Yalan gerçekler – Bölüm 9

Bir süre daha dışarıda dolaştı Meltem ama bu üşümekten başka bir işe yaramayınca, markete gitti. Halasının hastalığının ilerlediği sıralarda söylediği bir kaç şey geldi aklına, o zamanlar hayal gördüğünü ya da Meltem’in bilmediği bir başka hikayeden bahsettiğini sanıyordu ama şimdi onları hatırlayınca kadıncağızın hastalıkla pek çok şeyi yeniden yaşadığını anlayabiliyordu. Babası sandığı Nurettin’i her andığında ağlardı, zavallı Nurettin babasından sonra kendisine eş seçilen Zümrüt ile mutlu olup yaşayacakken birden bire Meltem ortaya çıkmış, sonrasında da zavallı Zümrüt ölmüştü. Onun neden öldüğünü merak ediyordu ama sanki olanların sorumlusu gibi bu gün yeniden günlüğü eline almak istemiyordu. Eve gelip aldıklarını mutfağa yerleştirmeye başladı. Biraz yemek yapacaktı.

“İş bulmalıyım!” dedi kendi kendine. Sonra bir ağa torunu olduğunu hatırladı. Acaba annesi babasının onayladığı biri ile evlenip de Meltem’i doğurmuş olsa hayatı nasıl olurdu. Kim olduğunu bile bilmediği dedesinin malının peşine düşse ve ispatlayabilse torunu olduğunu pay alabilir miydi acaba? Annesinin bile adını bilmiyorken dedesinin adını soyadını nereden bilecek de bulacaktı.

“Ağanın seyise kaçan kızının kızıyım ben!” dediğini hayal etti gidip, “Ağanın acımayıp da peşine silahlı adamlar taktığı kızının kızı!”

Annesinin başka kardeşi var mıydı acaba? Teyzeleri, dayıları? Onlar da mı karşı çıkmamıştı ağanın zulmüne? Peki ya anneannesi? Kızını, torunlarını kurtarmayı hiç mi denememişti acaba? Günlüğün yanıtlayamayacağı sorular da vardı.

“Hayalperestliği bırakıp bir iş bulmalıyım!” dedi alışveriş fişini kontrol ederken. Hayat çok pahalanmıştı. Halası ona belirli bir miras bırakmıştı ama şimdi düşününce aslında o mirasın asıl sahibi bile değildi. Para kan bağı olmadan halası sandığı kadının rahmetli kocasından kalmıştı.

“Aman!” diyerek eliyle havada görünmeyen düşünceleri savurdu.

Neyse neydi işte, gerçekleri bilmek onun hayatına bir şey katmadığı gibi zaten acısı varken iyice kafasını karıştırmıştı. Halası veya değildi, Meltem o kadını annesi gibi seviyordu. Ondan başka da anne tanımamıştı zaten. En azından hatırlamıyordu. Düşünceleri istediği kadar kovalamaya çalışsa da bir süre sonra hepsi başının üzerin üşüşüyorlardı yeniden kara sinekler gibi. On beş dakikadır zaten kaynamış çorbayı karıştırıp duruyordu ara vermeden. Kolu ağrıdığı için ne yaptığını fark edip, durdu. Fırındaki sebzeyi kontrol etti hemen, dalıp onu da yakmış olabilirdi ama neyse ki yemek henüz suyunu salmıştı, çorba gibi kolayca pişmiyordu. Fırındaki yemeği unutmamak için telefonuna uyarı koyup içeri gitti. Günlüğe yapışmamak için kendiyle mücadele ediyordu. Televizyonu açtı, bir film kanalı buldu, zaten başlamış olan filme odaklanmaya çalıştı. Bir eski Türk filmiydi açtığı, ünlü oyuncu eski köy evinde, eski kıyafetlerle beşikteki bebeği sallıyor bir yandan da ağlıyordu. Hemen Zümrüt veya annesinin tanımadığı hayali geçti kadının yerine, beşikteki bebekte oydu. Filmin jönü o kadar yakışıklıydı, rahmetli babası Nurettin değil ama belki öz babası Osman olabilirdi. Belki Zümrüt ve Nurettin gibi kaçıp bir orman evinde yaşamışlardı onca zaman. Öyle ya Meltem, ardından kardeşi dünyaya gelene kadar bir yerlerde yaşamıştı bu insanlar yakalanmadan. Acaba o evleri neredeydi? Film yaralarını kaşımaya başlayınca kumandayı alıp sinirle kanalı değiştirdi. Haberler filmden de korkunç dramlar içeriyordu. Rahmetli Neriman hanım kadın programları seyrederdi aklı yerindeyken, bir kaç da gündüz dizisi vardı. Akıl gitmeye başlayınca hepsini unutmuştu. Yine de ses ve görüntü ile oyalanıyor diye Meltem açmıştı ona televizyonu seyrettikleri başladığı zaman. Bilmeyen seyrettiğini sanırdı ama sorunca bir dakika önce ne olduğunu anlamadığı ortaya çıkıyordu.

Bazen geceleri uyumaz evin içinde annesi ve kardeşini arardı. Babasına küfür ederdi çokça, tabi Hasan beye, Meltem’in kilere değil. Annen gelir demişti bir kaç kere, Meltem Zümrüt’ten bahsettiği için “O melek oldu ya halacığım!” derdi öyle söylediğinde, “Belli olmaz, oğlanı alır gelir belki!” demişti o da. Oğlan deyince kardeşi Nurettin’i diyor sanmıştı Meltem. Büyük ihtimalle Meltem bir gün gerçekleri öğrensin diye yazılmıştı o defter, akıl sağlığının uçup gideceğini hesap etmemişti herhalde. İyi ki de yazmıştı.

Bir an için hastayken hepsini hayal edip mi yazdı diye düşündü ama sonra hastalığı boyunca evde yanında olduğunu hatırladı. Bu deftere bunca şeyi ona göstermeden yazması mümkün değildi. Muhtemelen daha önceleri Meltem okula gittiğinde veya geceleri yatmadan yazmıştı hepsini. Belki yazdıkça barışmıştı hikayeleri ile kim bilir? Annesini kurtarmak için kendini feda etmişti, Meltem’in annesi ile babası da çocuklarını kurtarmak için canlarını vermişlerdi. En azından babasının hayatta olmadığını yazıyordu günlük. Keşke Nurettin babası sağken bunları öğrenmiş olsa ve orman evinde ondan dinleseydi bu hikayeyi.

Tüm direncine rağmen hikaye ve günlük bir türlü aklını bırakmıyordu. Telefonu fırına bakması için uyarı sinyali verene kadar oyalandı. Sonra gidip fırını kontrol etti, neredeyse on dakikası ya var ya yoktu yemeğin, içeri gidip dalar da yemeği yakar diye fırının önüne yere oturup, puslu camdan yemeği seyretmeye koyuldu. Fırının içinden tatlı bir sıcak hava yüzüne doğru üflüyordu. Fırının camında kendini görünce acaba anneme mi baba mı benziyorum diye sordu kendi kendine. Bu sorunun da yanıtı yoktu elbette. Bütün bunları öğrenmeden önce bir şeyler sırdı zaten biliyordu ama şimdi o sırlar ortaya dökülünce beraberinde asla öğrenemeyeceği başka sırlar oluşmuştu. Hayatı boyu hayatı ile ilgili soru mu sorup duracaktı, annesi, kardeşine ne olduğunu öğrenebilecek miydi?

“Belki de günlük onları da yazıyordur!” dedi bu defa, fırını kapatıp, sıcağıyla pişer diye düşünüp yeniden odaya gitti ve günlüğü alıp kaldığı sayfayı bulmaya çalıştı, evi saran yemeğin kokusu yüzünden karnı gurulduyordu aslında ama günlüğü erteleyerek de düşüncelerden kurtulamayacağını anlamıştı. Bu defa günlüğü alıp mutfağa gitti, tabağına sıcak çorbadan koyup günlüğü açtı ve bir yandan yiyip, bir yandan okumaya başladı.

Havalar iyice ısınınca, Meltem ağıla da girip çıkmaya başladı Zümrüt ile hayvanları çok seviyordu. Kapının önünde vakit geçirmeyi seviyor, hava kararıp içeri girince ağlıyordu. Gece olunca duyulan kurt seslerini söylüyordu Zümrüt ona, karanlıkta içeride olmaları gerekiyordu. Hiç masal bilmediği için kendi uyduruyordu bir şeyler bazen. Hikayeler ormanda bir çocukla ilgili oluyordu. Meltem küçük olduğundan dikkati dağılıyor dinlemiyordu ama Nurettin çok dikkatle dinliyordu Zümrüt’ün uydurduğu hikayeleri.

Nurettin yine ormana gidip odun toplamak zorunda olduğundan, Zümrüt Meltem ile yalnız kalmaya başladı evde. Çocuğu iki dakika gözünün önünden kaçıracak diye ödü patlıyordu. Bazen de ormandan sesler duyduğunu sanıyor, ağanın adamları çıkıp gelecek diye kızı kaptığı gibi içeri kaçıyordu. Meltem bunun bir kaçış oyunu olduğunu sandığı için önce kıkır kıkır gülüyor, sonra çıkıp yeniden yapmak için ağlıyordu. Nurettin ormanda bulduğu değişik taşları, hayvana benzeten odun parçalarını alıp eve getiriyordu Meltem oyalansın diye. Zümrüt çamaşırları iple bağlayıp bebek yapmıştı ona. Nurettin ve Meltem için hayat güzelce akıp giderken, Zümrüt günden güne eriyordu. Çok koşturduğu için öyle olduğunu sanıyor üzerinde durmuyordu ama kış yeniden geldiğinde artık hareketleri iyice yavaşlamaya başlamıştı. Nurettin onu dinlendirmek istediğinden onu yorma pahasına en azından çorba yapmayı öğrendi. Çünkü Zümrüt yatıp kalınca yiyecekleri de olmuyordu. Nurettin için sorun değildi belki ama bir çocukları vardı artık. Onun midesine sıcak bir şey gitmezse o da hasta olur, Nurettin mümkünü yok ikisine birden bakamazdı.

(devam edecek)

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s