“Askerdeymiş” dedi Duygu, “Gelecek ay gelecek!” dediler
Fatma sevinçten bayılacaktı neredeyse olduğu yere, kızına kimse el sürmemişti, “Oh çok şükür! Odan nerede? Camına bir yemeni as bu gece!”
“Tamam!” dedi Duygu , “Gelip beni alacağını biliyordum!” dedi yine gözleri dolarak.
Fatma’nın annesini ya da öğretmenini bekleyişi geldi aklına, yutkundu.
“Seni asla bırakmam merak etme, eşyan varsa toparla, camdan alacağım seni gece!” dedi heyecanla.
Duygu gözlerini açtığında çok bağırıp ağlamıştı annesi için, iki gün kimse teselli edememişti kızı. Evin büyük hanımı da böyle gelin gelmişti bu eve, büyük oğluna da böyle kız getirmişti ama o Duygu kadar ağlayıp çırpınmamış kolayca teslim olmuştu yeni hayatına. Duygu’nun bağırmasından çok ağlamadı dokunmuştu oğlanın annesine. İyi bir kadındı Suna hanım, herkes severdi onu etrafında, “insan evladı” derlerdi ondan bahsederken. “İnsan evladı”. Herkes insan evladı değil miydi bu dünyada, değildi belli ki. “Sureti insan” derlerdi bazısı için, görünüşü insan ama içinde yaşattığı canavar kim bilir neyin nesi? Sureti insan olmayınca, insan evladı olunuyordu demek ki. Oysa insan mıydı yaratılmışların en merhametlisi, koşulsuz seveni orası tartışılırdı. İnsan evladı Suna hanım küçük oğluna düşkündü, onu askere yollarken zaten içi erimişti. Yüreği ağzında geleceği günü sayarken birileri ağanın kızından bahsetmişti. İyi bir kızla evlensin mutlu olsun istiyordu Suna hanım da evladı için. Büyük oğlu mutluydu çok şükür, gelini munis, iyi bir kızdı. Evin kızı olmuştu diğer iki kızı ile birlikte. Duygu’nun yaşında küçük duymuştu. Oğlu da küçüktü zaten, taş çatlasın altı yedi yaş vardı aralarında, el kadar çocuğu kart adama almayacaktı. O oğluna almasa nasılsa vereceklerdi zavallıyı birine. Adı da çok hoşuna gitti duyunca, Duygu ne güzel ne zarif bir isim diye düşündü tamam dedi beyine. Arif bey de karısı gibi naif bir insandı. Kadına el kaldırması, aşağılaması yoktu. Sert bir adamdı ama vicdansız değildi asla. Yalnız yerde karısına narin bir çiçek gibi davranırdı. Bu yüzden hoyratlaşmamıştı Suna hanım bu eve çocuk yaşta gelin geldiğinde. Kimse onu bir gül goncasıyken yabani hoyrat bir çiçeğe dönüştürecek bir şey yapmamıştı. Çocuk gelmiş gelin olmuştu ama şansı hoş tutulmasıydı. Duygu’yu baygın getirdiklerinde yüreği ağzına gelmiş, çocuğa yollarda bir hâl oldu sanmıştı. Sonra anlamıştı zavallıyı anasının koynundan çekip aldıklarını. İçi parçalanmıştı ama acıdı diye kız geri yollanmazdı. İki gün bekledi belki büyük gelini gibi sakinler diye ama Duygu pes etmedi. O zaman girdi yanına, anası gibi öptü sevdi kızı.
“Ağlama!” dedi “Ağlama güzel kızım, ananı getireceğiz sana, sana sözüm olsun!”
Duygu bu sevgi dolu kucağa yığılmıştı bu güzel sözlerden sonra, iki günün yorgunluğuyla kadının göğsünde uykuya dalmıştı iç çekerek gariban. Suna hanım kocasına konuyu nasıl açsa diye düşünüyordu bir kaç gündür. Duygu’nun geldiği çiftlikte olanlardan habersizdi elbette. Duygu’da annesi gelecek diye sevinmiş, rahatlamış, evin misafiri hissetmişti hemen. Çiftlikten biri geldi deyince, annesinden haber geldi sanmıştı o yüzden. Karşısında annesini görünce boynuna atlayası varken, onun kaşı gözüyle işareti durdurmuştu Duygu’yu. Fatma’nın gözlerinde gördüğü korku büyük hanımın vaat ettiği ile örtüşmeyince küçük kalbi sıkışıvermişti. Demek ona verilen söz tutulmayacaktı ki annesi kaçıracağım seni diyordu.
Duygu ile gelen kız fısıldaşmalarından rahatsız olduğu için yanlarına gelmişti, ailenin yeni gelininin sorumluluğu onda olduğu için dikkatli olması lazımdı.
“Haydi gidin!” dedi Fatma yüksek sesle kıza bakarak.
Kız da Duygu’nun kolundan tuttu uzaklaştırdı oradan. Fatma kızını mutlu ve iyi görünce çok rahatlamıştı. Tam zamanında yetişmişti onu almaya. Geldiği günden sonraki gün erkek kıyafetleri çalmıştı çamaşırhaneden. İki kadın gece vakti yolda birine rastlasalar kaçtıklarına pişman olurlardı büyük ihtimal. Duygu’ya göre olanı bulamamıştı ama madem ki adetti çocuk gelin almak, erkek kılığına Fatma girer Duygu’yu da karısı olarak tanıtırdı sorana. Onlar kaçında herkes bir kadınla, kız çocuk arayacaktı ayrıca, kimsenin aklına gelmezdi bir erkekle bir çocuğu yoldan çevirmek.
Akşamı zor etti tarlada, hızlıca verilenleri yiyip, ona verilen odaya geçti. Evin ışıklarını gözetledi saatlerde sönsün diye, her yer derin bir sessizliğe bürününce, çaldığı kıyafetleri çıkarıp güzelce giydi. Kendi kıyafetleri ile eşyalarını bohçaladı. yemekten çaldığı iki somum ekmekte bohçanın içindeydi. Ankara’ya gitmek için ilçeye ulaşmaları lâzımdı. İlçeye yürüyerek gidilmezdi. Sabaha kadar bir yerlerde gizlenip, sabah yoldan geçen araçlara el edecekti. Odanın kapısını ses etmesin diye tam sıkıştırmadığı için eliyle yavaşça itince açıldı. Etrafı dinledi başını uzatıp. Köpekler havlıyordu uzaklarda.
“Yolumuza çıkmazlar inşallah!” dedi içinden.
Diğer odaların kapılarından ses etmeden süzüldü karanlıkta, bir tanesinin ışığı yanınca sıçradı ama kıpırdamadan bekledi. Kapı açıldı, içerideki adam içliği ile dışarıdaki helaya girdi. Nefesini tutarak geçti hızlıca oradan adam çıkmadan. Bir gölgeye girip adamın odaya dönmesini bekledi. Evin bahçesine geçmek için duvarı atlarken yuvarlandı ama kendi eliyle ağzını kapatıp, bir ses çıkmasını önledi. Bohçayla, yastık da almıştı koltuğunun altına, Duygu’nun penceresi yüksekse bile kızın atlaması gerekecekti. İkisini alta koyup, kucaklamaya çalışacaktı kızını. İçeri girip de çıkarması imkansızdı. Karanlıkta gözlerini kısıp iki katlı büyük evin pencerelerine baktı. Bu yüzünde göremedi yemeniyi. Diğer tarafa dolandı. Tam dönündeki odanın camında asılıydı yemeni. Kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Elini uzatsa yetişiyordu pencereye, bir küçük taş alıp cama fırlattı. Duygu hemen araladı perdeyi. O da yüreği ağzında saatlerdir bekliyordu annesini. Eliyle “Haydi!” diye işaret etti, Duygu da pencereyi aralık bırakmıştı annesi gibi hemen açtı, bacaklarını aşırtıp hop diye annesinin yanına atladı. Atlamasıyla da beline dolanıp ağlaması bir oldu.
“Kız dur! Şimdi sırası değil!” dedi Fatma sesi titreyerek, yine de duramadı kızının başını kokladı. Geldiği tarafa dolanıyordu ki fısıldadı Duygu, “Oradan değil!”
Annesini çekiştirip diğer tarafa götürdü, ağaçların arasına girdiler, biraz sonra yandaki boş tarlaya geçen bir açıklık göründü. Gündüz meyve toplarlarken görmüştü Duygu burayı, ana kapıdan çıkmaları çok riskliydi.
“Aferin kızıma!” dedi Fatma içinden göğsü kabardı, kendisi gibi akıllıydı kızı.
Sessizce geçtiler açıklıktan tarlaya girdiler, yeni sürülmüş tarlanın kabarmış toprağına bata çıka yola vardılar.
“Nereye gideceğiz?” dedi Duygu korkmuştu birden karanlığa çıkınca.
“Biraz yürüyelim öteye, peşimize düşmesinler, hava ağarınca araba çevirip bineceğiz!”
Duygu o zaman fark etti annesinin üzerindeki erkek kıyafetini ay ışığında! Kızı şaşkın şaşkın bakınca anlattı Fatma nedenin, evden uzaklaştıkları halde fısıldaşıyorlardı. Biraz yürüdükten sonra arkalarından gelen ışığı fark edince hemen yolun kenarında gölgeye gizlendiler. Arabanın ışığı kaybolunca çıktılar yeniden. İkisi de kendilerine geldikten sonra neler olduğunu anlattılar heyecanla, durup sarılıp, koklaşıp devam ettiler. Konuşmak ikisinin de korkusunu unutmasına yardım ediyordu. Artık evlerin olmadığı yol karanlık ve ürkütücüydü. Yoldan ayrılmaya cesaret edemedikleri için asfaltın kenarından yürüyorlardı öylece. Aslında bu yolun ilçeye gidip gitmediğini de bilmiyordu ikisi de.
(devam edecek)