“Rivâyete göre, Fatih Sultan Mehmet, Trabzon seferine giderken Şebinkarahisar’dan geçer. Ordusunun konakladığı yerde, bir ihtiyar sekiz-on kadar koyununu otlatır. Askerler yanına varıp, latife olsun diye, ihtiyardan kendileri için koyun kesmesini isterler.
İhtiyar hiçbir şey söylemeden koyunları kesmeye başlar, fakat koyunların sayısında hiçbir eksilme olmaz. Askerlerin tamamına yetecek kadar koyun keser ve onları doyurur. Askerler onun bir evliya olduğunu anlar ve ona karşı saygıda kusur etmeyip iltifatlarda bulunarak oradan ayrılırlar. Bu olay zamanla tüm çevrede duyulur. Zaman geçer ve ihtiyar ölür. Mezarı Kelkit Çayı’nın batı yakasında kalır. Yıllarca bu mezar dertlerine deva bulmak ve dileklerine erişmek isteyen insanlar tarafından ziyaret edilir. Ancak gerçek adı unutulduğu için ona “Koyun Baba” derler. Koyun Baba’nın türbesi ırmağın batı yakasındadır. Irmağın bu yakasındaki insanlar türbeyi rahat bir şekilde ziyaret edebilirler. Ancak ırmağın doğu yakasında yaşayan ve türbeyi ziyaret etmek için yanıp tutuşan insanlar ise ırmağın geçit vermemesinden dolayı ziyaret edemezler ve bu duruma çok üzülürler. Birkaç yıl sonra bölgede bir heyelan olur. Koyun Baba’nın türbesi de yerinden kayar. Tam ırmağın ortasında durur ve bir ada haline gelir. Bir süre sonra türbenin adı değişir ve Ada Baba olur. Irmağın suyu bir yıl türbenin sağından, bir yıl solundan akmaya başlar. Böylece her iki tarafında yaşayan insanlar, iki yılda bir de olsa, türbeyi ziyaret etme imkanına kavuşmuş olurlar. (*)”
Babaannesi anlattığı bu hikayeyi belki onuncu kez tekrar ediyor olsa da Asiye her seferinde gözleri hayretle büyümüş olarak dinliyordu.
“Ya babaanne peki neden koyunları eksilmiyormuş ki ihtiyarın?”
“Kızım evliyaymış işte!”
“Tamam da Fatih Sultan Mehmet bir evliya ile tanışmış da hiç tepki vermemiş mi?”
“Vermiştir herhalde bilmiyorum.”
“Mesela yanına alabilirmiş ihtiyarı değil mi?”
“Belki adam gitmek istememiştir!”
“Padişah çağırınca gitmemek olur mu babaanne ya?”
“Anlatmayacağım vallahi bir daha! Haydi git makinadan çamaşırı çıkar buruşacak içinde! Sonra da in Sıdıka’ya yardım et!”
“Yengem de git babaannene yardım et dedi!”
“Tamam çamaşırı çıkar işte!”
Hediye hanım torununun bitmek tükenmek bilmeyen sorularını dinleyip cevaplamaya çalışacak kadar sabırlı değildi. Kocası Yusuf efendi öleli çok olmuştu. O zamandan beridir kendilerine ait üç katlı binada, oğlunun hemen üzerinde oturuyordu. Üç oğulları olmuştu Hediye hanım ile Yusuf beyin. Bir tanesi Yusuf beyden önce ölmüştü, aile bu acı olayı konuşmayı pek sevmezdi. Asiye doğmadan önce öldüğü için en büyük amcasını hiç tanımamıştı. Asiye’nin babası ile amcası ikiz kardeşti. Alt katta amcası ve yengesi ile yaşıyordu. Kartal bey ile Sıdıka hanımın hiç çocukları olmamıştı. Asiye’nin babası Kanat bey ele avuca gelmez bir delikanlıydı. Kardeşi Kartal bey ne kadar uysal ve evcimense, o da o kadar hareketli ve asiydi. Kartal bey ve Sıdıka hanım evlendikten bir buçuk yıl sonra bir gün kapıyı çalmış, kucağında üç yaşındaki Asiye ile içeri girmişti.
“Kim bu çocuk?” demelerine fırsat bırakmadan, çocuğun kendisinin olduğunu, annesinin hayatta olmadığını. Çocuğa tek başına bakamayacağı için onu ağabeyinin büyütmesini istediğini söylemişti.
Sıdıka hanım, Asiye’nin annesiz kaldığını duyar duymaz, konuşulanları dinlemesin diye alıp içeri götürmüş, güzelce karnını doyurmuştu. Sarı saçlı, mavi gözlü Asiye yengesi ve amcası ile ilk o gün tanışmıştı. Kartal bey ikiz kardeşini ne kadar sıkıştırırsa sıkıştırsın, ne çocuğun annesi, ne nasıl doğduğu hakkında tek kelime alamamıştı.
“Oğlum başımızı belaya mı sokacaksın sen bizim? Bu çocuğun başka hiç akrabası yok mu aldın geldin? Bak sonradan peşine düşen olmasın?”
“Yok ağabey yemin ediyorum çocuk benim”
“Hani kimliği nerede bu çocuğun?”
“Kayboldu” diye kendi aralarında konuşurlarken o zamanlar sağ olan Yusuf bey gelmiş, Kanat’ın bir çocuk sahibi olduğunu ve çocuğu Kartal’a bırakmak istediğini duyunca şoka girmişti.
“Üç yaşına gelmiş çocuğun olduğunda mı öğreneceğiz biz her şeyi hayta!” diye bağırmaya başlamıştı Yusuf bey. Yıllardır oğlunun yaptıklarından bıkıp usandığından olsa gerek hızını alamamış, en sonunda evden kovmuştu Kanat beyi.
Kanat bey çok asi bir delikanlı olsa da büyük hayali hep okumak olduğu için babası onu evden atınca, çocuğu bırakıp arkasına bile bakmadan İstanbul’a gitmişti. Bir süre bir arkadaşının yanında kalıp, bir işe girmiş, o sene sınavlara hazırlanıp, Edebiyat Fakültesini kazanmıştı. Babası onunla konuşmadığı için Kartal beye haber veriyordu yaptıklarını. Kartal ve Sıdıka hanım, Yusuf beyin gazabı yüzünden daha ne olduğunu anlayamadan Asiye’nin ailesi oluvermişlerdi. Hediye hanım bağırışı duyup aşağı indiğinde Kanat çoktan çekip gitmişti evden.
“Kim bilir kimden peydahladı bu kızı?” diyerek torununun yüzüne hiç bakmayan Yusuf beyin aksine, Hediye hanım her gün aşağı inip, Sıdıka ile birlikte büyütmüştü Asiye’yi. Aile bağ, bahçesi ile geçindiği için bağa, tarlaya giderken de yanlarında götürmüşlerdi Asiye’yi. Çocuk geldiği yer yokmuşçasına çabucak alışmıştı bu güzel yere ve güzel insanlara. Kartal bey kardeşinden bir şey öğrenemedikleri için konuşabilen Asiye’nin hatırladıklarını anlamaya çalışsa da sonunda vazgeçmişti bundan.
Çocuk Kanat beyin olduğu için anne-baba dedirtmemişler, amca-yenge demesini öğretmişlerdi Asiye’ye. Şimdi on yedisinde olan Asiye ise onları hep anne ve baba olarak görmüştü. Babasının onu bırakıp gitme hikayesini bildiğinden dedesi öldükten sonra yeniden gelip gitmeye başlayan Kanat beye, “Kanat bey” diye hitap ediyordu.
Yusuf bey kalp krizinden öldüğünde Asiye on yaşındaydı. O zamana kadar Kanat bey babası ile görüşmediği için Kartal bey yarı yıl tatillerinde kızı alıp İstanbul’a götürüyor, tatil sonunda da gelip alıyordu. Sıdıka hanım da, o da, çocuğun babası ile vakit geçirmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Asiye hiç istemiyor bile olsa. Bu ziyaretlerde de yıllar boyu Asiye’nin annesinin kim olduğu konusunda sorular sorsa da bir şey öğrenemeden dönüyordu Kartal bey evine. Asiye gider gitmez hepsi onun hasretine düşüyor, kız gelir gelmez de hemen öpüp koklamaya başlıyorlardı. Kocasından korkusuna önceden torununu eve çıkaramayan Hediye hanım, onun ölümünden sonra haftanın bir kaç günü yanına alıyordu Asiye’yi. Böylece Asiye bir aşağı, bir yukarı çabucak büyüyüverdi. Yusuf beyin ölümünden sonra değişen tek şey, yarı yıl tatillerinde kazandığı üniversite de doçentliğe kadar yükselen Kanat beyin gelip kızını alması olmuştu. Asiye’yi alıyor bir gece kaldıktan sonra yeniden İstanbul’a dönüyordu. Dönüşlerinde de bir geceden fazla kaldığı hiç olmuyordu. Hediye hanımın evinde kalıyor, annesi ile hasret gideriyorlardı. Annesi de neler söylemişti çocuğun annesini öğrenebilmek için ama Kanat bey ne annesine, ne kardeşine, ne de kızına kadının kim olduğunu kesinlikle söylememişti. Yıllarca Asiye de çok merak etmiş, babasına sormuş durmuş ama her seferinde “Annen öldü, kim olduğunu bilmen gerekmiyor!” dan başka yanıt alamamıştı. Bu yüzden de çok kızgındı Kanat beye. Bunu yapmaya hakkı olmadığını düşünüyordu. Hem annesinin kimliğini saklıyor, hem onu terk edip gidiyordu. Kartal amcasının tüm ısrarına rağmen ona “baba” dememekte kararlıydı bu yüzden. “Baba” olmayı hiç hakketmiyordu Kanat bey, tam aksine baba olacak biri varsa o da Kartal beydi ve tabi Sıdıka hanım da anne olmayı hakkediyordu. Öz annesi için bir şey demiyordu. Ölüp gitmese kızını terk etmezdi diye düşünüyordu onun için.
(devam edecek)
Alıntı (*) Giresun Efsaneleri : https://giresun.ktb.gov.tr/TR-217049/giresun-efsaneleri.html