Meltem bir günü daha oyalanarak geçirdikten sonra halasının yatağına oturup anahtarlı çekmeceyi seyretti ertesi sabah. Hayatı boyu etrafıyla çok ilgilenen biri olmamıştı. Halasının bu konuda hep sessiz olması nedeniyle belki, belki sadece çocuk ve ardından ergen olduğu için, kendi ruh halleri ve düşünceleri ile meşgul olmuştu. Yetişkinliğe adım attığı dönemde halasının hastalığı başladığı için birden olgunlaşmak zorunda kalmış, yine etrafıyla ilgili davranmamıştı. Bu evin içinde de, dışında da böyle devam ediyordu. Çekmeceyi porselen çiçekli kulpundan çekti ve defteri gördü. Bir keresinde halasının odasına girip bu deftere bir şeyler yazdığını gördüğünü o zaman hatırladı. Defterin hemen yanında ucu bıçakla açılmış ve yarısına kadar gelmiş eski bir kurşun kalem duruyordu. Dışı siyah deri kaplı defter yıllar önce bir firmanın vermiş olduğu ajandaydı. Meltem ajandanın üzerinde yazan tarihi okuduğundan neredeyse on yedi yıl öncesine ait olduğunu fark etti. Günlerdir evin içinde halasının bir gün lazım olur diye tuttuğu şeyleri fark ediyor ve bir kısmını ayıklıyordu. Ambalaj ipleri, paket lastikleri, ambalaj kağıtları, boş konserve kavanozları, yarım yanmış doğum günü mumları, Meltem’in yarısı kullanılmamış okul defterleri, bir yerlerden söküldükleri belli düğmeler, yine bir şeylerden kesilmiş kumaş parçaları, faturalar, makbuzlar ve daha neler neler. Evin neredeyse her çekmecesi ağzına kadar ıvır zıvır ile doluydu.
Elini uzatıp defteri aldı. Defterin ilk sayfasındaki ad soyad alanı özenle halasının adı soyadı ile doldurulmuştu. İmam nikahı ile evlendiği için soyadı hep kızlık soyadı olarak kalmıştı. Elini halasının adının üzerinde dolaştırdı ve yazıların olduğu ilk sayfaya kadar, takvim, ve resimli sayfaları çevirdi. İlk sayfadan itibaren halasının el yazısıyla doldurulmuş sayfalar vardı. Bunun bir günlük olduğunu düşündüğü için kendini yatağın üzerine çekip, sırtını yatağın sırtına dayadı ve dizlerini bükerek okumaya hazırlandı. Bu arada büzüşen yatak örtüsünü de eliyle düzeltti. Halası bu örtüyü ayırdığı o parça kumaşların hepsini kare şeklinde kesip örgü yünü ile birleştirerek yapmıştı. Her karenin ortasına yine aynı örgü yünüyle bir çiçek deseni işledikten sonra dikişler gözükmesin diye arkasına renklere uygun koyu renk bir çarşaf dikerek yatak örtüsü yapmıştı. Benzer şekilde yapılmış iki minder de yatak toplandıktan sonra üzerine konuluyordu. Bekleyen kumaşlarla bir tane de Meltem için yapmayı planlamış olsa da, hastalık gelince hepsini unutmuştu.
Günlüğün ilk sayfasında yazıldığı günün tarihi yoktu, sayfaları çevirdikçe devam eden sayfalarında farklı günlerde yazıldıkları ara ara kalem değişmesinden, yazının biraz değişmesinden belli olsa da hiç tarih atılmadan devam ettiğini gördü. Bu bir günlük sayılmazdı, Neriman hanım konuşmaktan hoşlanmadığı hayat hikayesini yazmıştı.
“İlk hatırladığım şey annemin sürekli tarlada ve evde çalıştığı, babamın da sabahtan akşama kadar kahvede kağıt oynadığıydı” diye başlamıştı.
Neriman hanımın annesi Gül hanım çok çalışkan ve becerikli bir kadındı. Ancak babası Hasan bey için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildi. Hasan bey köyün diğer erkekleri gibi kahvede gün tüketirken, kadınlar tarlada, bağda, bahçede çalışıyor, evlerin işlerini de hallediyorlardı. Neriman hanım ailenin ilk çocuğuydu. Kız çocuğu olduğundan babasının gözünde pek bir değeri yoktu. Altı yaşından sonra annesine yardım etmeye başlamıştı. O yaşta ateşin başında çorba karıştırdığını bile hatırlıyordu. Sekiz yaşına geldiğinde bir erkek kardeşi olmuştu. Ancak bir süre sonra çocuğun normal gelişim göstermediği fark edilince, köy yerinde doğrudan geri zekalı damgasını vurmuşlardı. Hasan bey ikinci çocuk erkek oldu diye sevinirken bir süre sonra zavallı Nurettin’e geri zekalı aşağı, geri zekalı yukarı diye bağırıp durmaya başlamıştı. Gül hanım da oğlunun bu haline çok üzülüyordu ama o da cahil bir kadındı ve oğlunun geri zekalı olduğu fikrine o da katılıyordu. Böylece Nurettin’e bakma işi ablasına verildi. Neriman hanım hem kardeşine bakıyor, hem ev işlerini yapıyor, Gül hanım tarlada çalışıyor, Hasan bey de hiç aksatmaksızın kahveye gidip geliyordu. Bu düzen Neriman hanım on beş yaşına gelene kadar böyle devam etti. Gül hanım o sene birden bire güçten kesilip yatağa düşünce, tarlaya gidecek kimse kalmadığı için oraya da Neriman hanım gitmeye başladı. Annesinin başına o sırada dokuz yaşına gelen Nurettin’i bırakıyordu. Nurettin herkesin düşündüğü gibi geri zekalı bir çocuk değildi ama çok zor öğreniyor, günün büyük bir kısmını yaşıtlarının aksine neredeyse kıpırdamadan geçiriyordu. Annesi zaten yattığı için Neriman hanım ona sadece annesine çorba içirip, istediği şeyleri getirme görevini vermişti. Sıradan bir üşütme sandıkları hastalık on beş gün olmasına rağmen geçmeyince Hasan bey mecburen karısını ilçedeki hastaneye götürmek zorunda kaldı. Zavallı Gül hanım iyice güçsüz düşmüş, zar zor ayağa kalkabiliyordu. Akşam geldiklerinde ellerindeki torbada bir yığın ilaç vardı. Hastalığın ne olduğunu sorduklarında ikisi de hastalığın adını hatırlayamadı. Gül hanım zaten gidip gelmekten iyice yorulduğundan yığılıp kaldı. Allah’tan ilaç kutularının üzerinde günün hangi saatlerinde içileceğini yazmışlardı. Neriman hanım ilkokula gittiği için okuma yazma biliyordu, ancak Nurettin geri zekalı olduğundan okula yazdırılmamıştı. Neriman hanım ara sıra kardeşine okuma yazma öğretmeye çabalasa da çocuğun bir türlü kafası almaması yüzünden başaramadı.
Meltem ilk defa babası hakkında bir şeyler okuduğu için iyice meraklanmış ama babasının geri zekalı olduğunun düşülmesine çok canı sıkılmıştı. Huzursuz bir merakla kıpırdanarak okumaya devam etti. Neriman hanımın neden hayatını bu ajandaya yazma ihtiyacı hissettiğini henüz bilmiyordu.
İlaçları her gün içtiği halde bir türlü toparlanamayan Gül hanımın bir ay sonra yeniden kontrole gitmesi gerekiyordu. Hasan bey günü geldiği halde karısını bir türlü hastaneye götürmeyince Neriman hanım hatırlatmak zorunda kaldı ve karı koca bir kez daha ilçeye gittiler. Ancak bu defa Hasan bey hastaneden tek başına geldi. Çocuklar akşama annelerinin gelmediğini görünce bir şey olduğunu sanıp ağlamaya başlayınca, doktorların annelerine hastanede bakacağını öğrenip rahatladılar. Bundan sonraki tedavi evde yapılamayacağı için orada yapılacaktı. Ancak ne kadar süreceğini Hasan bey de bilmiyordu. Çocukları hastaneye almadıkları için de onları annelerini ziyarete götürmesi mümkün değildi.
Neriman hanım ve kardeşi endişe ile annelerinin iyi olmasını beklerlerken, Hasan bey eskisi gibi kahveye gitmeye devam ediyordu. Neriman hanım tıpkı annesinin eskiden yaptığı gibi, hem tarlayı hem de evi tek başına idare ediyordu. Nurettin de bütün gün evde ablasının gelmesini bekliyordu. Neriman hanım onun saatlerce sıkılmadan durabiliyor olmasına çok şaşırıyordu. O zamanlar bile bunun geri zekalılık olmadığını anlıyordu yine de. Kardeşi herkesin sandığı gibi geri zekalı değildi. Söylenilen her şeyi güzelce anlıyordu, öğrenemiyordu sadece. Sonradan şehre geldiğinde aslında Nurettin gibi çocuklara özel okul ve sınıflar açıldığını duymuştu. Küçük yaşta ilgilenilseydi, Nurettin’in iyileşmese de gelişimi daha iyi yönde ilerleyebilirdi. “Cahillik” diyordu yazdıklarında, “Başımıza ne geldiyse bu cahillikten geldi!”
Muhtar gelip Hasan’ı hastaneden aradıklarını söylediğinde Hasan yine kahvedeydi. Doktorlar onu konuşmak için çağırıyorlardı. Ertesi gün Gül hanımın yanına gidecekti. Neriman ve Nurettin de neredeyse yirmi gündür annelerini görmedikleri için babaları ile gitmek istediler ama Hasan bey hastaneye çocuk alınmadığını tekrarlayıp, onları yanında götürmeyi kabul etmedi.
(devam edecek)