“Geliyor!” dedi Okyanus telefonu kapatınca annesine.
“Yazık evladını kaybetmiş çok üzüldüm.”
“Evet neden öyle rüyada gibi dolaştığını daha iyi anlıyorum şimdi.”
“Bir cahillik etmiş o adamdan hamile kalmış belli ki! Ah bu kızlarımız neden böyleler!” diye hayıflandı Perihan hanım. Okyanus’un arkadaşları kızın bir sabıkasını bulamamışlardı. Hayatı ile kısa bir araştırma yapınca yakın zamanda bir kaza geçirdiğini, çocuğunun öldüğünü öğrenmişlerdi. Çocuğun babası hastanede komadaydı ve Dilay ile nikahlı yaşamıyorlardı ama çocuk adamın üzerine kayıtlıydı. Dilay’ın anne ve babası hayatta değildi, sosyal hizmetler yurdunda büyümüştü. Kayıtlı başka kardeşi de yoktu.
“Vah ki ne vah!” demişti Perihan hanım bunları da duyunca
“Anne bak bu kızı sana göz kulak olsun diye alıyoruz. Acıyıp da tepene çıkarma!” dedi Okyanus, Dilay gelmeden. Baştan istemese de kızın hikayesini duydukça gözleri dalıp giden annesinin daha şimdiden onu bağrına basacağını anlamıştı.
“Sen dedin ki alalım!” diye yanıtladı Perihan hanım, “Gariban kız işte sevaba giriyoruz!”
“Anne!”
“Tamam canım gelsin hele bir. Belki de gıcığın tekidir, başına her felaket gelen iyi insan olacak değil ya!”
“Evet doğru!” diye onayladı Okyanus annesini imalı bir şekilde.
Dilay’ın çalıştığı otelden, Perihan hanımın evine gelmesi tam iki buçuk saat sürdü, İstanbul trafiğinde. Bir gün önce yeni yıl olmasına rağmen trafik yine de tıkalıydı. Okyanus ertesi gün işe başlayacağı için annesinin evinde son gecesiydi ve en azından o işe başlamadan kızın gelecek olması içini rahatlatıyordu. Oteldeki o olaydan sonra annesini yalnız bırakma fikri onu korkutmaya başlamıştı artık.
“Hoş geldiniz!” dedi Dilay’a kapıyı açınca.
Başıyla selamladı Dilay ve Okyanus’un arkasından salona geçti.
“Anne, Dilay hanım geldi!”
“Ah! Güzel kızım hoş geldin, o gün sana teşekkür fırsatım olmadı hayatımı kurtardın!”
“Önemli değil, iyi olmanıza sevindim” dedi Dilay, elinde çöp torbası ile salonun ortasında ayakta dikiliyordu. Perihan hanım merakla elindeki torbaya bakınca.
“Giysilerim!” dedi utanarak.
“Okyanus sana odanı göstersin sonra gel biraz sohbet edelim!”
Okyanus salondan geçilen koridora dönünde Dilay’da arkasından gitti.
“Ben sadece bu gece buradayım, sonra kendi evime geçeceğim!” dedi kız tedirgin olmasın diye ve odasını gösterdi. Dilay içeriye hiç bakmadan kapının ağzına poşetini bırakıp yeniden salona döndü.
“Kahve sever misin?” dedi Perihan hanım gülümseyerek.
“Fark etmez!”
“Üçümüze birer kahve yap istersen, konuşalım sonra. Okyanus yoruldun çocuğum ama Dilay hanıma mutfağı ve kahvenin yerini de gösteriver istersen!”
Okyanus dolapları açıp, kahve, fincanlar, cezve ve tatlı kaşığını tezgahın üzerine bıraktı. Dilay kahve yapmayı bilip bilmediğinden çok emin olmadığını sanıyordu ama sonra cezveye kahve ve suyu koyup, ocağın altını yakınca derin bir “Oh!” çekti.
“Makinada mı yapıyordunuz?” dedi Okyanus onun “Oh” çektiğini görünce.
Bir cevap vermedi Dilay, karıştırdı cezveyi. Okyanus onun fazla konuşmak istemediğini anlayınca salona annesinin yanına döndü. Dilay’da biraz sonra kahvelerle geldi.
“Haydi anlat bakalım!” dedi Perihan hanım Dilay onlara kahvelerini verip, kendisi de bir koltuğa ilişince.
“Neyi?” dedi Dilay, anlamamıştı.
“Nerede yaşıyorsun, bir ailen var mı?”
Okyanus annesine baktı ama Perihan hanım gözlerini kapatarak “Ben ne yaptığımı biliyorum” demeye çalıştı.
“Bir evim veya ailem yok efendim” dedi Dilay.
“Tek başına mısın yani?”
“Evet”
“Kocan? Çocuğun?”
Okyanus yine baktı annesine, o yine aynı hareketi yaptı.
“Ben hafızamı kaybettim” dedi Dilay, anlatması gerektiğini anlamıştı, “Bir kaza geçirdim. Küçük oğlum öldü.”
Perihan hanım sanki ilk kez duyuyormuş gibi endişe ve hüzün dolu bir yüz ifadesi takındı ama Okyanus annesinin bunu rol olsun diye yapmadığını biliyordu.
“Vah! Çok üzüldüm! Kocan?”
“Evli değilmişim sanırım. O hastanedeydi ama annesi beni hastaneden kovdu! O yüzden ona ne olduğunu bilmiyorum!”
“Neden kovdu seni?”
“Bilmiyorum! Çocuk oğlumdan değil dedi!”
“Değil mi?”
“Anne!” dedi Okyanus, “Dilay hanım hafızasını kaybettiğini söyledi ya!”
Bunu duyunca Okyanus’ta şaşırmıştı.
“Doktorlar bir şey dedi mi? Yani hafıza kaybınız hakkında?”
“Hayır, yani ben hastanede duramadım şey olunca! Selim, yani oğlum ölünce taburcu ettiler beni!”
Dilay’ın gözleri dolmuştu, kahve fincanını tutan eli titremeye başladığı için kahveler tabağına dökülüyordu. Okyanus kalkıp onun elinden fincanı aldı.
“Amacımız sizi üzmek değildi!” dedi yine nazikçe.
“Bunları bilmeye hakkınız var!” dedi Dilay, kendini toparlamaya çalıştı.
“Belki hatırlarsın yavrum olanları, bizden sana bir kötülük gelmez merak etme! Bak benim oğlum da polis!”
Dilay’ı daha fazla üzmemek için konuyu kapattılar ve evde yapılması gereken işlerden söz ettiler. Her hafta Dilay alış veriş listesi yapacak, Okyanus’ta gelirken alıp gelecekti. Acil ihtiyaçları olduğunda market zaten telefonla getiriyordu her şeyi. Okyanus kızın eline evin parasını vermek istemediği için kendisi alıp getirmek istemişti. Annesine de kıza ekstra para vermemesi konusunda defalarca uyarıda bulunmuştu, o gelmeden. Annesi kapıya gelen sucuya bile bahşiş veriyordu.
Dilay izin günü istemedi. Zaten izinli de olsa gidecek bir yer yoktu. Daha otelin yatırdığı maaşları bile çekmemişti bankadan. Burada ödemeyi elden alacaktı. Perihan hanım erken uyuduğu için o da alışık olmadığı şekilde erkenden odaya çekildi. Burası tek kişilik bir gardırop, bir karyola ve komodinden oluşan küçük bir odaydı. Misafir odasıydı Perihan hanıma göre, yatılı gelen olursa orada yatırıyorlardı eskiden. Okyanus hâlâ kendi odasında uyuyordu kalınca. Onun odasını hiç bozmamışlardı. Gerçi buraya babası öldükten sonra taşınmışlardı. Perihan hanım hatıralarla dolu bir evde yaşamak istememişti. Okyanusun odasındaki eşyaları da getirip yine ona oda yapmışlardı tabi kendi evine götürdüklerinden geriye kalanlar. Kızın hafızasını kaybetmiş olması ve acı travmalarının olması Okyanus’u hem üzmüş, hem de endişelendirmişti aslında. Yine de annesinin kıza ısınması mutluluk vericiydi. Onun böyle bir hikayesi olmasa ve tabi hayatını kurtarmamış olsa, kimse Perihan hanımı ikna edip bu eve bir bakıcı sokamazdı.
Ertesi sabah Dilay erkenden kalkıp kahvaltıyı hazırlamıştı. Anne oğul sabah kahvelerini içerlerken o mutfağı toplamayı tercih etti, onlarla oturmadı.
“Bak ne nazik kız!” dedi Perihan hanım oğluna fısıldayarak “Hemen baş köşeye oturup, evin sahibi olmadı!”
Güldü Okyanus annesinin bu erken hüküm verişine.
“Tülin’e bir sorsak mı?” dedi sonra annesi.
“Neyi soracağız Tülin’e?”
“Hafıza kaybını işte, yapılacak bir şey var mı?”
“Tülin jinekolog anne? Ne ilgisi var?” dedi Okyanus. Kuzeni Tülin doktor olduğundan beri her hastalıkla ilgili açıp fikir danışıyordu Perihan hanım, kendi ağrı sızıları yetmiyormuş gibi eş, dost, akrabanın da sıkıntılarını danışıyordu. Neyse ki Tülin çok seviyordu Perihan halasını da hiç mızırdanmadan her dediğine bir cevap veriyor, fırsat buldukça da ziyaretine geliyordu.
“Yine de bir sorayım ben!” dedi Perihan hanım kahvesinden kocaman bir yudum alırken.
“Anne kızı delirteceksin sonunda! Dilay hanımın özel meselesine daha fazla karışmayalım bence”
“Hastalık bu! Ne özel meselesi Okyanus?” dedi Perihan hanım şaşkın şaşkın.
Artık işe gitmesi gerektiği için kalktı Okyanus, odasına geçip üzerini değiştirdi ve çantasını alıp çıktı evden.
(devam edecek)