İyice deliye çıkarmışlardı adını. İstemediği şeye direniyor, kendini yerden yere atıyordu. Öğrenmişti bunun işe yaradığını. “Varsın deli desinler!” diyordu içinden, “Kızıma dokunmasınlar!”
Deli de olsa tarladan, işten kaçamıyordu elbette. Duyguyu sarıyor sarmalıyor asıyordu göğsüne. Çocuk bir yaşını geçince belli ağrıdığı için bu kez kucağında götürüyor o çalışırken de göreceği bir yere örtüsünü serip, önüne oyuncak niyetine bulduğu şeyleri atıyordu. Kaçar bir yere diye e yakındaki bir ağaca ya da taşla bağlıyordu belinden. Zavallı çocuk akşama kadar örtünün üzerinde yuvarlanıp duruyordu gölgede. Tülbentlerden bebekler yapmıştı Fatma kızına. Demir öğretmen göstermişti okulda bir kez nasıl yapıldığını. Burada her malzemeyi bulamadığı için bir iple kat yerini bağlayıp kafa yapmış. Bulduğu kalemle de eciş bücüş kaş göz çizmişti. Ağaca yakın dururlarsa kafalarından asıyordu ağaca bebekleri altına da kızını yatırıyor, onlar rüzgarda uçuştukça çocuğun oyalanmasını sağlıyor, kendisi de çalışırken uzaktan seyrediyordu. Duygu sakin bir kızdı neyse ki, büyüdükçe de üzmedi hiç annesini. Her yaşında çoğalan tülbent bebekleri ile oynadı durdu tarla başında. Ağanın kız doğurup, huyu da bozulunca Fatma’dan geçti gönlü. Biraz eski karılıları ile oyalanıp, onun yerine başkasını bakmaya başladı kendine.
Büyük hanım ve diğerleri de fazla ilişmiyorlardı ona artık, işini yaptığı sürece kafası rahat kızıyla ilgileniyordu. Ağanın şehirden de misafirleri geliyordu arada bir. Akrabalarının bir kısmının şehirde yaşadığını söylüyordu Saime hanım. Ağanın canı çekince onu da koynuna aldığını sonra fark etmişti Fatma. Çiftlikte çalışanlardan birinin kızıydı Saime. Büyüyüp serpilmeye başlayınca ağanın dikkatini çekmişti. Önce evin içinde kendine yakın işe koymuş, sonra da kızı sıkıştırmıştı sağda solda. Kimse ses çıkarmazdı burada ağaya. Anası, babası işlerinden, çiftlikteki evlerinden olmasın diye göz yummuşlardı ağanın yaptıklarına. Baştan Saime’de çok ağlamıştı olanlara ama çaresiz kalınca alışıp kesmişti sesini. Bir kaç kez düşük yapmıştı o da. Yaptırmışlardı daha da doğrusu. İkinci düşüğünde kasabadaki doktor anlamıştı kızın halini spiral takmıştı bir daha hamile kalmasın diye.
Fatma’nın kızı olup da ağadan ve diğerlerinden kaçacak delik aramaya başladığında anlatmıştı bunları. İlk geldiği günden acımıştı aslında zavallı Fatma’ya ama “Kelin merhemi olsa kendi başına sürer!” demişti. Kızın ilk geceden sonraki hali kahretmişti onu.
“İyi kötü hanımısın sen yine!” demişti “Benim ne olduğum da belli değil! Hayatım onun ellerinde!”
“Kaçış yok mu buradan?” diye sormuştu Fatma onun hikayesini dinleyince.
“Yok” demişti Saime, “Kaçsam ne yapacağım ki zaten? İyice ortaya düşerim. Okula da gitmedim senin gibi!”
“Dörde kadar gittim ben de!”
“Okuyorsun ama bak, bir sürü şeyler öğrenmişsin, kızına söylerken duyuyorum ben seni!”
Fatma sohbet etse de güvenmiyordu Saime hanıma da, sonuçta ağanın hizmetçisiydi o da, bir gün kızını alıp gelmesini söylese mecbur alır götürürdü ağaya. Kızını uyuturken severken, eskilerden, öğretmeninden, onun söylediklerinden bahsediyordu bazen. Saime hanımın onları dinleyip, duyduğunu anlayınca yüksek sesle anlatmadı bir daha. Ağanın gözüne girmek için her şeyi yaptığını görmüştü insanların burada. Bir ağızdan çıkanın nasıl başka şekillere girip ağaya yetiştirildiğini biliyordu artık ikinci yılın sonunda.
Ona verilen işleri yapıyor, kalan zamanda da kızıyla ilgilenip, oynuyordu. Ağanın şehirden gelen misafirlerinin bıraktığı bir kaç kitabi getirip vermişti ona Saime. Bir tanesi eski bir romandı gazetelerin verdiği. Yolda okumak için yanına almıştı misafir, giderken de unutmuştu. Diğeri de bir başka misafirin geldiği şehri tanıtan bir kitaptı. Onun resimlerini açıp, kızına gösteriyor, buradan başka yerlerinde olduğunu söylüyordu zaman zaman.
Ağanın evinde yaşadıkları için ihtiyaç olunca doktor geliyordu eve, onların doktora gitmesine gerek kalmıyordu fazla. Çalışanlar için olmasa da ağanın hanımları ve çocukları için yapılıyordu böyle. Evde on iki çocuk olduğu için, doktor ara ara geliyor, aşılarını muayenelerini topluca yapıp gidiyordu her birinin. Fatma’nın okuyabildiğini ve kızına bir şehir kitabı okuduğunu görünce ona da bir kaç çocuk kitabı getirmişti gelirken. Kendisi de ilk defa resimli çocuk kitabı gören Fatma, günlerce elinden düşürmemiş, defalarca okumuştu o kitapları duyguya. Saime hanımdan azıcık dikiş öğrenip, kızına daha güzel bebekler dikmişti sonrasında.
Diğer çocukların hepsi birden büyürlerken, Fatma’nın kızına düşkünlüğü nedeniyle Duygu hep ayrı durmuştu onlardan. Saime kendi yeğenini getiriyordu bazen çocuk sıkılmasın diye. Ablası ile eniştesi de çiftlikte çalışıyorlar, çocuklarına da artık yaşlanan Saime’nin anası bakıyordu. Duygu’dan bir kaç yaş büyüktü Vahide. Saime eğitimli gördüğü Fatma’dan bir şeyler öğrenir belki diye düşünüyordu yeğeni için. Becerip belki birileri kaçar giderlerdi bu koca zindandan. Ağa göz koymasa bile daha çocuk yaşta verilecekti birine Vahide’de de sonuçta.
Ağanın çocuklarının sekiz tanesi okula gidiyordu. İki tanesi büyümüş evlenmişti çoktan. Bir tanesi de ortaokulu bitirmiş babasına yardım edip iş öğreniyordu. Büyük olanların üçü de erkekti. Okula gidenlerin ise dördü kız, dördü erkek. Bir tek Duygu gitmiyordu henüz okula. Ağa kendi çocukları ile çalışanların çocuklarından isteyenleri de gönderiyordu okula. Şehirden gelen dostları en azından erkekleri okutup, çiftlik için faydalı olacakları konusunda ikna etmişlerdi ağayı. Kızların okumasına gerek olmasa da, erkekler ziraat mühendisi çıkarlarsa çiftliğe faydaları dokunurdu.
“Okutacağım ben Duygu’yu” diyordu Fatma’da, öyle kız diye ilkokul, ortaokuldan alıp kocaya verilmesine izin vermeyecekti. Kendisinin yolunu kesmişlerdi ama Duygu’yu kimse durduramayacaktı. Deli pozlarının bu yüzden kesmiyordu arkasını. Okuyamaz derlerse yeri göğü inletecekti yine. Herkes onun kızı söz konusu olduğunda nasıl delirip, sağa sola saldırdığına şahit olmuştu bir kaç kez. Saime hanım durdurmuşu onu her seferinde.
“Abartırsan bu sefer kızınla kapının önüne koyarlar!” diye de uyarmıştı Fatma’yı.
Fatma’da belli bir dozdan fazla yapmamaya gayret etmişti sonraki seferlerde. Genelde büyük hanımla oluyordu tartışmaları. Çalışırken kızı diğer çocukların yanına bırakması için ısrar ediyordu büyük hanım. Zaten evde bir sürü çocuk vardı. İlla okusun istiyorsa, okula gidenlerin içinde görür bir şeyler öğrenir diye kandırmaya da çalışıyordu ama Fatma kendi başına gelenlerden sonra kızını gözünün önünden asla ayırmamaya yeminliydi. Bazen ablaları geliyordu Duygu ile oynamaya ama onlara da büyük hanım kızıp, geri çağırıyordu. Fatma’nın çocukların aklını bulandıracağından korkuyordu. Saime’nin ağzını aramıştı bir kaç kere, Fatma’nın yüksek sesle söyledikleri ve okumakla ilgili düşüncelerini öğrenmişti. Saime seviyor, geldiğinden beri üzülüyordu Fatma’ya ama o da bu evde ayakta kalmayı öğrenmişti kendince. Büyük hanıma ajanlık yapıyor, ağa isterse gönlünü yapıyor, kalan zamanda da ev işlerine yardım ediyordu. Yaşlanıp da ağanın gözünden düştüğünde başına neler geleceğini kendisi de bilmiyordu. Yaşıtları gibi gelin olma şansı verilmemişti ona, bir çocuğu da olmayacaktı. Olsa da ağa hizmetçiden olan çocuğu, evlattan saymazdı. “Piç” derlerlerdi zavallıya. Bunu bildiği için yalvarıp spiral taktırtmıştı Saime.
Yine de Fatma’nın azminden etkileniyordu, kendisini olamasa da belki yeğenini kurtarır, kızıyla arkadaş ederse onu da inat eder okutur diye alıp geliyordu Vahide’yi, Duygu’nun yanına. Vahide kendi evlerinde görmediği bebekler ile kitapları görünce mutlu oluyordu. Ablası herkesin deli bellediği kadınla çocuğunun yanına götürüyor diye kızıyordu Vahide’yi ama Saime Fatma’nın kendini korumak için deli numarası yaptığını söyleyip ikna ediyordu ablasını. Neyse ki büyük hanıma söylemiyordu numara yapıyor diye. O kadar kolluyordu yine de.
(devam edecek)