Cenazeden sonra iyice sessizleşen evde eşyaları toparlıyordu Meltem. Halasının daima gizli tuttuğu baş ucu çekmecesinin anahtarını döşeğinin hemen altında bulmuş ama nedense açıp bakmaya cesaret edememişti iki gündür. Halasının sağlığında o çekmecenin kilitli olduğunu bile fark etmemişti. Hayatta kalan tek akrabasının geriye kalan eşyaları ile baş başa dolanıp duruyordu evin içinde. Annesi o çok küçükken ölmüştü ve ondan geriye de kalan bir şey olmadığı için hiç hatırası yoktu. Annesi öldükten sonra hipoaktivite (*) hastası olduğu sonradan anlaşılan babası ona tek başına bakamadığı için halası tarafından büyütülmüştü. Babasından ayrıldığında da henüz iki üç yaşlarındaydı muhtemelen. O döneme ve yaşadıkları yere ait en ufak bir fikri yoktu. Neriman hanım ve babasının memleketi olan köy şimdi yaşadıkları Çanakkale’den çok ama çok uzaklardaydı. Babası Nurettin bey on üç yıl önce ölmüştü. Şimdi yirmi iki yaşında olan Meltem, babasını neredeyse hiç görmemişti hayatı boyunca. Halası o çok küçükken köye gidip gelmenin çok zor olduğunu söylemişti sürekli. Babasının da hastalığı nedeniyle tek başına çıkıp gelmesi mümkün değildi. Yaşadığı evde telefon da olmadığından konuşma şansları da hiç olmuyordu. Hep bir gün gidecekleri köye böylece ancak babası öldükten sonra bir kez gitmişler ve çarçabuk da geri dönmüşlerdi. Meltem ailesinin neredeyse ormanın içinde ve köyden uzak olan evlerini ancak o zaman görebilmişti. Neriman hanım cenaze için gittikleri köyde bir gece bile kalmamış, gecesinde taksiyle yakındaki ilçede bir otelde konaklayıp, ertesi gün de İstanbul’a geri gelmişlerdi. Geçmiş hakkında konuşmayı sevmeyen halasından ne kendisi ne de onun geçmişi hakkında yıllarca pek bir şey öğrenememişti Meltem. Neriman hanıma dört yıl önce alzheimer (**) teşhisi konulduğundan beri ise zaten onca yıl aklında tutuklarını da kaybetmişti. Ara ara sayıklamalarından geçmiş hakkında gerçek olup olmadıklarını bilmediği parça parça anlamsız şeyler öğrenebilmişti Meltem.
Neriman hanım sık sık ağaca kırmızı ip bağlamak istediğini söylüyordu son zamanlarında. Meltem ağacın köyde olduğunu zorla öğrenebilmişti. Annesinin hasta olduğunu ve ağaca ip bağlarsa çabucak döneceğini sayıklıyordu Neriman hanım sürekli. Zavallı Meltem’de onun yerine gidip ağaca ipi bağlayacağına söz veriyordu her seferinde. Gencecik bir kız için anne yerine koyduğu alzheimer hastası halası ile yaşamak hem duygusal açıdan, hem de fiziksel açıdan oldukça zor olmuştu. Yine de halasının ardından evde hissettiği sessizlik ve kocaman boşluğu hiç sevmemişti. Onun içeriden yükselen sesi, hırıltılı nefesi, ne yapacağı bilinmeyen her yeni günü, Meltem’in bütün hayatını doldurmuştu son zamanlarında. Şimdi sabah kalkıp ne yapacağını bilmeyerek başlıyor, akşam yatarken de tetikte olmamanın boşluğu ile bir türlü uykuya dalamıyordu.
Dün evi havalandırıp, halasının odasını temizlemeye karar verdiğinde bulmuştu anahtarı demir yatağın üzerine serili yün döşeğin altına sıkıştırılmıştı ucundan. Ağır yatağı zorla kaldırıp altını havalandırmaya niyetlendiği sırada, düşüvermişti parke zeminin üzerine tıngırdayarak. Düşenin ne olduğunu anlamak için eğilip, bir anahtar olduğunu şaşkınlıkla fark edip doğrulurken takılmıştı komodinin çekmecesine gözü. Gayri ihtiyari anahtarı deliğe yerleştirmiş ve döndüğünü fark edince de sanki gizli bir şey yapıyormuş gibi tedirgin olup geri çekilmişti. Anahtar dünden beri çekmecenin üzerinde öylece bekliyordu Meltem’in cesaretini toplamasını.
Neriman hanımın İstanbul’da yaşadıkları bu evi kocasından miras kalanlarla sonradan alınmış bir evdi. Meltem halasının yanına geldiğinde, Fatlı amca hayattaydı. Fatlı amcanın önceki eşinden Rüveyda ve Sadık adında iki çocuğu vardı. Neriman sonradan gelin gelmişti o eve ve hiç çocuğu olmamıştı. Rüveyda ve Sadık, Meltem’i pek sevmezlerdi. Neriman hanım her zaman onlara aldırmamasını tembihlerdi yeğenine. Fatlı amca öldükten sonra miras paylaşımı yapılmış, imam nikahlı da olsa Neriman hanıma oturdukları evin parası ile bir miktar da bankada para verilmişti çocuklar tarafından. Oturdukları ev de satılınca da herkes yollarını ayırmış, hala-yeğen baş başa yaşamaya devam etmişlerdi.
Neriman hanım çocukların neden bu kadar sevgisiz olduklarına dair de pek bir şey anlatmamıştı. Bu olaylar yaşandığında Meltem yine çocuk olduğundan o da pek ilgilenmemişti belki. Zaten bütün gün okulda olduğundan evde olan bitene dair ne ilgisi, ne de merakı oluyordu. Halasının ilgi ve sevgisi ile büyümüştü, fazlasına ihtiyaç duyduğunu hatırlamıyordu. Anne ve babasını tanımak isterdi elbette, o garip evi gördükten sonra da bir çok şeyi merak etmişti ama halası bunların hiç birini bilmesinin günlük hayatlarına bir artısı olmayacağını söyleyip kapatmıştı konuları.
Rüveyda ve Sadık Neriman hanımın cenazesine de gelmemişlerdi. Oysa onlara nasıl yürekten annelik etmeye çalıştığına Meltem şahitti. Aksi davranışlarını ergen olmaları ile açıklamıştı Neriman hanım bir kaç kere, oysa Meltem o yaşlara geldiğinde halasına hiç de onlar gibi davranmamıştı.
Fatlı amca ölüp, çocuklarla yol ayrıldıktan sonra ikisinin hayali Meltem’in bir işe girip çalışması ve sonra ikisinin uzun yıllar birlikte mutlulukla yaşamaları üzerineydi ama ne yazık ki insanın aklını başından alan bu tuhaf hastalık gelip, bütün planlarını alt üst etmişti. Teşhis dört yıl önce konulmuştu ama doktorun söylemesi hastalığın başlangıç tarihi çok daha öncesiydi. Sinsi bir şekilde ortaya çıkan hastalığı onlar fark edip doktora gidene kadar son dönemeçlere yaklaşılmıştı. Üniversite bittikten sonra halasını yalnız bırakmamak için bir işe girmemişti Meltem. Hazırlık okuyup yabancı dilini ilerlettiği için evden tez yazma, basit çevirme işleri gibi işler yapmıştı. Fatlı amca ölmeden çocuklarına mehir olarak vaad ettiği miktarı karısına vermelerini söylemese zaten bu güne kadar idare etmeleri de zor olacaktı. Neriman hanımın anlatmasına göre bu aileye gelin geldiğinde İstanbul’a değil Fatlı amcanın köyünde yaşıyorlardı. Fatlı amca ilk karısı öldükten sonra İstanbul’a taşınmıştı. Daha evlendiklerinde bile hasta bir adam olduğundan köyde ölürüm kimse beni kurtaramaz korkusuyla büyük şehirde hastanelere yakın bir evde yaşamak istemişti. Rüveyda ve Sadık anneleri öldükten sonra kabul etmişlerdi İstanbul’a gelmeyi. Çünkü kadıncağız Fatlı amca ne derse desin, köyünden ayrılmak istememişti. O ayrılmayınca çocuklar da taşınmayı kabul etmemişlerdi. Şimdi ikisi de evli ve İstanbul’da yaşıyorlardı. Köyü unutmuşlardı bile. Fatlı amca da kendini daha güvende hissetse de İstanbul’da pek umduğunu bulamamış mutsuz olmuştu. Apartman dairesinde yaşamak sandığının aksine sağlığına hiç iyi gelmemiş, kendini kapana kısılmış gibi hissetmesine neden olmuştu. Bir yıl apartman dairesinde yaşadıktan sonra yine oturdukları yere yakın bir gecekonduya geçmişler, orada da çocuklar mutsuz olunca bu defa başka bir semtte bahçe içinde küçük bir eve taşınmışlardı. Evin bahçesi sadece arkadaki üç metrekare yerden ibaret olsa da, kendilerine ait olmasıyla idare etmek zorundaydılar. Onlardan önce dikilmiş ve yetişmiş iki ağaçtan kalan boşlukta Fatlı amca ömrünü tüketmiş, hastanelere yakın olmakta, büyük şehirde yaşamakta ecelin gelip onu yakalamasına engel olamamıştı maalesef. Turistik bir bölgede olduğundan sonradan değerlenen ev o öldükten sonra kalanlara döke saça yetmişti sadece.
(devam edecek)
(*) Hipoaktivite : Özellikle çocuklarda görülen yerinde duramamak, sürekli hareket etmek gibi davranışların tam tersi hipoaktivitedir. Yavaş hareket etme hastalığı olarak da bilinen bu hastalık aşırı ağır hareket etmek, uyuşukluk ve fazla sakinlik olarak tanımlanabilmektedir.
(**) Alzheimer (alzhaymır) : Alzheimer, yaygın görülen bir demans türü olup beyin hücrelerinin yok olmasına neden olan ilerleyici bir nörolojik hastalıktır. Düşünce, hafıza ve davranış fonksiyonlarında azalmaya neden olan bu hastalıkta belirtiler yaşla birlikte yavaş yavaş ortaya çıkar.