Son temizlediği odadan önce aşağı inip temiz çamaşır getirdi Dilay. Çamaşır odasından kafasına göre bir tane temiz kıyafet de aldı. Belli ki otelin tüm kiri burada yıkanıyordu. Güzide doğru söylüyordu madem nefes almaya devam edecekti en azından temiz olmalıydı. Odanın kapısını kilitleyip, güzelce yıkandı. Sıcak su o kadar iyi geldi ki birden hiç çıkmak istemedi ama birine yakalanmaktan korktuğu için oyalanmadan çıkıp üzerini değişti. Kirlilerini de odaların çöplerine taktığı torbalardan birine doldurdu kirli çarşaflarla birlikte arabaya koydu. Nasılsa aşağıda yıkanacaktı hepsi. Yıkandığı anlaşılmasın diye odanın kurutma makinası ile saçlarının suyunu aldı. Yorgun argın indi aşağı ve her gün olduğu gibi odalar bitince mutfağın temizliğine yardıma gitti. Hiç kimseyle konuşmadan sadece işini yaptığı için kimse de onunla uğraşmıyordu. Herkes hayatından mutsuz ekmek parası kazanmaya çalışıyordu. Zaten müşterilere istemese de güler yüz gösterdiklerinden birbirlerine göstermiyorlardı. Güzide ertesi sabah onun banyo yaptığını anlayınca gülümsedi. Kıza ayıp olmasın diye o da dudaklarının kenarlarını kıvırdı.
“Abla!” dedi Güzide bir karşılık alınca, “Kusura bakmazsan bir şey daha diyeceğim”
Dilay boş boş baktı kıza, “Bu Şule hanıma bu kadar yüz vermesen, bak sen eşek gibi çalışıyorsun akşama kadar o aşağıda örgü örüyor. Satıyor bir de onları sonra. Onun yapması gereken işi sen yapıyorsun bir de buradan para alıyor. Aman sakın benden duymuş olma tabi sen yine de! İnsan kaynakları müdürüne bir çıtlat ablam! Takip etsin!”
Dilay hiç cevap vermeden dönüp işine gitti.
“Benden uzak dursun yeter!” diye mırıldandı kendi kendine.
“Salak ya bu kadın!” diyordu Güzide içinden, “Sen böyle salak oldukça sırtına çok binen olur senin! Aman bana da neyse!” diyerek işlerine devam etti. Dilay’ın başkalarının işlerini hiç şikayet etmeden üstlendiğini fark eden herkes ona iş yıkmaya başlamıştı. Dışarıda işi olan, izin alacak olan, hasta olan, yardım isteyen. Dilay temizlik diye başladığı işinde otelin her yerinde çalışmaya başlamıştı. İnsan kaynakları müdürü dahil herkes farkındaydı aslında bunun ama kendi istedikten sonra diye kimse ses etmiyordu. Hiç konuşmadığı için de hakkında türlü çeşit hikaye uydurup kendi aralarında konuşuyorlardı. Ne kocasını bıçaklayıp, beş yıl hapis yattığı kalmıştı, Yurtta büyüyüp sahipsiz olduğu. Üzerine başına da çok dikkat etmediği için tiksinerek bakıyorlardı ona arkasından.
“Banyo yapmıyormuş da Güzide uyarmış kaç kere! Kokuyor ya hakikaten, insan bir deodorant edinir! Buradan yiyip içiyor, burada yatıp kalkıyor ne yapacaksa paraları”
“Borcu varmış diyorlar, kumarbaz kocası varmış hapisteymiş şimdi, borç buna kalmış!”
Bazen yanlarından geçerken bile çekinmeden konuşuyorlardı onun hakkında, hiç aldırmıyordu. Aldırıyordu aslında, içinde bir öfke büyüyordu sürekli ama “Ben hakkettim bunları, o yüzden yaşıyorum!” diyerek kendini bastırıyordu. Sadece öğlen personele verilen yemekle yaşadığı için iyice iğne ipliğe dönmüştü, gözlerinin altında mor halkalar vardı. İki ay boyunca otelden hiç dışarı çıkmadan öylece yaşadı. Maaşı banka hesabına yatıyordu. İnsan kaynakları müdürü ona maaş kartını vermişti ama gidip çekmemişti bile. Her gün aynı saatte kalkıp, akşama kadar tek öğünle çalışıp, ertesi gün aynı şeyleri yeniden yapıyordu.
Bu arada hafızası zerre kadar açılmamıştı. Bazen işleri yaparken zihnini hatırlamaya zorluyor eline kalan bir baş ağrısından başka bir sonuca varamıyordu. Mustafa’yı merak ettiği için sonunda izin kullanıp dışarı çıkmaya karar verdi. Aslında haftada bir gün izinliydi zaten ama o kullanmayıp, o günlerde de çalışıyordu. Üstelik bunun için ekstra para vermedikleri halde. Çöp torbası kenara attığı gibi öylece duruyordu. İçinden bir kazak ile bir eşofman çıkarıp giydi ve iki ay sonra ilk defa dışarı çıktı. Neyse ki hastanenin adını hatırlıyordu. Oraya nasıl gidileceğini öğrendikten sonra hastanenin danışmasına gidip Mustafa’yı sordu ama görevli ona soyadı sorunca cevap veremedi. İki ay önce olanları anlattı ama ne yazık ki ona bu şekilde yardımcı olmaları mümkün değildi. Yukarılara çıkıp baksa koca hastanede onun hangi odada olabileceğini bile bilmiyordu. Mecburen geri döndü, yolda aklına ev geldi. Eğer iyileştiyse evine dönmüş olmalıydı diye düşündü. Adresi zorla hatırladı ve evi nihayet buldu. Hava kararmak üzere olmasına karşılık evde hiç ışık yoktu. Apartmandan içeri girdi ve dairenin önüne geldi. Eli zile gitti geldi ama basamadı. Merdivenlerden aşağı indi ağır ağır ve çıkıp otele döndü. O gün öğle yemeği de yemediği için karnı iyice aç kalmıştı. Yeniden çıkıp, otel işini ona öneren çorbacıya gidip bir tas çorba içti, buraya gelirken cüzdanında para vardı. Onunla ödedi ve sonra otele gidip uyudu. Kendini o kadar çok yoruyordu kafasını yastığa koyar koymaz bayılıyordu.
Bir kaç hafta sonra yeniden çıkıp eve gitti. Geçen geldiğinde kapının açılıp açılmadığını anlamak için bir küçük kağıt parası sıkıştırmıştı. Kontrol etti, kağıt yerinde duruyordu. Yüreği sıkıştı “Öldü mü acaba?” dedi kendi kendine. Ölse bile nasıl öğrenecekti ki? Canı iyice sıkılarak geri döndü ve sonraki dört hafta boyunca Mustafa’nın öldüğünü düşünerek kendini daha da yordu. Önce bebek, sonra Mustafa ölmüştü. Peki o neden sağ kalmıştı? Bu kadar kötü biriyse önce onun ölmesi gerekmez miydi? İyiler erken gidiyordu galiba sahiden ya da onun kalıp bu cehennemi yaşaması gerekiyordu. Hakketmişti, suçluydu.
Çöp torbasındaki kıyafetleri otelin çamaşırhanesinde yıkatıp, kendisi ütülemişti. Çamaşır sepetlerinden birini odasına çekmiş kıyafetlerini de katlayıp onun içine koymuştu. Artık otelden hiç çıkmıyordu ama yine de düzene ihtiyacı olduğunu düşünmüştü. Haftalarca duvarın dibinde öylece duran çöp torbası durmadan olanları hatırlattığı için sinirlerini bozuyordu ayrıca. Artık temizlediği son odada duş almayı adet haline getirmişti. Sonrasında yatana kadar çalışsa bile oda temizliği kadar terlemediği için ertesi güne kadar idare ediyordu. İyice zayıfladığından kıyafetler üzerinden düşmeye başladığından aşağıdan bir beden küçük başka kıyafetler bulmuş onları giyiyordu. Kızlardan biri ayrılınca insan kaynakları müdürü ona bir süre garsonlun yapıp yapamayacağını sordu. Kızın yerine tecrübeli birini alana kadar onu kullanmak istiyordu. Zaten hayır demeyeceğini biliyordu, çalışanların içinde konuşmasını doğru dürüst beceren bir o vardı Aptal bir kız değildi.
“Yalnız yüzüne biraz makyaj yap, ceset gibi dolaşma!” dedi kadın.
Dilay otelin restoranına geçince temizlik işi yine Şule hanıma kaldığı için kadın sinirinden ölmek üzereydi. Otelde akşama kadar örgüsünü ördüğünden yeni siparişler almıştı ama şimdi yetiştiremeyecekti. Ne yapıp edip, Dilay’ı garsonluktan çıkarttırıp temizlik işine geri döndürmek istiyordu ama nasıl yapacağını bilmiyordu. Aslında sorsalar Dilay da temizlik işini tercih ederdi. Garsonluk ona hiç istemediği bir şeye mecbur bırakmıştı, insanlarla konuşmak ve onlara gülümsemek. İkisinin de bilmediği insan kaynakları müdürünün Dilay’ın iyi gittiğini düşünmesi ve temizlik elemanı maaşıyla garson çalıştırmaktan memnun olduğuydu. Dilay’a henüz başvuran olmadığını söyleyip dursa da aslında ne ilan vermiş ne de herhangi birine garson aradıklarından bahsetmişti. Şule hanım kendi içinde planlar yapsa da restoran kısmına zaten geçişi yasak olduğu mecburen odaları temizlemek zorunda kaldı, Dilay kadar detaylı iş yapmadığından arkasından bir kaç müşteriden şikayet de gelince ihtar aldı. Kızın işine bir bahane bulamayacağını anlayınca mecburen arkasından dedikodusunu yapmaya devam etti. Temizliği iyi yapamadığı için alınmıştı görevinden, Şule hanım o kadar öğretmesine rağmen bir türlü doğru iş yapmıyordu.
(devam edecek)