Suçluyum – Bölüm 1

“Seni bir daha oğlumun yanında görürsem kendi ellerimle öldürürüm anladın mı?” diye bağırıyordu Nurten hanım, karşısında duran genç kadına.

“O iyi olacak mı?” dedi Dilay onu duymamış gibi. Geçirdikleri kazanın arkasından o da henüz kendine gelememişti. Gözlerini açtığında ona kocasının komada olduğunu söylemişler, henüz tam toparlanamadığı için tekerlekli sandalye ile Mustafa’nın yoğun bakımdaki odasına getirmişlerdi. Mustafa komadaydı.

“Kocanı hatırlıyor musun?” demişti hemşire Mustafa’yı göstererek. Bağlı olduğu cihazlarla durumu oldukça kötü görünen genç adamın morluklarla dolu yüzü ona hiç tanıdık gelmiyordu oysa.

Yedi aylık oğullarının da olduğu araçla kaza yapmışlardı. Dilay ne kazayı ne de öncesine dair hiç bir şeyi hatırlamıyordu. Oğulları yoğun bakımda olduğundan onu göstermemişlerdi. Çocuğun kazadan dolayı değil ama kalbindeki sorun yüzünden durumu kötüydü. Mustafa’nın odasından çıkarlarken, koridorda Nurten hanıma rastlamışlar o da Dilay’ı görür görmez bağırmaya başlamıştı.

Dilay onu dinliyordu ama neden bahsettiğini bilmiyordu.

“Çocuk da oğlumdan değilmiş zaten, kim bilir kimden peydahladın da oğlumu kandırdın! Neyse ki nikah yapmaya fırsatınız olmamış. Eşyalarını çöp poşetine doldurdum. Çıkar çıkmaz al çöplerini defol oğlumun evinden!”

Hemşire “Hanımefendi Dilay hanım hafızasını kaybetti zaten bir travma yaşıyor bağırıp durmayın!” dese de Nurten hanım kontrolünü kaybetmiş durumda bağırıp duruyordu. Hemşire kadına laf geçiremeyince Dilay’ın sandalyesini çevirdi ve hızlı hızlı onu asansöre götürdü.

“Arabayı ben mi kullanıyormuşum!” dedi Dilay ağlayarak.

“Hayır!” diye yanıtladı hemşire. Sonra onu odasına götürüp yatağına yatırdı, bir iğne yaptı. Böylece derin bir uykuya daldı hiç bir şey düşünemeden.

Gözlerini yeniden açtığından muhtemelen ertesi sabah olmuştu. Kendini biraz daha iyi hissettiği için yataktan doğruldu. Kazanın şiddeti ile bütün kasları sertleşmiş her yanı ağrıyordu. Neler olduğunu hatırlamaya çalışıyor ama beyni ona hiç yardımcı olmuyordu. Tek anladığı Mustafa ile birlikte yaşıyorlardı ve Selim adında bir bebekleri vardı. Üçü bir yere giderlerken kaza yapmışlar, Mustafa komaya girmişti. Selim aslında kazadan sıyırık almadan kurtulmuştu ama yine de sıkıntıları olunca hemen kontrol edilmiş, çocuğun ciddi bir kalp hastalığı olduğu fark edilmişti. Öyle ki uzun süre hayatta kalması mümkün olmayacak gibi görünüyordu.

Dilay’ın aklına Mustafa’nın annesi olduğunu anladığı kadının söyledikleri geldi. Çocuğunu gösterseler belki bir şeyler hatırlayabilirdi. İçinden yoğun bir ağlama hissi yükselince hıçkırarak ağlamaya başladı. Hemşire o sırada girdi içeri.

“Size söylediler mi?” dedi yüzünde endişeli bir ifadeyle.

“Neyi?”

“Selim’i maalesef kurtaramamışlar!”

“Aman Allah’ım!” diyerek daha çok ağlamaya başladı Dilay, hemşire düşmesin diye gelip ona sarıldı, “Ben ona bakamadım mı?”

“Sizin bir suçunuz yok çocuk zaten doğuştan hastaymış, muhtemelen biliyordunuz zaten. Yani şeyden önce!”

“Mustafa iyi mi?”

“Onun durumunda bir değişiklik yok! Annesine çocuğun öldüğünü söyledik”

Dilay ne yaptı der gibi baktı hemşirenin yüzüne.

“‘Benim torunum değil!’ dedi ama ağlıyordu!”

“Ben şimdi ne yapacağım?” diye inledi Dilay, minik oğlu ölmüştü, bir şey hatırlamadığı için kendini savunamıyordu bile.

“Yarın sizin taburcu edeceğiz!” dedi hemşire onun düşüncelere dalmasına aldırmadan, “Bebeğin cenaze işlemleri için görevli arkadaşlarımız gelip sizinle görüşecekler!” dedi ve Dilay daha ne olduğunu anlamadan koluna iğneyi batırdı yine ve bir şey düşünemeden yine derin bir karanlığa yuvarlandı Dilay.

Bir aile mezarlıkları olmadığından bebek ertesi gün devlet mezarlığında toprağa verilecekti. Dilay kimi kimsesi olup olmadığını hatırlamadığı için kimseyi arayamıyorlardı. Nurten hanım kaza olana kadar Dilay’ı hiç görmediğini söylemişti. O başka bir şehirde yaşıyordu. Mustafa’nın üst komşusu Serpil’de hastaneye geldiği için öğrenmişti bu kızın uzun bir süredir oğluyla yaşadığını ve evleneceklerini. Mustafa’nın komada olması yetmiyormuş gibi bir de bunun şokuna girmişti zavallı kadın. Serpil, Dilay’ın sürekli başkaları ile beraber olduğunu, Mustafa’nın bu yüzden evliliği ertelediğini söylemişti. Çocuk da ondan değildi zaten, DNA testi yaptırıp ispatlayabilirlerdi. Arada nikah olmadığı ve çocuk da hayatını kaybettiği için elbette teste ihtiyacı yoktu Nurten hanımın ama Dilay denilen bu kızın oğlunun evinden ve hayatından bir an önce çıkıp gitmesini istiyordu. Serpil’de Dilay’ın ailesi veya çevresi hakkında bilgi sahibi değildi. O yüzden bebeğin cenazesine ondan ve iki hastane görevlisinden başka katılan olmadı. Dilay hafızasını kaybettiği için evin adresini Nurten hanımın bildirdiği kayıtlardan alıp ona vermişlerdi. Herkes gittikten sonra oğlunun mezarına kapaklanıp uzun uzun ağladı. Onu doğurduğu anı bile hatırlamıyordu, bir oğlu olduğunu bile hatırlamıyordu ama az önce o minicik bedeni toprağa vermişti. Bir çocuğun kalbi nasıl doğuştan yorgun olabilirdi. Bu kadar minik bir bebek neden ölmüştü? Doktora defalarca kazayla ilgisi olup olmadığını sormuştu ama yoktu. Zavallı Selim’in ömrü kazayla eş zamanlı olarak tükenivermişti. Üst komşuları Serpil bile yoktu cenazede. Annesi ne yaparsa yapmış olsun bir bebeğin ölümüne üzülmemişler miydi bu insanlar! Üzeri başı toprak içinde kalkıp sendeleyerek çıktı mezarlıktan. Çantasını ona verdikleri için cüzdanı, parası hepsi içindeydi ve evin anahtarı. Eve nasıl gideceğini bilmediği için bir taksiye bindi. Bütün kıyafetleri ve eşyaları gerçekten de siyah bir çöp poşetinin içinde antreye konulmuştu. Onu öylece bırakıp bir şeyler hatırlamak umuduyla evi dolaştı. Evin içinde Mustafa ya da bebekle çekilmiş bir fotoğrafları var mı diye baktı ama göremedi. Hatırlamadığı oğlunun hiç değilse bir fotoğrafına sahip olmak istiyordu. Çekmeceleri aradı, hasta olduğunu bildiklerine göre bu çocuğun sağlık raporları da olması gerekmez miydi? Hiç bir şey bulamadı. Tam o sırada, bir şeyler almak için eve gelen Nurten hanım kapıdan girdi, önce çöp torbasını sonrada onu görünce yeniden avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Zaten dermanı az olan Dilay’ı kolundan çekiştirip sokak kapısının dışına fırlattı ve sonra da çöp torbasını onun üzerine doğru atıp, kapıyı çat diye yüzüne kapattı. İçeriden bağırmaya devam ediyordu.

“Bir daha sakın ama sakın bu eve gelme!”

Nurten hanım onu fırlatınca, kolunun üzerine düşmüştü, Zaten ağrıları geçmemişti, inleyerek doğruldu ve çöp torbasını ağzından tutarak sürüklemeye başladı. Artık ağlamaktan önünü göremez duruma gelmişti. Torbayı merdivenlerden sürüyerek aşağı indirdi ve apartmanın önüne çıktı. Şimdi nereye gidecekti? Bir işi, bir ailesi, arkadaşları var mı hiç bir şey bilmiyordu. Torbayı kaldırıp omuzuna attı ve kaldırım boyunca yürüdü biraz, ne yapacağını bilmiyordu. Daha bir kaç saat önce oğlunu, bebeğini toprağa vermiş, şimdi de sokağa atılmıştı.

“Ben nasıl kötü bir insanım böyle, başıma bu gelenleri hakketmiş olmalıyım! Keşke o kazada ben ölseydim!” diye inledi.

(devam edecek)

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s