Kediye cevap vermeden önüne döndü Yuka ve babasının işlemleri bitirmesini bekledi. Bir kaç çocuk yanlarından koşarak geçtiler. Konuştukları dili anladı. Biraz sonra otelin kocaman ağaçlarla dolu yemyeşil bahçesine geçtiler ve biraz yürüdükten sonra kendi kalacakları bloğa geldiler.
Yeşilliği görmek Yuka’nın keyfini yerine getirmişti. Her zaman açık alanlarda ve doğada olmayı dört duvar arasında kalmaya tercih ediyordu. Hava sahiden sıcaktı. Hava alanından buraya gelene kadar sırtlarında mont ve hırkaları çıkarıp çantalarına koymuşlardı bile.
“Beğendin mi?” dedi babası odanın balkonuna çıkıp ağaçlara bakan oğluna.
Başını sallayarak onayladı Yuka. Kedi aşağıdan ona bakıyordu. Biraz sonra dayanamadı ve annesi ile babası valizleri açarlarken aşağı inip kedinin yanına gitti. Kedi her zaman olduğu gibi onun geleceğinden haberdardı. Kediler arası haberler öyle hızlı yayılıyordu ki dünyanın bir ucundaki olayı bir kaç dakika içinde dünyanın öbür ucundan duymak mümkündü. İnsanlar boşuna sosyal medya, telefon veya interneti kullanıyor diye düşünüyordu Yuka. Kediler hiç birine ihtiyaçları olmadan kolayca bilgiyi dolaştırabiliyorlardı.
“Bu ilk gelişin mi Türkiye’ye” dedi kedi Yuka’yı konuşturmak için.
“Evet ilk kez geliyorum”
“Denizi seveceksin, sahil de kocaman. Resim yapabileceğin bir çok taş var”
“Resim yapmak istediğimden hiç emin değilim”
“Ama yapmalısın”
“Yaptığım resimleri ve notları kimse bulmuyor. Belki de her şeyi ben uyduruyorum, seni bile! Ben deliyim”
“Bunları düşündüğüne göre elbette delisin!” diye güldü kedi, “Haydi ama biliyorsun, duyduğun her şey, gördüğün her rüya gerçek senin! Kim olduğunu biliyorsun! Hem de kimse bilmezken!”
“Bundan nasıl emin olacağım. Etrafımda benim gibi hiç kimse yok, kedilerle konuştuğunu sanan tek deli benim!” dedi Yuka kollarını sinirle sallayarak. O sırada balkondan endişe ile ona bakmakta olan annesi ile göz göze geldi. Kedi ile sohbetlerinde dudakları oynamıyordu ama annesi hareketlerini görmüştü.
“Yine tuhaf şeyler yapıyor!” dedi babasına dönüp ve babası da balkona geldi.
Kedi uzaklaşıp gitmişti.
“Sinek vardı” dedi Yuka ters ters ve kalkıp odaya çıktı yeniden.
Her şey dahil bir otele geldiklerinden sahile gitmeden önce annesinin önerisi ile restoran kısmına geçtiler. Kendi dillerini konuşan pek çok insan vardı içeride. Çoğunluğu yaşlı insanlardı. Bir kısmı da onlar gibi henüz okula gitmeyen çocukları veya bebekleri olan ailelerden oluşuyordu. Kendi ülkesinden bunca insanın nasıl üşenmeden buraya kadar gelmiş olduğuna şaşırmıştı Yuka. Acaba hepsi de onlar gibi bir şeylerden mi kaçıyorlardı.
Restoranın açık büfesi oldukça zengindi. Yoldan ve soğuktan geldikleri için annesi Yuka’nın sıcak bir çorba içmesinde ısrar etti. Burada uğraşacak ev işi olmadığından Yuka ile daha çok ilgilenecekti. Her tatilde yaşadıkları buydu. Sahile gittiklerinde o biraz daha büyüdüğü için denize girmediği sürece onu kendi haline bırakacaklardı sadece. Tabi psikoloğun dediğini hatırlayıp sık sık gözetleyeceklerdi davranışlarını. Durmadan göz hapsinde olmak çok sinir bozucu bir şeydi. Ailesinin davranışlarından sürekli olumsuz sonuçlar çıkarması ise hepten sinir bozucuydu. Son zamanlarda Yuka’nın neden daha gergin olduğunu anlayamıyorlardı. Yuka hem göz hapsinde olmaktan, hem de deli olduğunu düşünmekten gergindi. Çorbadan başka canı bir şey yemek istemeyince zaten hassas olan midesi kötü olmasın diye ısrar etmediler. Zaten sahilde de bir büfe ve yiyecekler olduğunu resepsiyonda söylemişlerdi. Kendisi gibi sarışın ve renkli gözlü çocukları seyrederek ailesinin peşinden gitti ve deniz giysilerini giyip bu kez sahile indiler. Daha sahile iner inmez nasıl olduysa Yuka’nın içini anlaşılmaz bir heyecan doldurdu.
“Ne oluyor?” dedi kendi kendine. Biraz ileride duran bir başka kedi yanıtladı sorusunu, “Burası ile ilgili çok erken karar verdin belki de?”
“Olabilir” diye düşündü, sahilin çoğu yeri kum olmasına rağmen her zaman resimler ve mesajlar çizmek için aradığı taşlardan da bir sürü vardı. Kendinden şüphe etmeye de başlasa çantasını yanından ayırmamıştı. Hemen annesinin elindeki çantayı aldı ve taş toplamaya başladı. Annesi onu yakalayıp kremleyene kadar işine büyük bir özenle devam etti. Sonra kendi şezlonguna geçti ve yuvarlak topladığı taşların üzerine çeşitli yüzler çizmeye başladı Gülen, şaşkın, uyuyan, meraklı. Bunlar rüyalarında gördüğü arkadaşlarının yüzleriydi. Nedense sahile geldiğinden beri liderini burada bulabileceğine dair bir hisse kapılmıştı. O yüzden bulabildiği her taşa kendinden, kedilerden ve arkadaşlarından bahsetmek istiyordu. Lideri buraya gelirse tüm sahilden Yuka’nın hikayesini öğrenebilirdi. Yüzleri çizmeyi bitirdikten sonra biraz ileriye gidip onları sanki hepsi aynı yönde bir yere bakıyormuş gibi kuma sapladı. Yuvaya da gitse sayı saymayı bildiği için onları yeniden sayıp kimseyi atlayıp atlamadığını kontrol etti. Sonra onlardan biraz daha büyük bir taş bulup, üzerine ellerini açıp yardım isteyen bir çocuk çizdi. Bu çocuk kendisiydi. Ne yapması gerektiğini lideri olmadan öğrenemezdi. Bu yüzden ona ihtiyacı vardı. Ayrıca onu çok merak ediyordu. Nasıl biriydi, üç gözü mü vardı, yeşil miydi? Kediler de onun bildiğinden fazlasını bilmiyorlardı onun hakkında. Herkes onu biliyordu ama hiç kimse henüz görmemişti. Bir kaç kez babası ile denize girdikten sonra sahili terk ettiler. Yuka henüz istediği kadar mesaj bırakamamıştı. Sahil o kadar büyüktü ki, tam olarak nereye bırakması gerektiğine karar veremediği içim tüm sahile bir şeyler hazırlamalıydı.
“O gelecek!” dedi sabah gördüğü kedi odalarına yürürlerken. Yuka neredeyse düşüyordu.
“Buraya mı geliyor?” dedi heyecanla.
“Yola çıkmış” dedi kedi ama annesinin geldiğini görünce kaçıp gitti. Yuka kedinin söylediklerinden sonra geride kalmış kendi kendine heyecan dolu hareketler yapmaya başlamıştı. Annesi de onu fark edince kimse görmesin diye panikle yanına gelmiş, büyüdüğü halde kucağına alıp hızlı adımlarla odaya doğru yürümeye başlamıştı.
“O geliyormuş!” diye mırıldandı Yuka kendi kendine, şu an annesinin hissettiği panik umurunda bile değildi. Farkında olmadan yine kollarını havaya kaldırdığı için annesi onu sarsarak hafifçe uyardı. Yuka kollarını indirdi ve direnerek annesinin kucağından da indi. Onun elini tutup bir daha yapmayacağı güvenini vererek yanında yürümeye başladı. Sahil ve kaldıkları blok arasında epeyce yürüme mesafesi vardı. Odaya varmadan bir kaç soru sormak için göz ucuyla kediyi aradı ama göremedi. Bir an önce duş alıp yeniden aşağı inmek istiyordu. Havluları asmakla oyalanan annesine biraz kızdı bu yüzden. Kedinin onunla dalga geçip geçmediğini öğrenmesi gerekiyordu. Acaba nereden geliyordu ? Onu görünce ne hissedecekti? Onu tanıyacak mıydı kediler gibi? Hemen koşup boynuna sarılacaktı, kim olduğunu anlatıp, görevinin ne olduğunu soracaktı. Tabi arkadaşlarının görevlerini de, sonra onlara lideri bulduğunu müjdeleyecekti ve görevlerini söyleyecekti. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Annesi onu yıkarken durmadan olduğu yerde kıpırdıyor. Kollarını sallıyordu. Zavallı kadın onun bir kriz geçirdiğini sanacaktı neredeyse. Annesi onu giydirdikten sonra bu gün iyice tuhaflaştığını babasına anlatırken o hemen fırlayıp aşağı indi. Ağaçların arasında biraz dolandı ama kedilere rastlayamadı. Otelin pastanesi olduğunu öğrendiği yere doğru gitti. Bir kaç aile ortadaki süs havuzunun etrafına oturmuşlardı. Kedilerin oraya gelebileceğini umarak gidip tek başına bir masaya oturdu. Tam karşısındaki masada dört kişilik bir aile oturuyordu.
(devam edecek)