Yalan gerçekler – Bölüm 6

“Tüm eğitim emekçilerinin öğretmenler günü kutlu olsun!”

Zümrüt ve Nurettin’in evlilikleri dördüncü yılını bitirdiğinde artık birbirlerine ve ormanda yaşamaya iyice alışmışlardı. Dündar bey o kış çok hastalandığı için onları görmeye gelemeyince arada bir el ele tutuşup ikisi geliyorlardı köye. Zümrüt kaybolur diye Nurettin’i tek başına yollamıyordu bir yere Allah korusun yolunu kaybedip geri gelemese kurda kuşa yem olurdu. Zaten ağır geçiyordu kışlar köylerinde, kurda kuşa yem olmasa donardı zavallı. Oysa kar olmayınca köyden eve varana kadar gide gele patikalaşmıştı yolları. Dündar bey de kamyoneti ile geliyordu onca yolu yürümek istemediğinden. Ancak kar yağında ne patika kalıyordu ne de iz. Nurettin hızlı yürüyemediği için iyice sarınıyorlar, köye vardıklarında buz kesmiş oluyorlardı. Hemen geri dönemeyecekleri için bir gece kalıp, ertesi gün aynı yolu, aynı hızda geri dönüyorlardı. Aslında Zümrüt’ün annesi kışları onların evinde geçirsinler istiyordu ama o zaman da hayvanlar aç kalacağı için maalesef olmuyordu. Yaz gibi dışarı çıkıp otlayamadıkları için hepsini beslemek gerekiyordu. Dam hemen evin altında olduğundan kışın ısınmalarına da fayda sağlıyordu. Nurettin yaz boyu topladığı odunları da hayvanların olduğu yere duvara beraber diziyordu. Zaten bütün bir yaz ancak bütün bir kış yetecek kadar odun toplayabiliyor, Dündar beyin planladığı gibi köye getirip satacak bir şey kalmıyordu. Dündar bey ne yazık ki o kışı çıkaramadı. Zümrüt o kadar üzüldü ve ağladı ki, Nurettin ne yapacağını şaşırdı. Her zaman Zümrüt ona sarılıp teselli ediyordu, şimdi aynısını onun yapması gerekiyor ama becermediğini düşünüyordu. Kıza boğacak gibi sımsıkı sarılıyor, gözlerinden akan her bir damlayı silmeye çalışıyordu. Zümrüt bir ay her gün ağladı babasının arkasından. Annesi babasının ardından köyde tek başına kalmaya korktuğu için kar kış demeden ilçedeki ablasının yanına gitti evi kapatıp. Zümrüt gelip onlarla yaşamasını teklif etse de kabul etmedi. Ne kadar sevse de damadının tuhaflıklarından çekiniyordu. Zümrüt ile Nurettin artık kimseye ihtiyaç duymadan kendi başlarının çaresine bakabildikleri için gözü arkada değildi. Bahar bitince gelip onları görüp, evi tamamen kapatmayı planlıyordu. Kocasını çok önce kaybeden kız kardeşi birlikte yaşamayı teklif ediyordu. Şehirde insanların gözleri önünde mutlu olamayacaklarını bildiğinden o kızı ve damadına onunla gelmeyi teklif etmedi. Şimdi ki düzenleri rahmetli kocası sayesinde zar zor kurulmuştu. En iyisi onları yerinden hiç oynamamak olacaktı.

Zümrüt’ün annesi de gittikten sonra fazla kapılarını açan olmamaya başladı. Köylü onları ormanın içinde unutmuştu. Çok nadir bir ihtiyaçları olup köye inmeseler de hatırlayan olmazdı.

Bir gün ikisi evde otururlarken kapıları çalınca ikisi de merakla kapıya yöneldiler. Misafire alışık olmadıkları için insan görünce seviniyorlardı. Kapıyı çalan adam otuz yaşlarında, esmer, iri yarı biriydi. Karda yolunu kaybetmişti. Adamı içeri alıp, sıcak çorba verdiler ve kuruyup, ısınması için sobanın yanında yer hazırladılar. Adam bu iki tuhaf çocuğun evli olduklarını duyunca oldukça şaşırdı. Onun geldiği yerde çocuk yaşta evliliğe pek sıcak bakılmazdı. Hava erken karardığı, Nurettin’de ona yolu gösteremeyeceği için adamı o gece evlerinde misafir ettiler. Adam da bu misafirperverlikten çok memnun kaldı. Köyün biraz dışındaki çiftlikte seyislik yapacaktı. Çocukluğundan beri atları çok severdi. Çiftlikte de bolca at olduğunu öğrenmişti. Seyis ailesi ile birlikte başka yere gittiğinde yeni birini arıyorlardı. Ancak karda yolunu kaybedip köye bile varamamıştı. Atını, Nurettinlerin hayvanlarının yanına bağlanmış, hayvan da geceyi güvende ve sıcak bir yerde geçirmişti. Sabah olunca, Zümrüt yolcuya yine sıcak bir çorba ikram etti. Zaten onlarda kışın çoğunlukla sıcak çorba ile kahvaltı ediyorlardı. Adam durumları çok iyi olmamasına rağmen ellerindekini iyi niyetle paylaşan bu genç karı kocayı çok sevmişti. Ona gösterdikleri misafirperverlikten dolayı teşekkür edip, Zümrüt’ün tarif ettiği yöne doğru yola çıktı.

Bir ay kadar sonra karlar erimeye döndüğünde bir gün yine kapı çaldı ve seyis elinde un çuvalları ile geri geldi. Onu ve atını donmaktan kurtarıp ağırladıkları o gece için teşekküre gelmişti. İşe başlamış, bu unları da ilk maaşı ile çiftlikten almıştı. Zümrüt hemen sıcacık ekmek pişirdi onlara, yine Zümrüt’ün yaptığı yağla güzelce yediler birlikte. Seyis Osman bey ile böylece arkadaş oldular. Adamcağız bulduğu her fırsatta bu iyi niyetli insanları ziyarete gelmeye başladı. Her gelişinde de mutlaka eli kolu dolu geliyordu. Dündar beyden sonra eksilenlerini tamamlayan kalmadığı için, kendi üretebildikleri dışında kalan şeylerin eksikliğini yaşıyorlardı. Osman bey de onların halini anlayıp, hikayelerini öğrendiği için hiç boş bırakmıyordu. Onlar da ellerinden geldiğinde onu iyi ağırlamaya çalışıyorlardı. Osman bey çiftlikteki işinden memnundu. Aile atları seviyordu. Özellikle kızlarının kendine ait beş tane atı vardı. Zümrüt ve Nurettin hiç ata binmedikleri için onu ağızları açık dinliyorlardı. Osman bey havaların iyi olduğu bir gün ikisini atına bindirip gezdirdi biraz. İkisi de korktukları için bir daha binmediler. Artık Osman beyi aileden biri gibi görüyorlardı. Eksiklerini o tamamlayıp getirdiği için artık köye de uğramıyorlar, köydekiler de eksikliklerini hiç hissetmiyorlardı.

Aradan bir buçuk yıl geçtikten sonra Osman bey bir daha gelmez oldu. Adamı merak etseler de çiftliğe gidip soramayacakları için ellerinden bir şey gelmiyordu. Zümrüt onun işi bırakıp gittiğine kanaat getirmişti ama neden gelip veda bile etmediğini anlayamamıştı. Böylece Osman beyin desteği ile kolaylaşan hayatları yeniden eski haline geri döndü. Köyden kimse de Dündar bey ölüp, anneleri gittikten sonra bu çocuklar ormanda ne yapıyorlar diye düşünüp ilgilenmemişti. Dündar beyden sonra Zümrüt’ün annesi onlara epeyce bir miktar para bırakmıştı. İhtiyaçları olunca dama sakladıkları paradan alıp kullanıyorlardı. Osman bey varken neredeyse hiç ihtiyaçları olmayan parayı, onun gidişi ardından yeniden tüketmeye başladılar. Köye yine birlikte gidip ihtiyaçlarını alıp geri geliyorlardı. Bir gün köye geldiklerinde midesini üşüten Zümrüt öğürüp durduğu için köylü onun hamile olduğuna kanaat getirdi. Altı yıldır bir çocukları olmamış olsa da demek ki yakında olacaktı. Hamile kalmanın nasıl olduğunu bile bilmeyen Zümrüt bir süre onların söylediği gibi hamile olduğunu sanarak yaşadı, ancak midesi kısa zamanda düzelmiş, karnında da hiç bir şişlik olmayınca bu inancından vazgeçti. Maalesef bir bebeğin nasıl olduğunu anlatacak bir büyükleri hiç olmamıştı. Biri on altı, diğer on sekiz yaşına gelmişti ve hâlâ iki kardeş olarak yaşıyorlardı.

Osman bey tam üç yıl ortalarda gözükmedi, böylece Zümrüt ve Nurettin’de arada bir ondan bahsediyor olsalar da geri geleceğinden umudu kestiler. Üç yıl sonra yine bir kış günü gece vakti kapıları yine çalındı. Bu defa adam “Osman ben!” diye bağırıyordu. Nurettin çok ağır hareket edebildiği için Zümrüt hemen kapıyı açtı. Osman bey zaten bildiği için atını dama kendi bağlamıştı. İçeri girer girmez, gaz lambasını üfleyerek söndürdü ve çocuklara sessiz olmalarını işaret etti. Her şey o kadar hızlı olup bitmişti ki, Zümrüt ve Nurettin neler olduğunu soramadan karanlıkta birbirlerine sokulup adamın hızla inip kalkan göğsünden yükselen nefesi dinlediler.

(devam edecek)

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s