Nehir kenarında bulunan cesedin Ebru olduğu anlaşılınca Sedat bey emniyet Kerime’ye bilgi vermeden önce öğrendi. Polislerden önce ondan duymasını istediği için Kerime’yi yanına çağırıp, durumu anlattı.
Kerime, Ebru’yu ona ve ailesine yaptıklarından dolayı affedemiyordu ama bir yerlerde cesedinin bulunacağını hiç düşünmemişti doğrusu. Sedat bey anlatırken elleri ile yüzünü kapattı “Ah, hayır! Bunu kendine nasıl yapmış?”
“Size verdiği ilaçlara bakılırsa, tekin olmayan arkadaşları varmış. Polisin dediğine göre o ilaçlar piyasada reçeteli satılan ilaçlardan değilmiş. Tabi annen ve teyzeni onun öldürdüğü ispatlanamıyor bu durumda, sizi zehirleyip, yangını çıkarttığı da ama zaten o cezasını bir şekilde bulmuş”
“Şimdi ne olacak?”
“Sanırım artık evi kapatabileceksiniz, Ebru senin istediğin şekilde defnedilecek. Evde sağlam bir şey kalmış mıydı bilmiyorum ama bakmak istersen Fatih seni eve götürsün. İstersen tabi. Şahsi fikrimi soracak olursan o eve yeniden girme. Ben ev sahibiyle bağlantıya geçeceğim söylediğim gibi. Yapılması gerekenleri yaparım. Zaten evden alınacak durumda bir şey olduğunu sanmıyorum. DNA için bile zor buldular örneği”
“Tamam” dedi Kerime, evi yeniden o halde görmek fikri onun da içine bir sıkıntı çökmesine neden olmuştu. Ebru’nun cezasını çekmesini istiyordu ama ölmesini hiç istemediği için kendini kötü hissediyordu. Kim bilir başına neler gelmişti. Ebru’yu sahipsiz bırakmak istemiyordu yine de ama cenazeye de katılmak istemiyordu.
“Ben hallederim” dedi Sedat bey, “Mezarın yerini bile bilmen gerekmez”
“Teşekkür ederim, size borcum giderek artıyor.”
“Boş yere karşılaşmış olamayız değil mi? Mutlaka hepimiz için bir pay var bu hikayede. Sen içini ferah tut.”
“Oğuz’a şimdilik Ebru’dan bahsetmesek olur değil mi?”
“Elbette olur bu senin kararın”
Kerime o gece kötü rüyalar gördü. Ebru’nun o şekilde bulunmuş olmasından çok etkilenmişti. Ertesi gün de çok sessiz olunca, Fatih onu mutlu etmek için Oğuz’un yanına götürdü. Oğuz, her gördüklerinde daha iyi oluyordu. Ona dışarıdan bitirme ile ilgili planları ve girişimleri anlattılar. Yaklaşık iki ay sonra bir ameliyat olacaktı, ameliyattan sonra daha hızlı toparlanacağından gelişmeler daha da hızlı olacaktı.
Sedat bey Dündar beyin kardeşi için yapılan DNA testi için heyecanla sonucu bekliyordu. Bunca sıkıntıdan sonra Kerime’nin ailesini bulacak olmasına seviniyordu. Dündar bey şüphe ile yaklaşsa da Sedat bey testin pozitif çıkacağından emindi.
Kerime ile Fatih’in arası artık eskisi gibi değildi, yeniden ilk tanıştıkları gibi iyi arkadaş olmuşlardı. Kerime ona yeniden güvenmeye başlamış görünüyordu. Fatih her şey yolunda gittiğine göre artık nişanı yapabileceklerini söylese de, babası sürekli erteleyip duruyordu. Artık araları da düzeldiğine göre nişan için neyi bekleyip durduklarını bir türlü anlamayan Fatih babasına içerliyordu bu durum için. Eğer Kerime ile nişanlanırlarsa Gülistan’ın tacizlerinden de yüzde yüz kurtulacaktı. Gerçi kız uzak duruyor, hatta neredeyse hiç ilgilenmiyordu onunla artık ama Fatih ona güvenmediği için, bunun da bir plan olduğunu sanıyordu.
Gülistan bilgilerini tazeleme, yeni kıyafetler, cilt ve saç bakımı gibi kendini parlak gösterecek ne varsa yapıyor, yaptırıyordu. Dayısı ne zaman haydi tanışacaksınız dese hazır olmalıydı. Öyle zengin bir ailenin, zengin ve eğitimli oğullarını etkilemek için sıradan bir kızdan fazlası olmak gerekiyordu. Fatih bile onu Mehmet’in yanında görünce kıskanacaktı kaçırdıklarına.
Sevim hanım bir türlü fırsat bulup Kerime’ye de yaklaşamadığı için ipin ucunu bırakmıştı artık. Kız geldiğinden beri olayları ve kızı takip etmeye çalışmaktan başı ağrımış ve yorgun düşmüştü.
Muradiye hanım, Sedat bey ile konuştuktan sonra gelini ve torununu alıp geri dönmüştü, ona kalsa Hüseyin’i çabucak affetmezdi ama gelini ve torunu onu görür görmez koşup sarıldıkları için o da ses etmedi. Lale o kadar iyi yürekli bir kızdı ki, kocasının ona dönüp, bir daha yapmayacağına hemen inanmıştı. Muradiye hanım oğlunu tanıdığı için kız yeniden ortaya çıkarsa peşine düşeceğinden adı kadar emindi. Bu yüzden gelini ve torunu olmadan oğluyla bir konuşma yaptı. Kızla Fatih’in evleneceğini duyunca neredeyse küçük dilini yutuyordu. Fatih Hüseyin’i kurtarayım derken kendisi mi düşmüştü kızı kucağına. Hüseyin ile konuşur konuşmaz hemen Fatih’i aradı.
“Oğlum babam himayemizde falan dedi ama Hüseyin ile konuştum şimdi o başka bir himayeden bahsediyor. Senin aklın başında mı? Bak Hüseyin’in düştüğü tuzaklara düşmüşsün. Ne işiniz var oğlum sizin böyleleri ile! Etrafınızda kız mı kurudu?”
Fatih tam da Kerime’nin yanında gelen telefonu açmış bulunmuş Muradiye hanımın gür sesinin de dışarı çıkmasına engel olamamıştı. Kerime konuşmanın birazını duyduktan sonra yüzü darmadağın bir şekilde kalkıp gitti yanından. Fatih’te öyle bir şoka girdi ki, konuşmayı kesip Kerime’yi durduramadı.
“Muradiye teyze, o kız senin bildiğin gibi biri değil!” dedi hırsla.
“Hah! İşte Hüseyin’in sözleri bunlar! Oğlum bak benim yüzümden girdin bu işe, gözünü seveyim bırak şu kızı!”
“Öyle değil Muradiye teyze, ben sana sonra anlatırım olanları!” diyerek çok değer verdiği kadının yüzüne kapatıverdi telefonu ve hemen Kerime’nin peşine gitti kalkıp.
Muradiye hanım öylece kalakalmıştı telefonun başında, “Eyvah ki! Ne eyvah!” dedi durdu dakikalarca. Bir an önce Fatih’i bu kızdan kurtarması gerekiyordu, hepsi onun suçuydu çünkü. Kızın üzerine çocuğu o yollamıştı.
Semiha, Kerime’ye bilgisayarla ilgili bir çok şey öğretmişti. Kerime’de yazımını hızlandırmak için sekreterlerin yazıp bitirdiği metinleri yeniden yazarak pratik yapıyordu. Fatih onu bulduğunda yüzünde büyük bir ciddiyetle yazıyı yazmaya çalışıyordu.
“Bak ben çok özür dilerim. Muradiye teyzenin birden öyle şeyler söyleyeceği akıma gelmedi.”
“Bu senin suçun değil, sana söylemiştim. İnsanlar geçmişi asla unutmayacaklar. Ona oğlu uzak dursun diye bu işe girdiğini anlatsaydın bari ikna olurdu”
“Kerime?”
Kerime onun gözlerine baktı, bir süredir güven gördüğü o güzel gözler yeniden hüzünle dolmuştu.
Fatih ofiste olmalarına aldırmadan onun klavyedeki ellerini tuttu ve avuçlarının içine aldı. Kerime başını önüne eğmiş, gözlerinden akan yaşlar kucağına düşüyordu.
“Ben seninle Hüseyin karısına dönsün diye nişanlanmıyorum”
“Bunu yapmak zorunda değilsin, ikimizde her şeyi biliyoruz. Teselli etmek zorunda değilsin”
“Teselli değil, ikna etmeye çalışıyorum seni”
“Ben, neysem oyum. Burada bile olmam sana zarar verecek belki. Bu insanlar geçmişimi öğrenince aynı şeyleri söyleyecekler. Benimle çalışmayı bile istemeyecekler”
“Bu insanlar, Muradiye teyze veya başkaları benim senin hakkındaki düşüncelerimi değiştiremez Kerime. Ben hayatımın geri kalanını seninle geçirmeye kararlıyım.”
“Etrafta kimse yokken bunları söylemek zorunda değilsin” diyerek ellerini geri çekmeye çalıştı Kerime ama Fatih bırakmadı.
“Beni dinle, gözlerime bak lütfen!” dedi yalvarır gibi.
Kerime başını kaldırıp ıslak gözlerle baktı onun yüzüne, onu bu kadar üzen şeyin aslında hayallerin gerçek olması isteği olduğunu söyleyemiyordu Fatih’e. Tam da hayaller gerçekmiş gibi yaşanırken, geçmiş gelip oturmuştu yine ortalarına. Bir oyun bile olsa, Kerime’nin hayatının en güzel oyunu olacaktı Fatih ile aralarında olup bitenler. Bu oyunu bile çok görüyorlardı oysa ona.
“Seni seviyorum Kerime!” dedi Fatih.
Kerime bunun rol gereği mi gerçekten mi söylendiğini algılayamadı bir süre.
“Seni seviyorum Kerime! Seninle bunun için nişanlanıp, evleneceğim!” dedi Fatih yeniden, “Bak etrafta kimse yok, ikimiziz. Bu rol değil gerçek!”
(devam edecek)