Duygu’nun adım atmakta zorlandığını görünce yolun sağındaki ağaçlık alana baktı Fatma, karanlıkta her yer çok ürkütücü görünse de dinlenmeleri gerekiyordu. Çok içlere ilerlemedikleri sürece yolun kenarında yürümekten daha az güvende olmayacaklardı.
“Gel!” dedi kızının elini tutup.
“Nereye gidiyoruz? Orası çok karanlık, korkuyorum!” dedi Duygu sesi titreyerek.
“Korkma ben yanındaydım!” diyerek Duyguyu ağaçlara doğru sürükledi ve ilk sıradaki ağaçların hemen arkasına bohçasını açıp kızını üzerine oturttu, “Dinlenmek zorundayız, haydi uyu biraz!”
“Sen?”
“Ben uyanık kalacağım, alışığım merak etme. Sen bebekken de çok bekledim böyle başında! Bu defa uyuyup, hiç bir gücün seni koynumdan almasına izin vermeyeceğim!” dedi kararlılıkla Fatma.
Duygu annesinin özlediği kokusuna sokuldu. Hayatında ki en güçlü güven duygusunu annesinin göğsünde hissediyordu. Onun sakince yükselip inen göğsü, kalp atışları ve hepsinden önemlisi kendine has kokusu ile sıcaklığı, dünyanın en pahalı ve konforlu yataklarına değişilmezdi. Gözleri kolayca kapandı ve derin bir uykuya daldı.
Gün ağarıp yoldan tek tük araçlar geçmeye başlamışsa da, Fatma kızına kıyıp uyandıramadı. Sahip olduğu en değerli varlığı kollarının arasında yeniden tutabildiği ve ona bir zarar gelmediği için sabaha kadar şükretmişti. Allah izin verdiği sürece onu koruyup, kollayacak sıraya katacaktı.
Suna hanımların evinde horozlar ötmüş, hayat canlanmaya başlamıştı. Duygu’nun açık camı ve altındaki yastığı kimse fark etmemişti henüz. Tarlaya gidenler, Fatma’nın kapısını çalmışlar ama içeriden ses gelmeyince gitmişlerdi. Ancak bir kaç saat sonra kızı ortalıkta göremeyince sordu Suna hanım, “Duygu nerede?”
Kimse görmemişti bu sabah onu, kadıncağız kızın hastalanmış olduğundan endişelenerek odasına gitti ama kapısı kilitliydi.
“Duygu? Kızım iyi misin?” diye seslendi. Ses gelmeyince bu sefer endişelenip, yardım için evin dışında çalışan erkeklerden birini çağırdı. Adam bir omuzda vurup açtı kapıyı. Kız içeride değildi, açık penceresindeki yemeni rüzgarda hafif hafif sallanıyordu. Suna hanım koşup baktı aşağıdaki yastığı gördü.
“Neler oluyor?” dedi endişeli bir sesle, “Kaçmış mı?”
Hemen her yer aranmaya başlandı ama onu bulamadılar. Onu bir gün önce tarlaya götüren kız evinden gelen kadından bahsetti. Kadını bulmak için tarlaya adam gönderdiler ama o gün tarlaya gelmediğini öğrenip, odasına baktılar. Kadının da odada olmadığını görünce ikisinin birlikte kaçtığını anladılar.
Suna hanım çok şaşırmıştı olanlara, Duygu ile tarlaya giden kızı iyice dinleyip, kadının annesinden özel bir mesaj getirdiğini söyleyip fısıldaştıklarını duyunca anladı, annesinin kızı bulup kaçırttığını. Gelenin Fatma’nın kendisi olduğunu düşünemedi ama içine garip bir ferahlık geldi elinde olmadan. Sonunda bir anne kızını kurtarmayı akıl ettiyse bundan sonra örnek olurdu belki diğer annelere, Kızın nasıl ağladığı geldi aklına geldiğinde, anneni getireceğim dediğinde nasıl sakinlediğini. Zaten Suna hanım da annesine kavuşturacaktı kızı ama bu çocuk yaşta gelin olmasına engel olmayacaktı.
“Yolları açık olsun!” diye mırıldandı kendi kendine, konu eninde sonunda duyulacak ana kızın peşine düşülecekti. Buna engel olamazdı, yakalanmamaları için dua edebilirdi en çok. Yine de konunun kocasına gidip, ortalık ayağa kalkmadan önce onlara zaman kazandırmak istediği için, kadının odasını, kızın odasını, tarlaları ve evi yeniden arattırdı iyice. İkisinin de orada olmadıklarını bildiği halde yaptı bunu. Bir kaç saat daha geçti böylece. Sonunda kocasına konuyu kendi söyledi mecburen, kız kaçmıştı, çiftlikten gelen bir kadın ile. Arif bey karısını tanırdı, onun gözleri ile sözlerinin aynı şeyi söylemediğini hemen anladı.
“Yardım etmedin değil mi?” dedi fısıldayarak.
“Hayır!” dedi Suna hanım, gözleri dolmuştu kocasının anlayışına.
“Peşlerini bırakırsak bunun sonuçları olacağını biliyorsun değil mi?”
“Evet biliyorum” dedi Suna hanım, başını önüne eğdi.
“Çiftliğe haber yollayın, oraya gidiyor olmalılar!” dedi Arif bey.
İkisi de çiftlikten kaçırılan bir kızın yeniden oraya dönmeyeceğini tahmin ediyorlardı ama kız daha gelin olmadan kaçtıysa, bu çiftliğin ve ağanın sorunuydu. Kızı arayıp bulmak onlara düşerdi. Arif beyin adamlarından biri çiftliğe gönderildi. Bu Fatma ve Duygu için yeterli zamanı zaten sağlardı.
Suna hanım sevgiyle baktı kocasına, “Her şey kısmet kadar!” dedi iç çekerek ve günlük işleri halletmek için ayrıldı kocasının yanından.
Duygu gözlerini açtığında, bir süre daha kalıp, çantalarındaki ekmekleri yediler ana-kız beraber. Çocuk gözlerini açıp annesinin yanında olduğunu görünce çok mutlu uyanmıştı. Onun yüzündeki gülümseme için canını verirdi Fatma. Öpüp kokladı kızını çokça, sonra kalkıp yeniden yolun kenarına indiler. Yoldan geçen arabalara elini kaldırıyordu Fatma, genç bir adamla yanındaki kızı gören çiftçilerden biri durdu. İlçeye ruhsat almaya gidiyordu. Fatma olabildiğince sesini kalınlaştırıp konuştu adamla, öne bindi bir erkekmiş gibi. Duygu’da hiç sesini çıkarmadan arkaya bindi. Şehirdeki akrabalarının yanına gidiyorlardı karı koca, adama öyle söyledi Fatma. Genç adamın az konuştuğunu anlayınca şoför de başka soru sormadı. İlçeye kadar birlikte gidip, teşekkür ettiler. Adam onları tam da otogarın yanında indirdi.
“İşte gidiyoruz!” dedi Fatma sevinçle, “Kurtulduk!”
Hemen koşup biletlerini aldılar.
Duygu’nun gelin gönderildiği evden kaçtığı haberi çiftliğe geldiğinde, Saime mutluluğunu saklamak için epey zorlandı. Büyük hanım ile ağa deliye dönmüşlerdi. Herkes kızı kaçıranın çiftlikten kovulan ağanın karısı olduğunu biliyordu. Kadınlar arasında hikaye çabucak yayıldı, herkes kendinden bir şeyler katarak anlatıyordu. Fatma elinde bir tüfekle kızının gelin gittiği çiftliğe girmiş, kızı alıp kaçırmıştı. Onları dağlara kaçarken görenler olmuştu. Fatma’nın deliliklerine çiftlikte şahit olanlar, kızını kurtarmak için gittiği evde yaptıklarını abarttıkça abartarak anlatıp durdular uzun süre. Artık herkes biliyordu bu kaderi kırmak mümkündü. Fatma ve kızı kaçıp kendilerini kurtardıklarına göre başkaları da yapabilirdi. Biraz delilik, biraz cesaret gerekti belki, kimsenin akıl edemediği çokça sevgi ve fedakarlıktı gereken. Hikayenin diğer ucundaki iki kadın Saime ve Suna hanım da birer kahramandılar. Büyük hanımlar yerine Saime ve Suna hanımlar çoğalsalar, bu kadar delilik ve cesarete de gerek olmayacaktı belki.
Arkalarında sürüp giden onca kahramanlık hikayesine rağmen, çok rahat bir hayatları olmadı Fatma ile Duygu’nun. Sığınma evine ulaştılar, Fatma altı ay çalışabilmek için bir sürü şey öğrendi orada. Duygu’yu okula yazdırıp, bir iş buldu kendine, derme çatma bir odaya ancak çıkabildiler. Bir kadınla kızı için şehir de güvenli değildi. Fatma’nın azmi ve sabrı sayesinde Duygu üniversiteyi bitirdi. Üniversiteyi bitiren her genç için tüm iş sahaları kapılarını açıp beklemediğinden bir süre işsiz kaldı. Okuduğu okul dışında bir kaç işte çalıştı. Çalıştığı yerlerden birinde genç bir adama aşık oldu. Adam evlenirlerse çalışmasını istemediğini söyledi. Duygu o ve ailesi için çöpsüz üzümdü. Fatma kesinlikle karşı çıktı bu evliliğe, kızını onca badire atlatıp şehre bu yüzden getirmemişti. Köylüsü, şehirlisi yoktu zihniyetin. Onun işlendiği kafa nereye giderse gitsin, okul eğitimi, alsın almasın aynıydı.
Duygu sonunda okuduğu okulla ilgili bir işe girdi, annesi gibi azimli olduğu için kısa sürede kendini kabul ettirdi. Uzun sürdü hayal ettikleri gibi bir hayata kavuşması ama sonunda Duygu otuz yaşlarına geldiğinde bu da gerçekleşti. Ellerinden tutan birileri olmayınca insanların cesareti ve azmi onları istedikleri yere yine götürüyordu belki ama ömürlerinden ömür gidiyordu.
Duygu otuz beş yaşında, kendi kıymetini bilecek, hikayenin başında belirttiğimiz gibi “insan evladı” bir gençle evlendi. Fatma şimdi ilk torunu Oğuz’a bakıyor büyük bir mutlulukla.
SON