öğretmenlerinin emekleri de boşa gitmiş olacaktı. Bir yıl okuldan uzak kalmış olmak onu çok zorlayacaktı muhtemelen ama bunca şeyi atlattıktan sonra onu da atlatabileceğine inanıyordu. Tek dileği Mustafa’nın da iyi olmasıydı artık. Perihan hanımın sandığı gibi ona karşı farkında olmadığı duyguları yoktu. Onunla gerçekten kader ortaklığı yapmış çok iyi iki dost olmuşlardı. Şimdi düşününce zavallı annesinin ona olan öfkesini anlıyordu. Oğlu komaya girmişti, birden bire bir torunu olduğunu öğrenmişti. Üstelik zaten istemediği bir gelin adayından. Hemen akabinde de çocuğun oğlundan olmadığı bilgisini edinince bir an önce başına tüm bu belayı açtığını sanan Dilay’ı kovalamış, belanın asıl sahibi Serpil’i dost sanmıştı. Serpil zaten başından beri Dilay’ı, Mustafa’yı elinden alan kız olarak görüyor ve ondan intikam almak istiyordu. Mustafa’nın ondan bir çocuğu olduğunu söylemek bile onları ayıramamıştı. Daha doğrusu Serpil böyle olduğunu sanıyordu. Nasıl bir aşkları varsa birinin başkasından çocuk yapması aralarında hiç sorun olmadığı gibi bir de Dilay gönüllü olarak o çocuğa bakmaya başlamıştı. Serpil ve Nurten hanımın öfkeleri birleşip, kendini savunamayacak şekilde anılarını kaybetmiş olan Dilay’ı üzerine çöreklenince, o da duyduklarına inanmış ve aylarca kendini suçlamıştı. En çok da Selim için. Yine düşündükçe gözleri doluyor ve çok üzülüyordu. Küçücük bir çocuğun hayattan kayıp gitmesinden acı ne olabilirdi. Üstelik Perihan hanımın dediği gibi ona yüreklerini açmışlar ve bağlanmışlardı. Öleceğini bilseler bile hep yaşayacağını ummuşlardı. Doktorlar Selim’in ölümünün kazayla bir ilgisi olmadığını defalarca söylemişlerdi. Çocuk zaten evden çıkmadan kötülemişti, kaza yapmadan da hastaneye ulaşmış olsalar muhtemelen yine ölecekti.
Ertesi sabah Perihan hanım ve Okyanus hastaneye geldiklerinde Dilay bütün bunları düşünüyordu. Perihan hanım ve Okyanus olmasa kim bilir şimdi ne halde olacak, belki hafızası bile yerine gelmeyecekti.
“Size hayatımı borçluyum!” dedi daha onlar içeri girer girmez.
“Biz de sana annemin hayatını borçluyuz!” dedi Okyanus hemen, “Ayrıca seni çıkarmaya geldik, dün akşam doktorun u gün çıkabileceğini söyledi!”
“Sahi mi? Artık iyiyim doğru! Ah inanamıyorum, her şeyi hatırlayarak çıkacağım bu defa hastaneden!”
“Okyanus bizi eve bırakacak, bu gün de evde dinlenmenin uygun olacağını düşündük. Artık bana bakıcılık yapmak istemezsin herhalde” diyerek hüzünlü bir şekilde güldü Perihan hanım. Okyanus ile de konuşmuşlardı. Dilay artık her şeyi hatırlıyordu. Mustafa’nın evinde bir odası vardı ve okuluna devam edecekti. Nurten hanıma gerçekleri anlattıktan sonra odasına dönebilecekti muhtemelen ve eğitimini tamamlayıp, hayatını nasıl planladıysa öyle yaşayacaktı. Perihan hanım onu çok sevip alıştığı için ondan ayrılmak istemiyordu. Bakıcı olarak değil ama evde bir can, iyi bir ev arkadaşı olarak onu çok özleyecekti. Okyanus annesinin üzüldüğünü bildiği ve şimdi daha hastaneden çıkmadan Dilay’ı da üzmek istemediği için konu değişsin istedi.
“Mustafa yaşıyor ama henüz bilinci açılmamış!” dedi pat diye.
Dilay tam Perihan hanımın söylediklerini düşünürken Okyanus’un söylediklerini duyunca ona döndü şaşkınlıkla.
“Öğrendin mi?” dedi heyecanla.
“Evet sabah araştırdım ama birlikte gideceğimizi düşünerek gitmedik elbette!”
“Bu gün değil ama!” dedi Perihan hanım hemen bir anne edasıyla “Dilay dinlenecek benimle!”
“Evet, elbette!” dedi Okyanus, “Ben gidip çıkış işlemlerini yapayım. Siz de toparlanın”
Annesinin Nurten hanımla konuşulup gerçekler açığa çıkmadığı sürece Dilay’ın onunla kalmaya devam edeceğini düşündüğünü biliyordu Okyanus. Eninde sonunda Perihan hanımın bu düşünceye alışması gerekiyordu. Aslında Okyanus’ta alışmıştı Dilay’a, hem annesinin onunla güvende ve konforlu bir yaşamı olmasına, hem de annesine her gittiğinde onun da orada olmasına alışmıştı. Dilay kendi hayatına dönünce aynı konforu ve güveni sağlayan birini bulmaları zor olacaktı. Çıkış işlemlerini hallettikten sonra odaya dönüp Dilay ve annesini aldı, onları eve bıraktı.
“Benim işe dönmem gerek hanımlar ama akşama geleceğim. Bir şey lazım olursa beni arayın!” diyerek onları baş başa bıraktı.
Artık hayatına ve anılarına sahip bir Dilay’la akşama kadar sohbet etti Perihan hanım. Babası ile anılarını çocukluğunu dinledi ondan. Bir kaç gün daha da olsa birlikte kalacaklarına seviniyordu. Akşam Okyanus geldiğinde birlikte yemeğe çıktılar. Perihan hanım Dilay’ı hastaneden gelir gelmez iş yapmasını istemedi evde. Zaten artık bakıcı değildi o ama yine de Dilay yapmak istemişti.
“Bizimle bağını koparmazsın herhalde!” dedi Perihan hanım sonunda dayanamayıp.
“Hayır elbette, siz benim ailem gibisiniz. Benim için yaptıklarınızdan sonra sizden nasıl vazgeçerim!”
“Mustafa’nın evinde mi kalacaksın peki?”
“Şey ben bilmiyorum. Yani Mustafa bu durumdayken!”
“Evet değil mi bir de o durum var zavallı çocuk! İstersen benimle yaşamaya devam edebilirsin, senden kira da almam. Çok da hoşuma gider!”
Perihan hanım bunu öyle çaresiz ve sevecen bir halle söylemişti ki Dilay’ın gözleri doluverdi hemen ve bir şey söylemeden kalkıp onun boynuna sıkı sıkı sarıldı hemen. Okyanus’ta duygulanmıştı ikisinin halini görünce.
“Siz hayatımda tanıdığım en iyi insanlarsınız. Neyse ki hep iyilerle karşılaşıyorum!” dedi Dilay sesi titreyerek.
“Kalacak mısın yani?”
“Siz istedikten sonra!” dedi Dilay gözleri yaşlı yaşlı yerine otururken, “Ama evin işlerini yapmaya devam edeceğim anlaştık mı?”
“Doktor çıkacaksın kızım sen! Derslerinden geri kalmışsın zaten!”
“Bizi gerçekten çok mutlu ettin!” dedi Okyanus’ta kendini tutamayıp, Perihan hanım oğlu ve Dilay’ın birbirlerine bakışlarını görünce gülümsedi.
Ertesi gün Mustafa’nın yattığı hastaneye gitme konusunda plan yapıp eve geri döndüler. Okyanus sabah yine emniyete gitmesi gerektiği için o gece onlarla kalmadı. Perihan hanım o kadar mutluydu ki sevinçten uyuyamadı sabaha kadar. Öğleden sonra Okyanus gelip onları aldı ve hastaneye gittiler. Dilay biraz gerilmişti.
“Nurten hanım beni görünce sinirlenecek muhtemelen!” diye geriliyordu.
“Orada olup, olmadığını bile bilmiyoruz ki!” dedi Perihan hanım, “Sakinleş onunla şimdi yüzleşeceksin diye bir şey yok. Çocuğun durumunu öğrenelim önce!”
“Doğru haklısınız ama elimde değil! Olanları hatırlayınca geriliyorum!” dedi Dilay.
“Merak etme biz yanındayız!” dedi Okyanus.
“Siz olmasanız zaten cesaret edemezdim gitmeye herhalde bir süre daha!”
Arabayı park edip, danışmaya gittiler ve Mustafa’nın adını verip durumu hakkında bilgi almak, hatta mümkünse onu görmek istediklerini söylediler.
(devam edecek)