Var olduğunu hayal ettiğim bir çocuktan bahsedeceğim bu defa sizlere. Adı Yuka olan bu çocuk henüz beş buçuk yaşında ve hayalime bir başka ülkeden geldi. Yuka dört yaşından beri diğer çocuklardan farklı bir hayal gücüne sahip olduğu için ailesi tarafından psikoloğa gidiyor. Aslında farklılığı dört yaşında başlamadı ama öğretmeni onun çizdiği resimler ve söylediği sözler yüzünden ailesini çağırıp bir psikoloğa gitmelerini önerdi. Sınıfın geri kalanı öğretmenin çizmelerini istediği resimleri büyük bir gayretle ve ellerinden geldiği kadarıyla çizerken, Yuka bambaşka şeyler çiziyordu. Onun resimlerinde gökyüzündeki galaksiler ki bunları basitçe bir spiralle belirliyordu ve bu galaksilerin arasındaki geçiş yolları oluyordu. Yuka buraya oralardan geldiğini söylüyordu. Aslında ailesine de bir kaç kez bahsetmişti bunlardan ama babası emlakçı annesi ev hanımı olan ailesi dört yaşında bir çocuğun hayal gücü olduğunu düşünüp üzerinde durmamışlardı. Dahası dinlememişlerdi bile.
Sessiz ve kendi halinde olan annesi ona izlemesi için sürekli film kanalı açtığından Yuka yaşına uygun olmayan pek çok bilim kurgu filmi izlemişti. Oyunlarında da bu filmlerden sahneler olduğunu düşünen aile, onun bahsettikleri, resmettikleri ya da oyunları hakkında endişelenmiyordu. Yuka’nın babası da çocukluğunda hiperaktif teşhisi konulmuş bir yetişkindi. Karısına aşık olmasının nedeni onun aşırı sakinliğiydi. İkisi birbirlerini tamamlayan bir çift olmuşlar, evliliklerinin üçündü yılında ise hayatlarına Yuka’yı eklemişlerdi. Kuzey ülkelerinden birinde yaşıyorlardı. Yuka’nın sapsarı saçları ve renkli gözleri vardı. Yemek ile arası pek hoş olmadığından zayıf bir çocuktu. En sevdiği şey boyaları, kalemleri, kağıtları ve kendini ifade edebildiğini düşündüğü bütün malzemesini bir sırt çantasına doldurup her yere onlarla gitmekti. Aklına geldiği her an çantasından bir şeyler çıkartıp, resimler yapıyor ya da bildiği kadarı ile yazılar yazıp, rakamlar çiziyordu. Henüz matematik bilmiyor olmasa da bazen sanki dört işlem yapıyormuş gibi üç dört basamaklı sayılar yazıp, aralarına artılar ve eksiler yerleştiriyordu. Babası annesinin ona sürekli yaşına hiç de uygun olmayan filmler izletmesinden rahatsızdı. Bütün bu anlamsız çizimler ve sayıları o filmlerden görmüş olduğunu düşünüyordu. Yuka’nın annesi film izlemeyi seven bir kadın değildi. Daha çok ev işleri ile meşguldü gün içinde. Yuka yuvadan geldiğinde salondaki televizyonu açıyor, ekranda çocuk gördüğünde hemen kanalı sabitliyor ve yine işlerinin başına dönüyordu. Maalesef çocuk oyuncuların yer aldığı her film çocuk filmi anlamına gelmiyordu.
Öğretmeninin şikayetleri ile psikoloğa gitmeye başladıktan sonra bile annesi ona filmleri izletmeye devam etti, çünkü çocuğun bu hallerinin izlediği filmlerle ilgisi olduğunu düşünmüyordu. Açtığı filmler çocuk filmleriydi ona göre. Takip etmediği için adlarını bilmiyordu ama hikayenin bir çocuğun etrafında döndüğünden emin olmadan Yuka’yı filmin başına oturtmuyordu. Daha bir hafta önce sekiz yaşlarında bir çocuğun başına gelenleri anlatan bir film açmıştı ona. Adını bilmiyordu ancak sesi kısık olan televizyonda sahneler boyu çocuğu görünce bırakıp gitmişti. Yuka annesi gider gitmez televizyonun sesini açıp, sonuna kadar pür dikkat izlemişti bu filmi. Adını o da bilmiyordu. Filmde sekiz yaşındaki erkek çocuk hayaletler görüyordu ve bunun için bir psikoloğa götürülüyordu. Yuka çocuğunda kendisi gibi anlaşılmadığını fark ettiğinde filmi daha da dikkatle izlemiş ve çok beğenmişti. Oysa film on sekiz yaş üzeri kişiler için uygun psikolojik bir gerilim filmliydi. Filmdeki çocuk karakterin gördüğü hayaletler ölü olduklarını bilmiyorlardı. Çocuk onlardan korktuğu için hayaletlerle konuşmuyor ve sonunda bu gördüklerini psikoloğa da anlatıyordu. Psikolog ise diğer tüm yetişkinler gibi ona inanmıyordu. Yuka’yı etkileyen çocuğun hayaletler görmesi değildi, o da bir şeyler görüyordu zaman zaman ama onların hayalet olmadıklarını biliyordu. Zaten onları gerçekte değil çoğunlukla rüyalarında görüyordu. Bazen de zihninin içinde konuşmalar işittiği oluyordu. Yuka’nın annesi ve babası öğretmenin uyarısından sonra daha önce anlatsa ya da resimlerini gösterse de ilgilenmedikleri tüm şeyleri bir anda tuhaf karşılamaya başlamışlardı. Yuka onları çok seviyordu, çok iyi insanlardı ama neden ona değil de sürekli başka yetişkinlere kulak verdiklerini anlayamıyordu. Oysa dinleseler, şimdi psikoloğa anlattığı her şeyi daha önce defalarca onlara da anlatmıştı. Annesi sürekli ev işleri ile meşgul olduğundan çizdiği resimleri akşam geldiğinde babasına göstermeye çalışıyordu ama ne yazık babası gelir gelmez film kanalından çevirdiği spor kanalına bakarken, sanki bakıyormuş gibi yapıp Yuka’nın sarı saçlarını karıştırıp gönderiyordu onu.
Öğretmen bu resimlerin ve Yuka’nın anlattıklarının bir psikoloğa gitmesi gerekecek kadar sorun olduğunu söylediğinden beri ise ikisi de onlara bir şeyler söyleyip, resim göstermek istese endişe ile yüzüne bakıyorlardı. Son iki yıldır bu konuda çok mutsuzdu. İlgilenmedikleri zamanları özlüyordu neredeyse. Şimdi ilgilendikleri tek şey Yuka’nın bu davranışlarından vazgeçip geçmediğiydi. Geçmiyordu, geçmeyecekti de, O rüyalarında yetişkinlerin anlam veremedikleri bir çok şeyi görüyordu. Bir başka gezegenden gelmişti buraya, bir görevi vardı. Koruması gereken birileri, bir şeyler vardı ve onları bulması gerekiyordu. Üstelik tek başına da değildi, başka çocuklar da vardı onun gibi. Onları tanımıyordu, daha önce hiç görmemişti ama rüyalarında buluşup görevlerini ve gezegenlerini konuşuyorlardı. Onlar da Yuka gibi korumaları gereken liderlerini arıyorlardı.
Gittiği yuvada öğretmen onlara Küçük Prens hikayesinden bahsetmişti. O zamanlar daha psikoloğa başlamadığı için Yuka’nın hikaye hakkındaki yorumlarını şaşkınlıkla karşılasa da sesini çıkarmamıştı. Hikayede aynı Yuka gibi küçük bir erkek çocuk vardı. Sadece Yuka gibi dört yaşında değil, o zamanlar dört yaşına henüz girmişti, seyrettiği o filmdeki çocuk gibi sekiz yaşındaydı. Filmi ilk izlemeye başladığında o çocuğun filmi olduğunu sanmıştı ama sonra araya hayaletler girince başka bir film olduğunu anlamıştı. O güzel hikayenin de filmi olduğuna emindi ama televizyon vermediği sürece izlemesi mümkün olmuyordu ne yazık ki. Annesi ve babası onun bilgisayara dokunmasına izin vermiyorlardı. Oysa artık beş buçuk yaşındaydı ve biraz da olsa okuma yazma biliyordu.
Küçük Prens tıpkı onun gibi bir başka gezegenden gelmişti. Gerçi onun gezegeni küçücüktü, Yuka geldiği gezegeni hatırlamıyor olsa da küçük olmadığını biliyordu. Küçük Prens gibi hayvanların ne söylediklerini anlayabiliyordu, ağzını oynatarak veya ses çıkararak konuşmuyorlardı ama onları gördüğünde zihninin içinde sesler duyuyordu. İlk zamanlar bu seslerin onlara ait olduklarını anlamamış tedirgin olmuştu. Hatta ailesinin söylediği gibi deli olduğundan bile şüphe duymuştu ama sonra evlerinin önündeki kedilerin onunla gerçekten konuştuklarını fark edince Küçük Prens’ten farkı olmadığını anlamıştı. Hatta o hikayeyi de kendisi gibi başka bir gezegenden gelen bir erkek çocuğunun yazdığına inanıyordu. Tabi çocuk ancak büyüdükten sonra yazmıştı o hikayeyi. Hikaye dediyse bir kitaptı tamamı, kalın olmayan resimli bir çocuk kitabı. Yuka da büyüdüğünden başından geçenleri anlatan bir kitap yazarak kendisi gibi olan çocuklara bir mesaj verebilirdi belki. Öğretmenin söylediğine göre kitabın yazarı bir Fransızdı ve ne yazık ki hayatta değildi. Hayatta olsa mutlaka ona mektup yazıp, onun da kendisi gibi rüyalar görüp görmediğini sormak isterdi. Eve gelince annesine hikayeden ve onun yazarından bahsetti ama annesi o zamanlar onun söylediklerine kulak vermediği için “Hiç duymadım!” demekle yetindi. Oysa kitap dünyada bir çok dile çevrilmiş ve hemen herkesin bildiği bir hikayeydi. En azından öğretmeni öyle söylüyordu. Yuka yazarın kendisi gibi olduğuna ve dünyadaki bütün çocuklara ulaşmak için böyle bir şey yaptığına yüzde yüz gözüyle bakıyordu.
(devam edecek)