Meltem’in adını bile bilmedikleri annesi bir daha geri gelmedi. Ona ve oğluna ne olduğunu o zamanlar hiç öğrenemediler. Hayatlarına nasıl bakacaklarını bilmedikleri küçücük bir çocuk dahil olmuştu birden bire. Onlardan çok üşüyor, acıkıyor, dikkate ve bakıma ihtiyacı oluyordu. Henüz bezli olduğundan üzerindeki bezi yıkayarak kullanmak yetişmeyince, ikisinin çamaşırlarını kesip bez gibi kullanmaya başladı Zümrüt bezler hemen değişmezse çocuğun altı pişik içinde kalıyor sürekli ağlıyordu, değişip hemen yıkanmazsa çok kötü kokuyordu. Yıkamak ayrı bir zorluktu, çitile çitile elleri parçalanmıştı Zümrüt’ün. Evin işi birken beş olmuştu bir anda, zavallı Nurettin yardım etmek istiyor ama elinden bir iş gelmediği için karıştığı şeyleri daha da zorlaştırıyordu. Zümrüt gergin olmaya başlamıştı çok yorulduğu için. Çocuk geceleri de uyanıp ağlamaya başlıyordu durup dururken, karnı mı aç, altı mı pis, bir yeri mi ağrıyor anlayana kadar uyku falan kalmıyordu. Zümrüt dinlenebilsin diye Nurettin çocuğun sakin olduğu tüm zamanları onunla geçiriyordu. Artık yavaş yavaş yürüme arifesinde olan çocuğun, sedirden düşmesini, sobaya gitmesini ya da tehlikeli başka bir şey yapmasını engelliyordu en azından. Bahara kadar zorlu bir mücadele verdileri. Meltem o arada bir kaç kelime daha söylemeye ve kendi başına yürümeye başlamıştı. Sobanın eziyeti bitip havalar iyice ısınana kadar çok rahata kavuşamadılar. Sobayı yakmak, sönmesi engellemek Zümrüt’ün işiydi. Odunu damdan getirmek, külü dökmek de Nurettin’in. Bütün bu haftalar boyunca Meltem’i de iki kez hasta etmişler, doktora gidemedikleri için kendi başlarına uğraşıp iyileştirmişlerdi. Zavallı çocuk iki kez birer hafta burnu tıkalı olduğu için zor nefes alarak dolanıp durmuştu. Yürümeyi yeni öğrendiği için ateşi de olsa etrafı kurcalamaktan geri durmuyordu. Beş dakika arkalarını dönseler hemen tehlikeli olabilecek bir şeyleri buluyordu. O güne kadar çocukla yaşamadıkları için neyin çocuk için tehlikeli olabileceğini ancak yaşayarak öğreniyorlardı. Bütün sıvı malzemeler Meltem’in ulaşamayacağı yüksek yerlere kaldırılmıştı. İşin en kötüsü de çocuğun hiç giysisi olmamasıydı. Havalar biraz düzelince onu da alıp köye gittiler. Köydekiler ikisinin kucağında çocuk görünce onların olmadığını hiç düşünmediler bile. Zaten o kadar nadir görüyorlardı ki, hamileliği ya da Meltem’in bebekliğini sorgulayacak halleri yoktu. Çocuğa giysi alacak yer köyde elbette yoktu ama bunu Zümrüt ve Nurettin düşünememişlerdi. Muhtar onların haline acıyıp, Meltem’le çocuğu olan ailelere haber gönderdi. Söz konusu bir çocuk olunca herkes evinden getirip bir şeyler verdi. Çerçi geldiğinde onlar köyde olmadığından Meltem için de bir şeyler alacaklarına söz verdiler. Zümrüt ceplerindeki paradan biraz bırakmak istese de muhtar kabul etmedi. Zaten adamın çocuk kıyafeti getireceği de belli değildi, ancak sipariş verirlerse alıp gelebilirdi. Mevsim yaza döneceğinden yazlık kıyafetler isteyecekler, köyde çocuğu olanlarda küçülenleri getirip muhtara vereceklerdi. Toplanan kıyafetlerle sevine sevine onca yolu geri yürüdüler. Zavallı Zümrüt iyice zayıflamış ve güçsüz düşmüştü, yorulunca da gergin olup Nurettin’e bağırıyordu ama yine de bir çocukla yaşadıkları için mutluydu. Aslında Nurettin muhtara Meltem’in annesi ile ilgili bir şey bilip bilmediklerini sormak istediğini söylemişti yola çıkmadan ama Zümrüt o zaman gelip kızı bulacaklarını söyleyip kesinlikle kabul etmemişti. Zavallı kadının yeni doğmuş oğlunu kaçırmayı başardığını ama ağanın adamları peşine düşünce ormanda rastladığı kampçılara çocuğu verip kaçtığını, sonra da yakalanıp vurulduğunu öğrenememişlerdi böylece. “Hatta hiç öğrenemediler.” yazıyordu sayfadaki son cümlede, Meltem yanındaki lekenin göz yaşı olduğunu düşündü.
Annesi ve babası öldürülen o kızın Meltem olduğu artık kesinleşmişti. O zaman halası da gerçek halası değildi. Meltem gözlerini kocaman açmış her şeyi yeniden yeniden düşünüyordu. Babası nereli olduğunu bile bilmediği Osman adında bir seyis, annesi adını bile bilmediği bir ağa kızıydı.
“Bunu benden nasıl saklarlar?” dedi kendi kendine. Aslında cevabın basit olduğunu ancak bir kaç saat sonra düşünebilecekti. Defteri öylece bırakıp, salona gitmiş kendini kanepeye bırakmıştı. Bir süre öylece durduktan sonra zaten annesi sandığı Zümrüt’ü de hiç hatırlamadığını düşündü. Halası onu üç yaşında aldığına göre Zümrüt ondan önce ölüp gitmişti. Muhtemelen babası sandığı Nurettin ablası gibi olan karısı öldükten sonra Meltem’e bakamamıştı. İyi ama Neriman hanım o sırada İstanbul’dayken bütün bunlardan haberi olup, Meltem’i nasıl almıştı. Kafasının içinde milyon tane soru uçuşup duruyordu. Bu öğrendiklerine çok şaşırmıştı ona şüphe yoktu ama anne baba bilip yanlarında büyümediği ve şimdi hayatta olmayan insanların aslında anne babası olmadığı ve asıl anne babasının da aslında hayatta olmamasına üzülmeli miydi? Üstelik ne anne baba sandıkları, ne asıl anne babası ne de onu büyüten halası hayatta değildi artık. Kimsesi yoktu ama zaten halası öldüğünde de bunu biliyordu günlüğün ona ispatladığı bir gerçek değildi bu. İçine büyük bir sıkıntı çöktü. Bunları konuşacak birinin olmaması çok büyük bir eksiklik olarak gözüküyordu gözüne şimdi. Aslında buluşup konuşabileceği arkadaşları vardı ama böyle bir şeyi başkaları ile paylaşmak doğru gözükmüyordu. Ağa hâlâ kayıp torunlarını arıyor olamazdı herhalde? Peki ya kardeşi? Öyle ya bu günlüğe göre Meltem’in bir erkek kardeşi vardı. O zavallının başına neler gelmişti acaba? Belki de ağanın adamları sonra o kampçıları bulup çocuğu ele geçirmişler ve çoktan öldürmüşlerdi. Tüyler diken diken oldu bir anda. Nurettin ve Neriman’ın hain babaları Hasan’ı kötü sanırken, öz babası olan ağa ondan da kötü çıkmıştı. Ölü anne babalar, kötü dedeler dışında hikayenin en iyi yanı yine de Neriman hanımın yanında büyümüş olmasıydı sanki. Neriman hanım kendi başına gelenlerden sonra kardeşinin başına gelenleri de öğrenince şoka girmiş olmalıydı. Acaba nasıl öğrenmişti. Günlükte yazdığından emindi ama şimdi günlüğe geri dönmek istediğinden emin değildi. Başı fena halde ağrımaya başlamıştı.
“Umarım ölmüşlerdir!” dedi iki kötü dedesi için. Okuduğu kendi hikayesiydi ve onu strese sokmuştu. Bunları bilmeden daha mutlu olduğunu düşündü. Aslında halasına hak veriyordu. Bunları anlatmış olsa hem kendisi yeniden stresleri hatırlayacak, hem o zamanlar çocuk olduğu için Meltem’in bitmek bilmeyen sorularını yanıtlayacak, Meltem’de öğrendikçe gerilecek ve belki de zavallı Neriman hanımı da gerecekti. Aslında kadıncağız saklamakla ikisine de iyilik yapmıştı. Bunları biliyor olması hayatının akışında hiç bir şey değiştirmiyordu. Kayıp ve hayatta olup olmadığını dahi bilmediği bir erkek kardeş dışında tabi. Keşke onu da Meltem ile birlikte getirip o orman evine bıraksalardı. O zaman en azından o da kurtulmuş olurdu ve şimdi ikisi birlikte bu gerçekle yüzleşirlerdi. Bir kardeşi olması fikri içini ısıttı. Hayatta olmadığı düşüncesi onu geriyordu, bu düşünceyi kafasından uzaklaştırmaya çalıştı. Evde kafasını toparlayamayacağını anlayınca dışarı çıkmaya karar verdi. Zaten markete gidilmesi gerekiyordu. Halası öldüğünden beri pek evden çıkmadığından eksikler artmıştı. Mutfaktaki kavanozdan para aldı, ev kıyafetlerinin üzerine uzun kabanını giyip dışarı çıktı, kapüşonu da kafasına geçirdi. Hava oldukça serindi. Ağzını açtığında çıkan buharı görecek kadar serindi hem de. Şehirde bile kış bu kadar soğukken ormanda o evde soğuğu düşünemiyordu bile. Anne ve babası sandığı o zavallı çocuklar nasıl yaşamışlardı kendi başlarına kim bilir. Şimdi düşündükçe her şey daha gerçek geliyordu. Okurken merak ve heyecana kapıldığı için bazı şeyleri düşünemiyordu ama şimdi yürürken kendini onların yerine koyabiliyordu. Başının ağrısının geçeceğini umarak derin derin nefesler almaya başladı.
(devam edecek)