Suçluyum – Bölüm 6

İnsan kaynakları müdürünün diğer personelin anlamsız gazına gelerek onu işten çıkaracağı günün uzak olmadığını anlamıştı Dilay. İnsanlar o kadar çalışıp, kimseye bulaşmadığı halde kendi uydurdukları bahanelerle onu sevmiyorlardı. Sevmelerini dert ettiği yoktu zaten, kimsenin sevgisini istemiyordu. Sorun bu sevgisizliğin onu düşman gibi görmelerine neden olmasıydı. İnsan sevmiyorlardı belli ki, ancak insan sevmeyen biri durup dururken birine bu kadar düşmanlık besleyebilirdi.

Gece odaya dönünce yatağın baş ucundaki kırık dökük komodinin çekmecesine koyduğu kartı çıkarttı. Okyanus Kara.

“Okyanus” dedi kendi kendine, sanki daha söylerken bile insanın için iyotlu hava doluyordu. Hayal meyal bir deniz canlandı gözünün önünde, kendi hatıralarının içinden mi çıkıp geldi, yoksa televizyonda veya bir filmde gördüğü bir sahne mi bilmiyordu. Rüzgarlı bir sahilde, denizin nefesini dinliyordu. Denizin mavi göğsü o kadar hızlı inip kalkıyordu ki, hırıltı ile aldığı nefesler kıyıya bir kırbaç gibi vuruyor, alabildiği her şeyi alıp yeniden geri çekiliyordu. Gözlerini kapatıp dinlediğinde rüzgarın sesi ile karışan dalga sesinin dev bir ejderhanın nefes alıp verişleri gibi olduğunu düşünmüştü. Hırçındı denizin nefesleri, belki öfkeli, belki üzgün, belki hastaydı. Sakin değildi sadece. Kim bilir belki sadece dalgalı ve fırtınalı bir havaydı ama Dilay denizi fazla dinlemişti. Okyanus böyle bir isimdi, daha önce hiç duymamıştım diyebilecek kadar anılarına sahip değildi ama az duyulmuş bir isim olduğundan emindi. Bir gün bir çocuğu olsa diye düşünecekti ki tam, küçük Selim’in toprağa verilen bedeni canlandı gözlerinde ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Bir anlığına hayal dünyasına uçacak kadar özgürleşen zihninin üzerini yeniden kara bulutlar kapladı. Kartı aldığı yere, kendini de döşeğe bıraktı. Yarın arayacaktı o adamı, gecenin kalanında tavandaki çatlakları izledi durdu.

Okyanus işe başlamadan önce oteli arayıp, Dilay’ın isim ve soyadını öğrendi. Telefonu açan Güzide onun Dilay’ı şikayet etmek için ad-soyad sorduğunu sanınca hiç bozuntuya vermedi. O gün yanına gelip fırça yiyen kız olduğunu hemen anladı. Ne tür insanlar çalışıyordu bu otelde böylen diye düşündü önce ama belki de sırf annesinin hayatını kurtardı diye iyi bir insan olduğunu var sayıyordu Dilay’ın belki de sandığı gibi değildi. Düşünceler beynine üşüşünce duramayıp emniyetteki arkadaşlarına kızın adını verdi araştırmaları için. Bir kaç gün içinde onun hakkında ne var ne yok bulabilirlerdi.

Ertesi gün annesi ile güzel ve geç bir kahvaltı yaptıktan hemen sonra çaldı telefonu.

“Okyanus bey, Dilay ben!” dedi telefondaki kadın sesi, “Oteldeki”

“Ah evet!” dedi Okyanus, doğrusu onun arayacağını hiç tahmin etmemişti.

“Ben teklifinizi değerlendirmeye karar verdim, eğer sizin de fikriniz değişmediyse”

“Otelde kalmak için çok kararlı gözüküyordunuz, bir aksilik mi oldu?” dedi Okyanus polis tarafı baskın çıkınca.

“Ah hayır ama ben sizden sonra biraz düşündüm. Sanırım burası pek bana uygun bir yer değil. Kalabalık yerleri pek sevmiyorum”

“Anlıyorum”

“Teklifiniz geçerli değilse ben sizi rahatsız etmeyeyim daha fazla.”

“Ah! Teklifim geçerli! Sadece bir kaç gün sabretmenizi rica edeceğim sizden, biraz işlerim olduğundan şehir dışındayım da!” dedi.

Perihan hanım merakla oğlunun yüzüne bakıyordu, acaba kime böyle bir yalan söylüyordu.

“Tabi elbette dönünce görüşürüz, bu numaradan mı arayayım sizi?”

“Bu otelin numarası benim cep telefonum yok, otelden arayabilirsiniz”

“Peki, tamam o zaman. Döndüğümde görüşürüz” diyerek kapattı Okyanus telefonu, açıkçası polis arkadaşlarından kız hakkında bilgi gelmeden eve sokmakta tereddüt etmişti. Arkasını dönüp annesinin meraklı bakışları ile karşılaşınca.

“Oteldeki kız!” dedi gülmeye çalışarak.

“İşi kabul mü etmiş?”

“Evet sanırım öyle!”

“Peki o halde neden ona yalan söyledin?”

“Anneciğim onu araştırmadan eve alamayız öyle değil mi?”

“Baştan pek öyle düşünmemiştin, çok güvenmiş gibiydin?” dedi Perihan hanım.

“Evet, ilk yardım bilmesi ve tabi senin hayatını kurtarması çok etkileyiciydi ama sakin düşününce, geçmişini de bilmeliyiz diye düşündüm ve bir kaç arkadaşı aradım. Onlardan gelen yanıta göre bir karar vereceğim. Senin fikrin değişmedi öyle değil mi?”

“Yo hayır! Değişmedi” dedi Perihan hanım, o da Dilay hakkında ne bilgiler gelecek merak etmişti. Gerçi kızın yüzünü bile göremeden, kız kaybolup gitmişti ama Okyanus’un dediğine göre genç bir kızdı ve mutsuz.

“Kim bilir ne sıkıntısı vardır garibanın?” dedi iç çekerek.

“Bize zararı olmayan sıkıntıları olduğu sürece sorun yok! Bu gün dışarı çıkalım mı?” dedi konuyu değiştirmek için neşeyle Okyanus.

Perihan hanım ve kocası ilk olarak okyanusa kıyısı olan bir ülkeye gitmişlerdi yaşamak için. Hemen evlenir evlenmez almışlardı bu kararı, aslında evlenmeden önce almışlardı ama ancak nikahtan sonra gidebilmişlerdi. Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede de yaşasalar yine de okyanus fikri ikisini de büyülüyordu. Türkiye’de bir çok kıyıdan bakıldığında da deniz uçsuz bucaksız görünüyordu ama okyanus deyince kilometrelerce deniz canlanıyordu zihinlerinde, çok uzun saatler boyunca geçilmesi gereken bir su kütlesi. İçine en az yeryüzünün barındırdığı kadar çeşitli varlıkları barındıran, dünyanın tersine atmosferi deniz olan bambaşka bir yaşam alanı. Bir kızları ya da bir oğulları olduğundan adını Okyanus koymaya orada karar vermişlerdi. Okyanus kadar derin, heybetli, yüreği kocaman bir evlatları olsun istiyorlardı ve gerçekten de dört yıl sonra bir oğulları oldu ve adını Okyanus koydular. Okyanus doğduğunda Türkiye’ye geri dönmüşlerdi artık, bir daha da yurt dışına dönmediler. Okyanus ancak büyüdükten sonra görebildiği adını aldığı okyanusu. Babası ölmeden önce üçü birlikte ona adını veren okyanusu görmeye gittiler. Perihan hanım yine ilk gördüğü gibi heyecanlandı bu uçsuz bucaksız maviliği.

“İnsan onun gücü karşısında öyle etkileniyor ki, sevse mi, ürkse mi bilemiyor!” demişti. oğluna sarılarak.

“Dalgalarımın dövmeyeceği tek liman sizlersiniz!” demişti Okyanus’ta annesine şiir gibi bir cevap vererek. Sonraki sene babası hastalanmış, çok geçmeden de onu kaybetmişlerdi. İşte o zaman okyanus kadar güçlü olması gerekmişti Okyanus’un, mesleğinin tüm zorluklarına rağmen babasını kaybetmenin acısı hepsinden zor gelmişti ona, kendisi ve babasına aşık annesinin acısını aşıp, yeniden normal hayata dönebilmeleri için gerçekten mücadele etmişti. Başlangıçta Perihan hanım onunla yaşaması için ağlamış, sonra bunun sadece duygusal bir travma sonucu olduğunu söyleyip özür dilemişti.

Dilay telefonu kapattıktan sonra adamın vazgeçmiş olabileceğini düşündü. Belki de ilk sorduğunda kabul etmeliydi ama birden bire düşünememiş, insan kaynakları müdürünün de personelin hazına bu kadar geleceğini ön görememişti.

“Neyse ne yapalım, daha burada göreceklerimiz var demek ki!” dedi kendi kendine ve yine hayatı yaşamaya mecbur bir görevli gibi üç dört gün daha çalıştı. Umudunu kesmişti Okyanus beyin aramasından ki Güzide ona telefon olduğu haberini gönderdi.

“Adresi yazabilir misiniz?” dedi Okyanus telefonun diğer ucundan.

Güzide’nin önündeki not kağıtları ve kalemlerin birini alp, “Evet” diyerek adresi not aldı önce, sonra aşağı çamaşırhaneye inip eşyalarını toparladı. Maalesef onları dolduracak çöp torbasından başka bir şey bulamadı yine. Sonra insan kaynakları müdürünün odasına çıkıp işi bıraktığını söyledi.

“Böyle gidiyorum diyerek gidemezsin!” dedi müdire hanım.

“Maaşım sizin olsun!” dedi ve dönüp çıktı kapıdan Dilay.

(devam edecek)

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s