Sevim hanım kahve içmeye salona geçene kadar kızına bir şey söylemedi. Mukaddes hanımın yanında her şeyi konuşmak istemiyordu.
“Fatih ne olacak?” dedi salonda yakınlarında kimsenin olmadığını kontrol edince.
“Anne! Dayımı duymadın mı? Oğlan karun kadar zengin, yurt dışında okumuş. Fatih’in gözü dansözden başkasını görmüyor!”
“Emin misin?”
“Şansını denesem ne kaybederim?” dedi Gülistan çoktan zengin eş hayalleri kurmaya başlamıştı bile. Oğlanı tavlayana kadar onunla çalışırlar, evlenince de işi bırakır keyfine bakardı. Tamam dayısının da durumu çok iyiydi, Fatih’in de kendi işi vardı ama sonuçta dayısının dediği gibi hırdavattı hepsi. Toz, toprak.
Fatih, Kerime’yi ilk günden bunaltmamak için kendisi yerine yanında çalışan arkadaşlarından birine yönlendirmişti.
“Semiha iki yıldır bizimle çalışıyor, o sana bu gün ne yaptığımızı biraz anlatsın.”
“Ne mezunu arkadaş?” dedi Semiha ona mesleği ile ilgili işleri anlatmak için.
Kerime başını önüne eğdi ama Fatih girdi araya hemen “Mesleğini değil, sevdiği işi seçecek Kerime hanım, ben gerekli donanıma sahip olmasını sağlayacağım”
Semiha, Fatih’in bu sahiplenmesinin arkasındaki mesajı algıladı kendince, bu kız yakında patronları olabilirdi. Hemen zaten nazik olan tavrını biraz daha nazikleştirip, patronunu gezdiriyor gibi gezdirdi şirketi ve diğer çalışma arkadaşlarına “Fatih beyin yakını” olarak tanıttı mesajı alsınlar diye. Kerime daha önce ofislerde hiç çalışmadığı için bu imaları anlamadı elbette. Herkese o güzel gülümsemesi ile karşılık verdi. Fatih’in bu yeni yakınına bakan bir daha bakıyor ve Semiha ile yanlarından ayrıldıklarında hemen dedikoduya başlıyorlardı.
Öğlen yemeği için Fatih Kerime’yi Semiha’nın yanından aldığında diğerleri için dedikodu fırsatı da doğmuş oldu. Yemeği şirkette yiyecekleri bir salonları vardı ama Fatih yine de onunla baş başa kalmak istediğinden dışarıya çıkarmaya karar vermişti.
“Buraya uygun olduğumu sanmıyorum” dedi Kerime, “Herkes o kadar önemli ve iyi işler yapıyor ki, ben ortaokul diploması bile alamadım. Onların yanında çalışmam uygun değil!”
“Bütün diplomaları alacaksın” dedi Fatih gülümseyerek.
“Nasıl?”
“Oğuz ve senin için dışarıdan bitirme sınavları düşündük babamla, ikinizde liseyi en azından bitireceksiniz!”
“Evet ama bu yeterli değil. İnşaat malzemeleri deyince siz, ben şey sanmıştım. Dükkan gibi yani.”
“Hırdavatçı.” dedi Fatih gülerek.
“Evet”
“Aslında hırdavatçının biraz büyüğüz biz de bir şekilde. Burada çalışmak için mutlaka inşaat mühendisi olmaya gerek yok. Malzemeleri tanıman yeterli bizim için.”
“Sen inşaat mühendisisin değil mi?”
“Evet ama bu yaptığım iş mesleğimin kendisi değil, yani bende okuduğum okulun işini yapmıyorum tam olarak. Sen de okumadığın okulun işini yapabilirsin.”
Bu karmaşık cümleye güldü Kerime, “İnsanlar benim geçmişimi öğrenecekler, sonra eğitimimi ve bu sorun olacak biliyorum. Hep olur”
“Olmayacak”
“Bunu nasıl sağlayacaksın”
“Senin hakkında konuşmaya çekinecekler, en azından ortalıkla. O arada sen de kendini yetiştirmiş olacaksın. Bir süre olacak yani bu konuşmalar.”
“Nasıl olacak tüm bunlar?” diye kaşlarının arasını kırıştırdı Kerime.
“Evleneceğiz ya!”
“Ne?”
“Evleneceğiz, unuttun mu Hüseyin’e öyle söyledim! Senin peşini bırakmasının başka yolu yok!”
Kerime gerildi birden, “Delirdin mi sen? Hüseyin için benimle mi evleneceksin? Bu bir şaka değil!”
“Hüseyin için değil, oğlu ve karısı için evleneceğiz!”
“Böyle evlilik olmaz!”
“Nasıl olur?” dedi Fatih yumuşacık bir sesle, Kerime kalbinin hızla attığını fark edince cevaplayamadı soruyu.
“Yani bu saçmalık!”
“Hemen evlenmek zorunda değiliz zaten, önemli olan herkesin seni benim müstakbel eşim sanması. Bir yüzük, bir söz ve nişan yaptıktan sonra nikah sonra olacak der geçeriz. Bu daha makul değil mi?”
“Evet” dedi Kerime tereddütle, “Bu makul”
“O zaman anlaştık”
“Ofistekilere nişanlı olduğumuzu mu söyleyeceksin?”
“Onlar zaten şüphelendiler, senin ağzını arayacaklardır zamanla, bozuntuya verme yeter!”
Kerime sessizce yedi yemeğini, Fatih onun aklından geçenleri okumayı o andan daha çok istememişti hiç.
Fatih o akşam Kerime’yi de yanına alıp babasının yanına gitti ve öğlen konuştuklarını ona da anlattı.
“İyi düşünmüşsünüz!” dedi Sedat bey gülümseyerek, “Bu pek çok sorunumuzu çözer”
“Emin misiniz?” dedi Kerime yeniden, Sedat beyi bu plandan hoşlanmayacağını ve itiraz edeceğini düşünmüştü nedense.
Sevim hanım çenesini tutamayacağı için ona bunun bir plan olduğundan bahsedilmeyecekti elbette.
“Fatih kızla nişanlanıyor!” diye ellerini kollarını sallayarak kızına bağırıyordu öğrendiği gün Sevim hanım. Evdekilerin yanında tartışmak istemediği için ikisi açık havada bir kafeye oturmuşlardı.
“Ne yapayım ikisine birden mi oynayayım istiyorsun?” dedi Gülistan, “Fatih beni istemiyor bile, Mehmet ise yeni bir şans!”
“Ya Mehmet seni istemezse ne olacak. Fatih’i de kaçıracaksın?”
“Hayır Mehmet beni isteyecek! Hem o dansözü her evlenseler bile evden atabiliriz bir gün öyle değil mi?”
Sevim hanım kızının bu ani dönüşünü içine sindiremiyordu. Elbette o da daha zengin bir damat isterdi ama Mehmet denilen o oğlanı hiç tanımıyorlardı. Dündar bey çok kibirli bir adamdı. Gülistan bir hata yapsa anında bırakırlardı kızı ortada. Fatih ellerinin altındaydı, Sevim hanım onun halasıydı. Mehmet’i nasıl idare edeceklerdi hiç bilmeden.
Sedat bey oğlunun nihayet doğru adımlar atmaya başlamasından memnundu. Onun Kerime’ye bakışlarını anlamamak için aptal olmak gerekiyordu. Kıza gerçek isteklerini oyun diye yaptırmaya çalışıyordu şimdilik. Sonunda onu kendisine aşık etmek için uğraşması gerekecekti ama bunun da olacağından adı kadar emindi. O yüzden oğlunun oyununa dahil oldu, ayrıca evdekiler, Hüseyin ve ofistekiler açısından da doğruydu düşündükleri.
Tüm bunlar gelişirken, Sedat bey Ebru’nun akibeti ve Kerime’nin gerçek ailesinin peşini bırakmamıştı elbette. Karısı öldükten sonra ilk defa odadan çıkmış ve kendine evinde ışında bir amaç edinmişti. Artık eskisinden sık çıkıyor, evdekilere söylemeden Oğuz’un yanına gidiyor, emniyetten emekli arkadaşı ile buluşup birlikte kahve içiyorlardı.
“Kızın ailesinden hayatta kalan olup olmadığını bulamadık henüz. Olayı hatırlayan bir kaç kişiye erişmiş arkadaşlar.” diyordu arkadaşı. Kerime kazayı bilip Sedat beye anlattığından o da yeri ve zamanı arkadaşına bildirmişti. Bahsedilen kaza olduğuna emin olmasalar da oralarda bir kaza veya saldırı olduğuna dair bir şeylere ulaşmışlar ama henüz detayı öğrenememişlerdi.
Bir kaç hafta önce de bir nehir kıyısında bulunan cesedin Ebru’ya ait olabileceğini düşünüyorlardı. DNA testi için evden ona ait eşyalardan sağlam kalan var mı diye bakılacaktı. Evin tamamı yanmadığı için diş fırçası, tarak ve benzeri bir şeylerden sonuç alabilirlerdi. Eğer herhangi biri cesetteki dna ile uyuşursa o zaman emin olurlardı. Ceset ölümün tarihinden çok sonra bulunduğundan pek iyi durumda değildi.
Sedat bey Kerime’nin bunlardan haberi olsun istemiyordu. Polis şimdilik bunları kimseyle paylaşmamıştı zaten, herhangi bir kanıt olana kadar soruşturma sürüyordu.
İkinci mesai günü başladığında Fatih Kerime ile bilgisayar başında kardeşi ve onun için dışarıdan bitirme koşullarının ne olduğunu araştırıyorlardı. Ne değiştiğini bilmiyordu ama Gülistan’ın dikkatinin ondan uzaklaştığını da fark etmişti Fatih ve derin bir nefes almıştı. Kerime heyecanla bilgisayarda yazılanları okumaya çalışırken o da hayran hayran onun uzun ve güzel kirpiklerinin gözlerinin üzerinde nasıl dalgalandığını seyrediyordu.
(devam edecek)