Asiye lise son sınıfta okuyor, komşu bahçelerin çocukları ile birlikte ilçeye okula gidip geliyordu. O sene üniversite sınavına girecekleri için okul ek çalışma saatleri eklemişti kurs olsun diye.
“Of ya! Bıktım bu okul saatlerinden, gidip bağa bahçeye dalasım var!” diye şikayet ediyordu Asiye durmadan arkadaşlarına. Babası gibi ele avuca sığmıyor olsa da, amcası gibi bağa bahçeye düşkündü.
Yusuf bey ne yapsa, ne etse Kanat’ı tarlaya, bahçeye sokamamıştı bir türlü. Kartal bey her gün uslu uslu babası ile gider, akşam da onunla yorgun argın gelirlerdi. Kanat bey ise dağda bayırda bir yerlerde elinde kitapları, yatar dururdu akşama kadar Kendi gibi pek arkadaşı olmadığı içinde çoğunlukla yalnız takılırdı.
Asiye amcasına çektiğini düşünürdü hep, kitap okumayı pek sevmiyordu. Kuşlara, ağaçlara, bağa, bahçeye meraklıydı amcası gibi. Babasının yanına gittiğinde duvarlara kadar kitap dolu o evde boğulduğunu düşünüyordu bu yüzden. Babasının o kitapların hepsini okuduğunu da inanamadığı için içten içe hayranlık duyuyor ama dile getirmiyordu kesinlikle. Aralarında epeyce soğukluk olmasına rağmen neden her tatil görüşmek zorunda olduklarını da anlamıyordu.
“Yenge ya görevli gibi görüşür mü baba kız?”
“Kızım bazı erkek sevgisini göstermeyi bilmez. Sen neden böyle düşünüyorsun? Seni sevmese arar sorar mı?”
“Yani sene de bir, bilemedin iki kez kalkıp ben onun ayağına gidiyorum. Bu mu sevmek?”
“Tamam ama biliyorsun yıllarca deden yüzünden gelemedi baban. Orada bir hayat kurdu kendine. Bırakabilecek olsa gelir kalır burada deden de yok artık ama olmuyor demek ki?”
“Ölenin arkasından konuşulmaz ama dedeme de kızgınım biliyorsun”
“Deden eski adamdı. Otoriterdi. Oğlunun üç yaşına gelmiş çocuğu olduğunu duyunca öfkesini kontrol edemedi, kovdu babanı. Sonra da dönmedi sözünden”
“Pişman mı oldu yani sence?”
“Olmuştur herhalde!”
“Oldu da madem beni niye sevemedi hiç? Öyle ya da böyle onun torunuyum ben!”
“Aman Asiye! Öldü gitti adamcağız! Boş ver bunları! Dersin yok mu senin?”
“İşine gelen başından savıyor beni ya! Babaannem yengene yardım et diyor, sen ders diyorsun!” diye güldü Asiye.
“Çok soruyorsun be kızım! İnsanda akıl makıl kalmıyor vallahi! Her gün aynı sorular bıkmadın mı?”
“Bıkmadım, anlamıyorum ki bıkayım! Anlasam sormayacağım zaten! Üniversite bitince gitmeyeceğim babamın yanına artık!”
“O zaman gelsin bakarız haydi!”
Sıdıka hanım kıza hak veriyordu ama kocası ile karar vermişlerdi ne olursa olsun babasına düşman etmeyeceklerdi Asiye’yi. Çocukları olmamıştı, ne Asiye’den önce, ne sonra. Kayınvalidesi dert etmese de Yusuf bey ona da takmıştı bir ara, Asiye’den bilmişti hatta neredeyse de çocuğun haberi yoktu Allah’tan. “Annesi kim belli olmayan çocuk” diyordu ona. Hediye hanım çok kızıyordu kocasına ama söz geçiremiyordu. Yusuf bey ile kimse baş edemezdi çok inat adamdı rahmetli.
Sıdıka hanım için Allah’ın bir lütfu idi Asiye. Çocukları olmadı diye hiç üzülmüyorlardı, Asiye onların çocuğu olmuştu gelip. Nur içinde yatsın annesi her kimse, kızını onlara emanet etmişti. Her namazda dua ederdi Sıdıka o kadına. Evladını geride bırakıp gözlerini yummanın acısını hissederdi içinde. Emanetti Asiye, hediyeydi, Sıdıka hanımın canı ciğeriydi.
Kartal bey de çok düşkündü kızına, kardeşinin emaneti diye değildi sadece, o da karısı gibi onu bir hediye olarak görüyordu ailesine. Asiye kardeşinin kızı değil de kapıya bırakılmış bir çocuk da olsa yine aynı şekilde sever büyütürdü onu.
Asiye’de onları anne-baba görüyor, biliyordu zaten. Ne kadar konuşurlarsa konuşsunlar Kanat beye “baba” demiyor, “baba” olarak da göremediğini söylüyordu.
Yarı yıl tatili yaklaştığından Asiye yine hırçınlıklara başlamıştı, artık evde herkes onun babası ile gitmek istemediği için böyle yaptığını öğrendiği için ses etmiyordu.
“Ben de sizin gibi bağda bahçede çalışırım, ne diye okumam gerekiyor!” diye dolanıyordu evin içinde. Uzayan ders saatleri, yaklaşan sınav da korkutuyordu gözünü. Çok gönüllü değildi okumaya ama evdekiler üzülmesin diye çalışıyordu yine de. Buralarda üniversite olmadığı için Giresun Üniversitesi yazacaktı. Sağlık bilimleri istiyordu. Hiç değilse mezun olunca yine buralarda kalabileceği bir mesleği olurdu. Mühendislik falan kazanası yoktu zaten. Hele babası gibi edebiyat, felsefe hiç ona göre değildi. Ziraat okumaya heves etmişti bir ara bağları, bahçeleri de var diye ama sonra bunun için mühendis olmasına gerek olmadığına karar verip ondan da vazgeçmişti. Hemşire olacaktı o. Babaannesi de beğenmişti bu işi.
“Ne yapacaksın uzağa gidip, bak yaşlandım ben, Sıdıka ile Kartal’da genç değil, bakarsın bize!” diye seviniyordu.
Babaannesinin hemşire olup onları iyi edeceği hayalleri eğlenceli geliyordu Asiye’ye, kadıncağızın yumuşacık yanaklarını sıkıp “Babaannelerin güzeli ben seni öpe öpe iyileştiririm!” diyerek yüzünü gözünü ıslak ıslak öpmeye başlıyordu bu sefer. Hediye hanımın böyle ıslak öpülmekten hiç hoşlanmadığını biliyordu tabi. Sonunda terlikle aşağı kovalanıyordu her seferinde.
Sonunda Kanat bey gelmişti İstanbul’dan, gelirken de her zaman olduğu gibi tam Asiye’nin bedeninde, üstelik hiç anlaşamasalar da tam zevki olduğunu bilerek kıyafetler getirmişti yine. Babasının tek sevdiği huyu buydu Asiye’nin. Onun karakterini, aklını, yüreğini hiç anlamasa da zevkini anlıyordu en azından. Gerçi getirdiği kıyafetlerin çoğu şehir için daha uygun oluyordu ama yine de Asiye hepsini giyiyordu yeşillikte dolanırken de. Buraların en şık kızı olmuştu bu sayede. Arkadaşları “Asiyecan” diye isim takmışlardı ona. Beldenin moda ikonu.
Babasından çok elindeki paketlerle ilgilenmeye başladı her zaman ki gibi. Yengesi Kanat beyin geleceğini bildiğinden sofrayı hazır etmişti.
“Uzun yoldan geldin, çorbayı ıstayım bir kendine gel!” dedi kocasıyla sohbet eden kayınbiraderine. Kartal bey kardeşini sevgiyle kucaklayan tek kişiydi evde.
“Söyle bakalım hoca efendi neler olup bitiyor yedi tepeli şehirde!” diye takıldı ona.
Kanat bey kızıyordu “hoca efendi” denmesine ama güldü geçti yine her zaman ki gibi ağabeyine.
“Bir şey olduğu yok, yedi tepesi yerinde duruyor! Siz neler yaptınız? Annem inmeyecek mi?”
“Asiye koş babaannene babam geldi de!” diye seslendi Sıdıka hanım içeriden.
“Kanat bey!” diye düzeltti Asiye babasına gözlerini dikerek, açmayı bitiremediği paketleri bırakıp çıktı merdivenlerin başına.
“Babaanne! Oğlun geldi!” diye seslendi yukarı doğru, evin temeli beton, üzeri ahşap olduğu için sesin yukarı gittiğine emindi. Gıcırdayan tahtalardan babaannesinin kapıya geldiğini anladı.
“Geliyorum!” dedi kadıncağız kapı aralığından, kolları, bacaklarını sıvamış, abdest alıyordu belli ki.
“Geliyormuş babaannem!” dedi sonra Kanat beye hediyelerinin bile çok değerli olmadığını hissettirmek için yarı açılmış paketleri öylece bırakıp, mutfağa yengesine yardım etmeye gitti.
“Gene yaptın yapacağını!” dedi yengesi gözlerini devirerek.
“Ne yaptım yenge ya? Çocuğu bırakıp giden o, suç yazılan çocuk! Adalet nerede?”
“Bilmiyorum ne zaman bitecek bu hesap?” diyerek tencerenin tutaklarına sardığı bezlerle masaya doğru yürüdü Sıdıka hanım, “Haydi buyurun! Asiye sürahiyi getir!”
“Annemi beklemeyelim mi?” dedi Kartal bey.
“Geliyormuş ya!” diyerek böldü çorbaları Sıdıka hanım, Hediye hanımın ahşap tırabzana iki eliyle tutunup, yan yan inişinin gıcırtısı duyuldu biraz sonra, “Bak!” dedi eliyle sesi gösteriyormuş gibi yaparak Sıdıka hanım ve tencerenin kapağını kapattı soğumasın diye.
(devam edecek)