Oda temizliği işindeyken daha mutlu olan Dilay bütün gün insanlara gülümseyip, rol yapmak yüzünden garsonlukta daha çok yoruluyordu. Artık günleri de iyice karıştırır olmuştu. Bir sabah, bir akşam oluyor gibiydi. Diğer garsonlar evlerine gitmeden kalanlarla karınlarını doyuruyor olsalar da, Dilay personel için çıkan öğle yemeğinden başkasına elini sürmüyordu. Bu sefer de restorandakiler ona gıcık kapmaya başlamıştı. Oda temizliğinden garsonluğa geçtiğine göre insan kaynakları müdürünün adamıydı kesin. O yüzden yemiyordu yemeklerden yiyenleri de insan kaynakları müdürüne listeliyordu kesin. Tehlikeli bir kızdı bu Dilay herkesin dikkat etmesi gerekiyordu. Dilay hakkında bir yandan Şule hanımın uydurdukları, bir yandan restorandakileri uydurduklarından habersiz kendi halinde çalışıp duruyordu. Bir gün insan kaynakları müdürü onu odasına çağırdı. İşleri doğru yapmadığına dair hakkında personelden şikayetler duyuyordu. Eğer bunlar devam ederse işini kaybedebilirdi. Dilay hiç cevap vermedi. Neyi yanlış ya da eksik yaptığını bile sormadı. Boş gözlerle kadını dinledi sonra işinin başına gitti. Onu sevmediklerinin farkındaydı. Sevsinler diye de uğraşacak hali yoktu. Buradan atılırsa nerede kalıp, çalışacak bilmiyordu ama mücadele edip, kendini savunacak hali de yoktu. Bu yaşadığı şeyin depresyon olduğunu biliyordu. Biliyordu ama depresyondan çıkası da yoktu. Hatta odasından çıkası yoktu ama sokakta kalmamak için şimdilik çalışmak zorundaydı.
Bir öğlen restoranda işinin başındayken cam kenarındaki masalardan birinde bir yaşlı kadının boğazını tutarak öksürdüğünü gördü. Önce su içerse geçer diye düşündü ama kadının öksürüğü giderek artıyor, rengi de morarıyordu. Karşısındaki genç adam “Anne? Anne neyin var!” diye telaşla bağırmaya başlayınca kadının boğulduğunu anladı ve kontrolü dışında koşarak kadının yanına gitti. İnsanlar etrafına toplanmışlar kadının sırtına vuruyorlar, su içmesini veya yukarı bakmasını tembihliyorlardı ancak yaşlı kadın biraz daha nefessiz kalırsa kesin boğulacaktı.
Etraftaki kalabalığı kaba bir şekilde ittikten sonra yaşlı kadını arkasından yakalayıp silkeler gibi ayağa kaldırdı, sonra aralarında sıkışan sandalyeyi sert bir şekilde devirdi. Onun zavallı kadının savurup durduğunu gören etraftakiler koro gibi “A!, A!” deyip duruyorlardı. Kadının oğlu belli ki panikten donup kalmıştı. Gözleri kocaman açılmış bir şekilde Dilay ve annesine bakıyordu. Dilay kadına arkadan sarıldı ve elleriyle göğsünün altındaki doğru noktayı bulduktan sonra yumruklarını oraya bastırarak kadını kendini çekmeye başladı. Her seferinde yaşlı kadın oyuncak bir bebek gibi savruluyordu. Bir, iki, üç derken dördüncü de kadının ağzından bir zeytin tanesi fırlayıp önündeki tabağa yuvarlandı. Kadın suyun altından çıkmış gibi uzun ve ıslıklı bir nefes aldı hemen. Dilay kollarını bir anda onun belinden çekince sandalyeye yığıldı.
“Anne? Nefes alıyor çok şükür!” dedi genç adam. Diğerleri de memnun mırıltılar yükselttiler. Dilay ancak o zaman ne yaptığını fark etmişti. Bunu yapmayı biliyor muydu? Kadını kurtarmıştı. Onun morardığını görünce hiç düşünmeden gelmişti buraya ve hiç düşünmeden tepki vermişti.
“Heimlich manevrası! (*)” dedi kendi kendine, “Heimlich manevrası!” diye tekrarladı. Sanki bu tuhaf ismi tekrarlarsa daha fazlasını hatırlayabilir gibi kadını ve kalabalığı unutup, iki kelimeyi tekrarlayarak restorandan dışarı, lobiye çıktı. Güzide onun boş boş bakarak dolanmasına alışık olduğu için aldırmadı.
“Hah bir de kendi kendine konuşmaya başlamış!” dedi kafasını sallayarak.
Yaşlı kadın toparlanmış, rengi yerine gelmişti. Herkes kadını kurtaran garsona bakınıyordu ama o Hızır gibi yetişmiş sonrada ortadan kaybolmuştu.
“Dışarı çıktı!” dedi müşterilerin çocuklarından biri, çocuklar her zaman yetişkinlerden daha dikkatlilerdi.
Genç adam annesinin iyi olduğuna emin olduktan sonra teşekkür etmek için garsonu bulmaya karar verdi. Masada annesinin yanına genç bir kadınla eşi oturmuş, onunla muhabbet ediyorlardı. Zavallı kadın ne kadar korktuğunu anlatıyordu onlara.
Dilay ne kadar tekrarlarsa tekrarlasın başka hiç bir şey hatırlayamadı. Lobideki boş koltuğa oturmuş başını ellerinin arasına almış kelimeleri tekrar ederek başka şeyler hatırlayama çalışıyordu.
“Ah sizi buldum sonunda!” dedi genç adam ama o hiç üzerine alınmadı. Adam onun kendi kendine konuştuğunu fark edince endişelendi ve omuzuna dokununca Dilay sıçrayarak ona baktı.
“Özür dilerim iyi misiniz?”
Dilay elleri ile yüzüne dökülen saçlarını düzeltti. Onun müşteri olduğunu anlamıştı ve hemen ayağa kalkıp, kendine çeki düzen vermeye çalıştı.
“Evet iyiyim, bir şey mi istemiştiniz?” dedi aceleyle.
“Ben size teşekkür için geldim, az önce kurtardığınız kadının oğluyum!”
“Ah ben! Hiç önemi yok! Kim olsa aynı şeyi yapardı!” dedi Dilay panikle elini kolunu sallayarak. Genç adamın onun yanına geldiğini gören Güzide, onun bir açığını yakaladığını sandığı için yanlarına gelmişti. Az önce içeride yaşanılanlardan haberi bile yoktu.
“Sizi rahatsız mı ediyor?” dedi eğilip genç adama.
“Anlamadım?” dedi adam şaşkın şaşkın Güzide’ye bakarak.
Dilay onların konuşmasını fırsat bilince hemen uzaklaştı yanlarından ve yeniden restorana döndü. Kafası o kadar dağınıktı ki yine, onların ne konuştuklarını bile fark edememişti.
Güzide adamdan fırça yedikten sonra resepsiyonun arkasına geçti yeniden ve adam Dilay’la konuşmasına devam etmek için içeri onun peşinden girdi. Bu defa masalardan tabak toplarken yakaladı onu.
“Size borçlandık!” dedi yeniden, Dilay yine sıçradı ve elindeki tabakların biri yere düşüp kırıldı. Şef garson sinirle yanlarına geldi ve genç adamı nazikçe eliyle geri doğru itti ve Dilay’ı dikkatsizliği için azarlamaya başladı. Zavallı kız elindeki tabakaları masaya geri bırakmış, eğilip, tabağın parçalarını toplamaya çalışıyordu.
“Onun bir suçu yok!” dedi genç adam, “Bu hanımefendi az önce benim annemin hayatını kurtardı, ben ona teşekkür etmeye çalışırken de onu korkuttum ve tabağı düşürdü.”
“Lütfen efendim siz kusura bakmayın, onu korumak zorunda değilsiniz. Bu şaşkının her zaman ki hali bu!” dedi şef. Az önce Dilay kadını kurtardığında o da restoranda değildi, arkaya mutfağa geçmişti o an. Komilerden biri elinde bir faraş ve süpürge ile gelince Dilay doğruldu ve kırıkları onun faraşına bıraktı. Masadaki tabakları aldı ve mutfağa doğru yürümeye başladı. Şef komiye iyice süpürmesi için refakat ediyordu.
Genç adam garson kızın burada gördüğü muameleye gerçekten sinirlenmişti. Yine onun peşine gitti be bu sefer korkutmamak için önce karşısına geçip kendini gösterdi.
“İşe ihtiyacınız var mı?” dedi aceleyle.
Dilay “Hayır” dedi hemen.
“Emin misiniz? Burada pek mutlu değilsiniz gibi geldi bana!”
“Sorun değil!”
“Bakın benim adım Okyanus, bu da kartım!” diyerek kartını Dilay’a uzattı. Dilay boş eliyle uzanıp aldı kartı ve gömleğinin cebine koydu bakmadan.
“Dilay” dedi sonra.
“Dilay hanım annem için bir bakıcı arıyorum. Siz de ilk yardımdan anlıyorsunuz belli ki?”
“Teşekkür ederim” dedi Dilay, anlayıp anlamadığını bilmiyordu ki.
“Bakın ben komiserim. Size iyi bir maaş veririm, onun hayatını kurtardığınız için bu iyiliği yapmama izin verin” dedi Okyanus yalvarır gibi. Dilay’ın bir travma yaşadığını anlamak için doktor olmaya gerek yoktu. Belli ki sıkıntıları vardı ve burada onu ezip, hırpalıyorlardı.
“Teşekkür ederim” dedi Dilay yine ve mutfağa doğru yürüyüp gitti.
“Teşekkür ederim yeniden!” diye seslendi Okyanus arkasından. Kafası takılmıştı ama yapacak başka bir şey yoktu, annesinin yanına gitti. Annesi sohbet edecek birilerini bulduğu için mutlu görünüyordu.
(devam edecek)