Zümrüt ve Nurettin’in kapılarının çalındığı ve Meltem’in onlara bırakıldığı o kış gecesinde Osman bey ayak izlerini yok etmeye çalışarak evden uzaklaşmıştı. Gelirken de bir yandan Meltem’i göğsünde taşırken, bir yandan da elindeki çalı parçası ile ayak izlerini yok etmeye çalışıyordu. Kar zaten sürekli yağdığından Osman beyin çalı parçası ile yok ettiği ayak izlerinden kabaran kar da hızla yok oluyordu. Osman beyin karısı yirmi dakikalık bir mesafede bir ağaç kovuğuna gizlenmişti. Henüz emdiği için küçük oğullarını annesi, Meltem’i de babası alıp kaçmıştı. Hep birlikte yakalanıp iki çocuğu birden feda etmeyi göze alamamışlardı. Osman bey Meltem’i güvenceye aldıktan sonra oğlunu da kurtarıp, buraya getirmek için karısını aramaya başladı. Kadıncağız peşindeki atlıların onu bulamayacağı kovuğa girmiş gitmelerini bekliyordu. O sırada kocasının sesini duyunca dışarı çıkıp kendini göstermek istedi ama adamlar Osman beyi fark edince, mecburen yeniden gizlendi ve gizlendiği yerden kocasının vuruluşunu izledi. Bebek ağlayıp yerlerini belli etmesin diye onu memesine dayamıştı. Göz yaşları içinde adamların uzaklaşmalarını bekledi öylece. Bir saat sonra seslerin iyice kesildiğinden emin olunca saklandığı yerden çıkıp üzerini karların örtmeye başladığı kocasının cansız bedeninin yanına gitti. Onun artık yaşamadığından emin olunca, çocuk ile donmamak için sırtındaki kalın ceketi çıkarıp, ters giydi ki oğlu üşümesin. Yeniden kovuğa dönerken kurtların ulumasını duyunca, kanlı ceketin kokusunu alacaklarından korkup, ceketi fırlattı ve yeniden kovuğa koşup saklandı. Güneş yeniden doğduğunda kurtların ulumasını da sona ermişti. Orada beklerse oğluyla donacağını bildiğinden bata çıka ormanın içinde ilerledi. Bir kaç saat sonra orman bitmiş, dik bir yamacın tepesine gelmişti. Buradan nereye gideceğini düşünürken, yamacın ucuna kurulmuş çadırları fark etti. Aynı anda da uzaktan gelen atların sesini. Hızla çadırlara koştu birinin fermuarını açtı, içerideki iki delikanlı uyku tulumlarından fırladılar korkuyla. Koynundan çıkardığı oğlunu onların kucağına fırlattı, olabildiğince hızlı bir şekilde başlarına gelenleri anlattı. Kızının ormandaki evde olduğunu da söyledi onlara, bebeği korumalarını istedi ve koşarak çadırlardan uzaklaştı. Çadırdaki iki delikanlı şok olmuş vaziyette kadının ağlayarak anlattıklarını dinlemişler, daha bir şey demeye fırsat bulamadan bebekle öylece kalakalmışlardı. Kadının sesini duyan diğer çadırdaki arkadaşları da başlarını eğip kucaklarında bir bebek allak bullak olmuş yüzleriyle arkadaşlarını görünce iyice şaşırdılar. Bebeğin annesi çoktan ormanın içinde bir yerlerde kaybolup gitmişti. Zavallı kadın bebeği bıraktıktan sonra o tarafa gelmesinler diye tam ters yöne doğru bir kaç saat yürümüş, sonunda maalesef yakalanıp, kocasının akıbetine uğramıştı. Neriman hanımın babasının aksine bu iki kardeş anne ve babalarının canları pahasına onları korumaları sayesinde hayatta kalmışlardı. Delikanlılar bebekle ne yapacaklarını bilemedikleri için çadırlarını toplayıp yamaçtan indiler ve bebeği jandarmaya teslim edip olanları anlattılar. Çocuklar ona ne vereceklerini bilmediğinden zavallı bebek açlıktan sürekli ağlıyordu artık. Jandarma da bebekle ne yapacağını bilemediğinden, o gece yakın köylerden birinde yeni doğum yapmış kadınlardan birine verip en azından aç kalmamasını sağladılar. Ertesi gün en yakın sosyal hizmet merkezine teslim edeceklerdi. Delikanlılar ifadelerinde kadının bebeği bırakırken söylediği her şeyi anlattılar. Jandarma da bebeği bu ifadelerle birlikte götürüp, en yakın ildeki sosyal hizmet merkezine teslim etti. Annesinin söylediğine göre bebeğin adı Kerim’di. Ablasından iki gün sonra o da çok uzak bir yerde kendine bir çatı bulmuş oldu böylece.
Tabi Neriman hanımın günlüğünde Kerim ve annesinin başına gelenlerle ilgili bir şey yazmıyordu. Neriman hanımın telefonu kapattırmasından sonrasında bir olay olmadığından günlüğe de yazılmamıştı muhtemelen. Zaten Meltem’in hatırladığı tarihler doğruysa ve doktorun alzheimer başlangıcı olacağını varsaydığı yıllar tam da bu zamanlara denk geliyordu. Onca acı ve zorluğun ardından, Meltem’i ağanın adamları bulabilir korkusu zavallı Neriman hanıma fazla gelmiş olmalıydı. Hastalık o zamanlar ortaya çıkmaya başlamış olsa da ancak bir kaç yıl sonra anlayabilmişlerdi. Meltem günlüğü kapatıp, gözlerinden akan yaşları sildi. Beklediği gibi kardeşi ile ilgili bir şey bulamamıştı günlükte. Zaten Neriman hanım kardeşinin yerini bilse, sadece günlüğe yazmakla kalmazdı herhalde. Hayatı hakkında öğrendiği bu yeni sırları sindirmesi epey zamanını alacaktı Meltem’in. Hayatında bir şeyi değiştirmemiş olsa da kendini tuhaf hissediyordu. Neriman hanımın bütün bu hikayeleri saklamasının nedenini artık anlıyordu. Yetişkin olduğunda ona her şeyi anlatmaya karar vermiş olsalar da muhtara soru soranlar ve ardından şu malum hastalık yüzünden olamamıştı muhtemelen ama neyse ki günlük vardı. Neriman hanımın bu günlüğü neden yazdığını hiç öğrenemeyecekti. Bir gün alzheimer olacağını öngöremeyeceğine göre belki de yıllar içinde unutmak istemediği için yazmıştı. Tüm bu detaylar Meltem’in hayat hikayesiydi aslında. Eğer Neriman hanım bu günlüğü hiç tutmamış olsa Meltem ömrünün sonuna kadar bu gerçekleri öğrenemeden yaşayacak ve hatta ölecekti. Ne değişecekti bilmiyordu ama yine de halasına günlük için teşekkür etti. Tabi onu koruyup, kolladığı için de. İnsan hiç kan bağı olmayan, kim olduğunu bile bilmediği bir çocuğu bu kadar sevebilir miydi? Tek başına bu düşünce bile Meltem’e ne kadar şanslı olduğunu düşündürüyordu. Peki ya kardeşine ne olmuştu. Annesi ile birlikte bir yerlerde yaşıyorlar mıydı yoksa o katil adamların elinden kurtulamamışlar mıydı babası gibi. Neriman hanım kurtulamadıklarını varsaymıştı. Mantıklıydı çünkü kurtulmuş olsalar kadın kızını da almak için mutlaka geri gelirdi ama gelmemişti. Hiç tanıyamayacağı bir öz ailesi vardı Meltem’in, anne, baba ve bir erkek kardeşi. Bir de şansı olsa da asla tanımak istemeyeceği bir dedesi.
“Umarım ölmüştür!” dedi yine kendi kendine öfkeyle. Günlük de bitip artık öğrenecek başka sır kalmayınca, yeniden iş bulması gerektiğini hatırladı. Günlerdir evin içindeydi. Artık toparlanmalı, sosyal hayatına geri dönmeli ve geleceği için bir plan yapıp, hayata bir yerden başlamalıydı. Artık tek başınaydı. Yaşayan öz, üvey bildiği bir akrabası yoktu. Bu düşünce içini acıttı. Hayatı pek dört dörtlük başlamamıştı ama iyi insanlar sayesinde bu günlere gelmişti. Henüz yirmili yaşlarındaydı ve bir şey kaçırmış da değildi. Yaşadığı her gün Zümrüt, Nurettin ve Neriman hanıma teşekkür edecekti.
Hikayenin Meltem’in günlükten öğrenemediği kısmı ise şöyle devam etti.
Tam da Kerim’in sosyal hizmetlere verildiği geceden altı ay önce, dört yıldır evli olup bir türlü çocuk sahibi olamayan Dinar ailesi yurt dışında yaşama planları doğrultusunda eşyalarını topluyorlardı. Altı ay önce sosyal hizmetlere bir evlat edinmek için başvurmuşlardı ama öyle başvurur başvurmaz bir bebek bulmak pek mümkün olmuyordu. İki yaşının üzerinde çocuklar da vardı ama onlar bir bebek olmasında ısrarlıydılar, çünkü her aşamasını kendileri yaşayarak büyütmek istiyorlardı. Kerim bebek sosyal hizmet merkezine geldikten iki gün sonra Dinar ailesine bir bebek geldiğine dair telefon geldi. Heyecandan ne yapacağını bilemeyen çift koşarak merkeze geldiler ve Kerim’in hikayesini duyunca çok üzülüp etkilendiler. Ancak bebeği alırlarsa bir yıl nüfuslarına geçiremeyecekleri için yurt dışı planlarını da ertelemeleri gerekiyordu. Evlilikleri boyunca çocuk sahibi olmayı hayal eden Dinar çifti bu koşulu seve seve kabul etti. Sosyal hizmetler bir yıl boyunca onları takip edecek, ancak çocuğa iyi bir aile olduklarına kanaat getirdikten sonra nüfuslarına geçirmeleri için onay verecek, yoksa çocuğu geri alacaklardı. Ali Rıza ve Songül Dinar iki hafta sonra Kerim’le olan yeni hayatlarına başladılar. Bu arada jandarma kamp yapan gençlerin ifadelerinde bahsettikleri ormandaki evin neresi olduğunu anlamadıkları için diğer çocuğu hiç aramadılar.
(devam edecek)