Dördüncü sınıfta 23 Nisan geldiğinde çocuklar Ayşe öğretmenin de eski öğrencileri gelirler onlara hediyeler getiriler mi diye heyecanlanınca, Ayşe öğretmen onlara bunun ilk öğretmenlik deneyimi olduğunu açıklamak zorunda kalmıştı. Mecburi hizmetini yapıyordu. Fatma o günden önce yine annesinden kırmızı rugan ayakkabı ile pembe bir elbise istemeyi ihmal etmemişti. Okuldan gelip annesinin yapmasını söylediği işleri yaptıktan sonra ki bu işler genelde kümeste ya da ahırda oluyordu, ineklerle tavuklara öğretmenlik yapıyordu Fatma. Pek ders dinledikleri söylenemezdi hayvanların ama okulda gördükleri dersleri onlara anlatırken bolca tekrar yaptığı için Fatma’nın dersleri çok iyi gidiyordu.
Demir öğretmen onlara bolca tekrar yapmalarını öğütlüyordu. Tekrar yapmadan bilgiyi beynimize kaydetmek mümkün olmuyordu.
“Bakın çocuklar!” demişti Demir öğretmen, tahtaya beyni temsil eden bir yuvarlak çizerek. “Şimdi size bu anlattıklarım beyninize girince hemen gidip bir köşeye yerleşiyor. Tıpkı sınıfa yeni gelmiş bir öğrenci gibi. İçeri girdiğinde kimseyi tanımadığı için tek başına bekliyor. Zamanla kendisine benzeyen arkadaşlar buldukça onlarla arasında bir bağ oluşuyor. Yani bilgi kendisiyle ilgili varsa diğer bilgilerle bağlar oluşturuyor. Beyinde eskiden beri var olan bilgilerle bağ kurabildikten sonra da bir daha aklımızdan çıkıp gitmiyor. Yani öğrenci o sınıfta kalmaya devam ediyor. Tabi yeni öğrencinin arkadaşları ile kalıcı bağlar kurması için bir kez sohbet etmesi yetmez değil mi, ara ara aynı bilgileri tekrar yaparak bu bağları sağlamlaştırmamız gerekir.”
“Öğretmenimiz çok akıllı biri ben de onun gibi akıllı bir öğretmen olacağım!” dedirtmişti bu anlatım Fatma’ya. Demir öğretmen gitse bile onun izinden gitmeye karar vermişti.
Beşinci sınıfı bitirdiği yıl yine ahırda ineklere ders anlatırken, Sultan hanımla Vasfi ağabeyi geldiler.
“Haydi gidiyorsun!” dedi Sultan hanım elindeki bohçayı göstererek.
“Nereye?”
“Nereye olacak, o çok istediğin kırmızı rugan pabuçları alacak ağabeyin sana!”
Vasfi güldü gevrek gevrek.
“Sahi mi?” dedi Fatma şaşkın şaşkın ağabeyine bakarak.
“He sahi! Haydi çabuk ol!”
“Annem nerede?”
“Annenin işi var o gelemez!”
Fatma heyecanla bıraktı ders anlatırken kullandığı sopayı. Hemen düştü ağabeyinin peşine. Sultan hanım elindeki bohçayı verdi Vasfiye, traktörde onları Hüseyin ağabeyi bekliyordu.
“Üçümüz mü gideceğiz?” dedi Fatma
“Evet evet bin haydi!”
Hava kararmak üzereydi ama Fatma farkına bile varamamıştı heyecandan. Hemen Vasfi ağabeyinin karşısına tekerin üzerine oturdu. Hüseyin çalıştırdı traktörü. Sultan hanım bir süre baktı arkalarından sonra girdi içeri.
“Babam mı izin verdi?” dedi Fatma gülümseyerek. Başını salladı Vasfi. Hüseyin göz ucuyla kardeşine baktı, göz kırptı Vasfi ona. Fatma’nın hiç gitmediği kadar uzağa gittiler. Çok değil bir saatti aslında gittikleri yok ama Fatma okul dışında bir yere gitmemişti hiç köyünden. Bir keresinde de kasabaya gitmişti sadece ama orası yakındı buradan. Kasabada hiç görmemişti böyle şeyler satan dükkanlar zaten, muhtemelen onun için bu kadar uzağa gelmişlerdi. Büyük bir kapıdan sağlı sollu tarlaların olduğu bir yola girdiler. Hava iyice karardığından nereye doğru gittikleri gözükmüyordu. Biraz sonra kocaman bir evin önünde durdu traktör.
“İn haydi!” dedi Hüseyin, Vasfi’nin tuttuğu bohçayı aldı elinden, Fatma’nın önünden hızlı hızlı yürüdü evin kapısına. Dışarıda ışık ve ses olduğunu duyunca kapıyı açmışlardı hemen. Orta yaşlı zayıftan bir kadın, “Kız bu mu?” dedi Hüseyin’in uzattığı bohçayı alıp.
Başıyla onayladı Hüseyin, kadın Fatma’yı elinden tutup içeri çekti.
“Ağabeyim gelmeyecek mi?” dedi kadının arkasına doğru çekilirken. Kapı kapanıverdi.
“Herhalde kızlar için bir dükkan burası” dedi Fatma kadına gülümseyerek. Kadın anlamaz gözlerle baktı ona.
“Saime!” diye seslendi içeri doğru sonra, gençten bir kadın geldi koşa koşa, “Al götür bunu yıkayın!”
“Temizim ben yeni yıkadı anam beni!”
“Olsun bir daha yıkasın Saime!”
“Yeni kıyafetleri giymeden temiz mi olmak gerek?”
“Evet evet!” dedi kadın, “Ne çok konuşuyor bu?”
Saime başıyla onu takip etmesini işaret edince Fatma onun peşine düştü bu sefer. Hiç bu kadar büyük bir bina görmediği için her yere bakıyordu yürürken. Kadın onu arkada büyükçe bir hamama soktu. Hiç onların evindekine benzemeyen kocaman bir yerdi burası.
“Kıyafetlerini çıkar şuraya koy!” dedi Saime hanım. Güler yüzlü tatlı bir kadına benziyordu.
“Siz mi göstereceksiniz kıyafetlerimi”
“Evet”
“Kırmızı rugan ayakkabı var değil mi en çok onu istiyorum çünkü” dedi heyecanla Fatma.
“Kırmızı rugan ayakkabı mı?” dedi Saime hanım şaşkın şaşkın, başından aşağı sıcak suyu döküp yıkamaya başladı Fatma’yı.
Saime hanım ovaladıkça o Demir öğretmeninin öğrencilerinin geldiğini ve onların kıyafetlerini görünce ne kadar beğendiğini anlatıp duruyordu. Saime hanım ona ne denirse onu yapıyordu. O yüzden hiç sesini çıkarmadan Fatma’yı güzelce yıkadı, sardı. Giyinsin diye bir odaya götürdü.
“Aha yatağın üzerinde kıyafetler, giyinince seslen ki gelip saçını tarayayım!”
“Bunları mı giyeceğim?” dedi Fatma yatağın üzerindeki dantelli beyaz elbiseye bakınca.
“Bunları verdiler!” dedi Saime tam kapatıyordu kapıyı Fatma tuttu kapının kolundan.
“Bir yanlışlık var, pembeydi benim istediğim elbise”
“Tövbe, tövbe!” diye söylendi genç kadın, “Sen bunu giy hele, hanıma sorarsın benimki pembeydi diye!” dedi ve kapattı kapıyı.
“Ya niye giyeyim ki bunu?” dedi Fatma şaşkın şaşkın. Yine de dinledi kadının sözünü yatağın üzerine bırakılanları giydi aklı erdiğince. Bir sağına, bir soluna baktı hiç beğenmedi.
“Abla giydim!” diye seslendi dışarı, Saime açtı girdi içeri.
“Abla ya bunları hiç beğenmedim ben!”
“Tamam dur da saçını tarayalım! Bana bunu verdiler. Söylersin hanıma dedim ya! Otur şuraya!”
Saime şimşir tarakla Fatma’nın beline kadar olan saçlarını taradı yola yola. Annesi de böyle taradığı için sesini çıkarmadı Fatma. Saçlarının suları beyaz elbisenin üzerine aktı durdu Saime tararken.
“Bekle şimdi burada hanım gelip bakacak!” dedi Saime ve kapıyı kapatıp çıktı.
Elbise ince olduğu için üşümüştü Fatma sırtı ıslanınca. Büzüştü oturdu sedire hanım kimse gelip baksın diye. Gelir gelmez söyleyecekti ona istediği elbisenin bu olmadığını. Dışarıdan cama bir araba ışığı vurduğunu görünce hemen perdeyi aralayıp baktı aşağıya. Hüseyin ağabeyi ile Vasfi ağabeyi sıkılmış olmalıydı beklemekten. “Bari gidip onlara haber vereyim” diye düşündü kapının koluna yapıştı ama kapı açılmadı. Kadın giderken kapıyı kilitlemişti Fatma’nın üzerine.
“Abla? Abla?” diye seslendi kapıyı zorlayarak ama sesine cevap veren olmadı. Demin oturduğu yere geçti oturdu yeniden. Bu evi de, bu elbiseyi de hiç sevmemişti. Kadın gelince eski kıyafetlerini isteyip gidecekti ağabeylerinin yanına.
“Vazgeçtim, istemiyorum pembe elbise” diyecekti.
Bir elbise almak için bu kadar çok yıkanmaya da ne gerek vardı anlamamıştı zaten. Annesi sabah yıkamıştı zaten onu. Elbiselerini kirletecek diye mi korkmuşlardı ahırdan geldi diye. Böyle mi oluyordu bu güzel elbiselerin satıldığı yerler yani. Bütün hevesi kaçmıştı burayı görünce, kendi eski elbiselerini giyerdi daha iyiydi. İyice sıkıldı beklerken, kalkıp kapıyı yeniden zorlamaya başladı. Nereye gitmişti bunlar onu buraya kilitleyip, unutmuşlar mıydı yoksa?
“Abla? Açsana kapıyı! Niye kilitledin beni buraya? Eve gideceğim ben, istemiyorum elbise, vazgeçtim!”
(devam edecek)