O kış bitmek bilmedi, zavallı Nurettin, hem karısına, hem kızlarına, hem damdaki hayvanlara, hem de eve bakmak zorundaydı artık. Elinden geleni yapsa da, hiç birine tam olarak yetişemiyordu. Hayvanları boş verse onlardan gelen sütü, yumurtayı boş vermesi lazımdı. Kışın zaten sınırlıydı yiyecekleri. Çorba yapmayı öğrenmişti ama ekmek yapmayı bilmiyordu. Zümrüt ona komutla bir kaç kez yaptırdı ekmek ama maalesef Nurettin aklında tutamadı tarifi bir türlü. Üstelik bütün bu işleri yaparken Meltem’i gözünün önünden ayırmamak da çok zor oluyordu. Çocuk artık büyümüş iyice hareketlenmişti. Sonunda Zümrüt’ün iyice zayıflayan ve bakımsız kalan bedeni dayanamadı ve zavallı kız uykusunda ruhunu teslim etti. Nurettin sabah onu uyandıramayınca çok ağladı. O ağladı, Meltem ağladı, o ağladı, Meltem ağladı. Zümrüt’ün cansız bedeni ertesi sabaha kadar kaldı yatakta. Kar henüz kalkmamıştı, toprak dondu, dışarı çıkıp mezar kazması gerekiyordu Nurettin’in ama Meltem vardı. Üstelik eli çabuk da değildi. Zümrüt’ün son nefesini verdiği günün gecesi Meltem uyuyunca sessizce dışarı çıktı. Soğuktan titreyerek evin arkasına bir çukur kazmaya başladı. Toprağın sertliği, arada bir girip Meltem’i kontrol etme ihtiyacı derken, çukuru bitirdiğinde çoktan sabah olmuştu. Meltem uyanmadan karısının cansız bedenini yatağın çarşafına sarıp, çukura koydu ve üzerini tamamen olmasa da görünmeyecek kadar toprakla örttü. Meltem uyandığı için içeri girip çocukla ilgilenmek zorundaydı. Ağlayarak ona dünden kalan çorbayı ısıtıp içirdi. İçeride soba yandığından onu tek başına bırakıp çıkamıyordu. Bulabildiği en kalın giysileri giydirdi ve onunla birlikte çukurun başına geldi. Eğer böyle tam kapamadan bırakırsa, gece vahşi hayvanlar gelip, onu çıkarmaya çalışabilirdi. Çocuğun ıslanıp üşüyeceğini anlayınca içeriden bakır leğeni getirip, battaniyeyi içine serdi. Meltem’i de üzerine oturtup oyalanması için bir şeyler verdi. Akşam hava kararmadan mezarı kapatmayı başardı. Başına dikecek bir şey bulamadığı ve Meltem’in artık hasta olacağından korktuğu için yine çocuğu alıp içeri girdi.
Yorgunluktan kıpırdayacak hali kalmamıştı, hayatının en zor işiydi Zümrüt’ü toprağa vermek. Meltem Nurettin’in halinden anlamadığı için sürekli oradan oraya koşuyor, oyun istiyordu. Son bir gayretle hava kararmadan hem kendisinin, hem de çocuğun karnını doyurdu ve yanına aldığı Meltem ile birlikte uyudu kaldı. Çocuk da hava karardıktan sonra bir şey yapamadığı için onun yanına kıvrılıp uyumuştu. Sabaha doğru üşüyerek uyandı. Meltem’in üzerini sıkıca örtüp, ağıla gidip odun getirdi, sobayı yeniden tutuşturana kadar Meltem uyandı. Zavallı o kadar ağır hareket ediyordu ki, yapması gereken veya yapmak istediği işleri bir türlü zamanında bitirip, diğerine geçemiyordu. İlk defa kapılarını çalan kimse olmadığı için üzülmüştü. Ablasından sonra en sevdiği insanı kaybetmişti ve nasıl bakacağından bile emin olamadığı bir çocukla baş başaydı, aklı ve gücü bu yaşamı eskisi gibi devam ettirmeye yetmiyordu. Öyle, böyle bahar sonunda geldi. Zümrüt’ün başına kürek dikilmiş mezarının üzerinde otlar çıkmaya başladı. Hayvanlar dışarı çıkınca mezarı ezmesin diye etrafına taşlar ve tahtalardan elinden geldiğince derme çatma bir çit yaptı.
Yine bir gün mezarın başında, Meltem’i oynatırken ki hava artık yaza dönmek üzereydi, adını söyleyen sese dönüp baktı. Ona gülümseyerek bakan kadını çıkaramadı önce ama sonra o gülüşü hatırladığını fark etti. Kıştan beri arada bir Zümrüt’ün de sesini duyup, hayalini görüyordu. Yine öyle olduğunu sanıp, başını önüne eğdi.
“Nurettin beni tanımadın mı?” dedi Neriman hanım gözünden inen yaşlarla.
“Abla?” dedi Nurettin şaşkınla.
“Ablan ya!” diyerek koşup kardeşine sıkı sıkı sarıldı Neriman hanım, “Ablan ya! Canım kardeşim benim, canım, seni ne kadar merak ettim bir bilsen!”
Neriman hanım çocuğu görünce çok şaşırdı. Önce onu Nurettin’in kızı sandı ama sonra Nurettin’den bütün hikayeyi öğrenince ne diyeceğini bilemedi. Annesi o gider gitmez ölmüştü. Boşu boşuna onca yıl o ailenin kahrını çekmiş, kardeşini de sahipsiz bırakmıştı. İki kardeş o kadar çok ağladılar ki, Neriman hanım ancak ertesi gün kendi başına gelenleri anlatmaya fırsat bulabildi. Bu arada saçları taranmamaktan düğüm olmuş Meltem’i yıkadı önce, sonra bulduğu bir makasla iyice uzayan saçlarını kesti. Meltem Nurettin ile tek başına kalalı beri neredeyse konuşmayı unutacak seviyeye gelmişti. O kadar zayıftı ki, midesine çorbadan başka bir şey girmiyordu çok uzun zamandır.
“O kadar üzülmüştüm ki duyduklarıma ve gördüklerime, dünyam sanki ikinci kez başıma yıkılmıştı. O adamın koynuna girip gelini olduğumda ölmüştüm ilk kez, ikinci kez de Nurettin’in anlattıklarını dinleyip, halini görünce” yazmıştı Neriman hanım o satırların sonuna. Meltem’in de gözleri dolmuştu iyice. Zümrüt’ün ölmesine çok üzülmüştü, o sadece Meltem’e değil, Nurettin babaya da annelik yapmıştı. O gidince ikisi de öksüz kalmıştı. Eğer halası gelmemiş olsa belki de kış girmeden ikisi de ölüp giderlerdi o ıssız ormanda.
Neriman hanım kendisine verilen paralarla iki oda bir salon bir ev almış, dayamış, döşemiş, sonra da annesi ve kardeşini görmeye sevinerek köye gelmişti. Babasının köyden çekip gittiğini zorla öğrenmiş, evlerinin de eşyalarla bakımsızlıktan yıkılıp gittiğine şahit olmuştu. Nurettin’in evlenip, ormana yaşadığını köylülerin ağzından zorla aldıktan sonra, zar zor bulabilmişti evi. Bir ara kaybolduğunu sanıp, paniğe kapılmıştı ama sonra her nasıl olmuşsa ev karşısına çıkıvermişti. Karlar eriyip, eski patika ortaya çıkmasa zaten mümkün değil bulamazdı. Bir kaç gün kardeşi ve Meltem ile ormandaki evde kalıp, gerekli gördüğü eşyaları topladıktan sonra onları da alıp önce köye, oradan da ilçeye otogara gidip, otobüsle İstanbul’a döndü. Nurettin’i bir kez daha bırakamazdı. Çocukla ikisinin hali perişandı. Kardeşinin çocuk bakması mümkün bile değilken yine de Neriman hanım gelene kadar iyi kötü canlı tutmayı başarmıştı. Yeni evlerine gelir gelmez, ikisini de alıp hamama götürdü. Hamamcıya Nurettin’i iyice temizlemesi ve makası alıp saçlarını kesivermesi için para verdi. Düğüm olan saçlarını Zümrüt’ten sonra tarayamadığından keçeye çevirmişti. Kendisi de Meltem’i bir güzel pakladı yeniden. Çocuğun yüzü gözü açılıp pembeleşti biraz. O hafta ikisini de alıp bir doktora muayene ettirdi. Sağlıksız beslendikleri için zayıf düşmüşlerdi, çok şükür başka bir sıkıntıları yoktu. Kalan paraların bir kısmı ile Meltem’e ve kardeşine yeni giysiler aldı. Meltem’e bir kaç da oyuncak. Çocuk ilk başta garipsemiş olsa da çocuk olduğundan olsa gerek eve kolayca alıştı ama köy evindeki gibi kapıyı açıp çıkmak istediği için Neriman hanım zincir taktırmak zorunda kaldı. Geleli bir ay olmuş, ikisinin de yanak çukurları yeniden dolmaya, daha sağlıklı görünmeye başlamışlardı. Neriman hanım kardeşinin yanında olmasından çok mutluydu ama nedense Nurettin aynı şekilde mutlu görünmüyordu. Onu biraz sıkıştırınca Zümrüt’ü ormanda tek başına bıraktığı için kötü hissettiğini söyledi. Onu getiremeyeceklerini tabi ki biliyordu ama şehir ona göre değildi. Hayvanları özlemişti, evi özlemişti, Zümrüt’ün mezarına bakması gerekiyordu. Gelirken hayvanları muhtara teslim etmişlerdi. Neriman hanım ne kadar konuşsa da onu ikna edemedi. Nurettin geri dönmek istiyordu. Meltem artık güvendeydi, üstelik şehirde onu kimse bulamazdı. Çocuk ağzından bir şey kaçırır diye hikaye ona hiç anlatılmayacaktı. Belki yetişkin olunca söyleriz diye karar verdi iki kardeş.
(devam edecek)