“Söyledim, evet” dedi Fatih. Babasının bu konuya döneceğini hiç düşünmemişti. Hüseyin ile konuşup Kerime’nin onu himayesinde olduğunu söylediğine göre, şimdi neden bu vurguyu yapıyordu.
“Kerime bir iş bulup çalışmak istiyor”
“Çalışmak mı? Gazino da mı?”
“Hayır, oraya dönmeyi düşünmüyor ama kardeşi iyileştikten sonra yeni bir hayat kurmaları gerekiyor artık. Hüseyin sence unutacak ve peşini bırakacak mı Kerime’nin?” dedi Sedat bey oğlunun yüzüne dikkatle bakarak.
Fatih gözlerini kaçırdı elinde olmadan, Hüseyin, Kerime’nin Fatih ile evlenmediğini takip edecek miydi sahiden. Oğuz iyileştiğinde ne olacaktı, kardeşini alıp çıkıp gidecek miydi hayatlarından?
“Muradiye hanıma da söyledin mi Kerime ile evleneceğini?” dedi Sedat bey bu kez ondan cevap gelmeyince.
“Hayır!” dedi Fatih, “Ben Hüseyin şey olmasın diye, şey yaptım!”
Kerime Oğuz ile vedalaşıp onları bulduğunda ağlamaktan gözleri kıpkırmızı olmuştu yine. Sedat bey onun yaklaştığını görünce bir şey söylemedi Fatih’e, Fatih’te babasının gözlerinin odakladığı yere dönünce gördü Kerime’nin geldiğini. Eğer o an, herhangi bir ortamda görmüş olsaydı onlara doğru yürüyen kızı kesinlikle gözlerini alamazdı, biliyordu. Ona yaptığı eziyet yüzünden öyle vicdan azabı çekiyordu ki, içi dışından, dışı içinden güzel bu kızın gözlerine bakamayacak kadar cesareti kırılmıştı artık.
Kerime, gözlerinden yaşlar inerek, onu görünce oturduğu yerden kalkan Sedat beye sarıldı elinde olmadan.
“Nasıl ödeyeceğim hakkınızı?” dedi hıçkırarak.
Sedat bey kızın sırtını sıvazladı nazikçe ve “İki kardeşin mutluluğundan daha güzel bir ödül düşünemiyorum” dedi sevgiyle, “Nasıl rahat mıymış Oğuz? Bir şey söyledi mi sana?”
“O kadar mutlu ve rahat ki!” dedi Kerime doğrulup, Oğuz’un anlattıklarını heyecanla aktarmaya başladı. Onda gördüğü gelişmelere o kadar şaşırmıştı ki, nihayet onun herkes gibi olabileceği günlere olan umudu artmıştı.
“En az haftada bir gün gelir görürüz Oğuz’u bundan sonra” dedi Sedat bey, Kerime elinde olmadan onu kardeşi ile tehdit eden Fatih’e baktı korkarak.
“Ben gidip Oğuz’un doktoru ile konuşacağım, arada bir alıp eve de götürebiliriz onu belki!” diyerek Fatih ve Kerime’yi orada bırakıp merdivenlere yürüdü Sedat bey.
Kerime, onun kalktığı banka oturdu, Fatih’in yanına.
“Beni affedebilecek misin?” dedi Fatih hiç düşünmeden, “Ben düşünmeden ve önyargılarla davrandığımın farkındayım.”
“Estağfurullah!” dedi Kerime başını önünden kaldırmadan, “Ben seni de anlıyorum. Sonuçta bir dansözüm ben ve böyle düşünen ilk kişi de sen değilsin. Oğuz’a yaptığınız iyiliklerin karşılığında benim sizleri affetmem gibi bir durum söz konusu bile olamaz. Siz bana onu bağışladınız.”
“Babam çalışmak istediğini söyledi”
“Dansözlük değil!” dedi Kerime güzel gözlerini kaldırarak.
“Biliyorum, biliyorum! Lütfen geçmişi unutup yeniden başlayalım olur mu?”
“Tamam. Oğuz iyileştiğinde ikimiz için bir hayat hazırlamalıyım. Ebru’nun bizi bir daha bulamayacağı bir yere gideriz belki”
“Polis onu bulacaktır mutlaka, yaptıklarının cezasını çekmeli!”
“Evet çekmeli!”
“Sana hayatımızı da borçluyuz, Oğuz’u ikinci kez kurtarıyorsun! Ben borcumu nasıl ödeyeceğimi bilmiyorum.”
“Arkadaş olabiliriz belki.”
“Biz mi?”
“Sana çok kötü davrandım biliyorum ama bana bir şans verirsin belki?”
“Hayır, hayır elbette ben borçluyum zaten ama bir dansözüm ben, yani arkadaş olmak için uygun biri miyim?” dedi Kerime ama Fatih onun ses tonundan kalbinin ne kadar kırıldığını anlayabiliyordu.
“Bu yaptıklarımı sana unutturmak için ne yapmam gerek?” dedi üzüntüyle.
“Hiç bir şey, hayatımızı kurtardın sana borçluyuz ama benim gibi biri ile arkadaş olmaya çalışmaya uğraşmana gerek yok merak etme. Ben yerimi biliyorum.”
Fatih o kadar kötü hissetti ki bu sözlerin üzerine, ne söyleyeceğini bilemedi. Sedat beyin sesi ile dönüp baktı babasına, Sedat bey “Haydi gelin” diye sesleniyordu ikisine birden.
Kerime kalkıp ona doğru yürümeye başladı başka bir şey söylemeden. Fatih bu konuşmanın burada bitmesini istemediğinden yetişti arkasından.
“Bir anlamı olmasa da özür diliyorum senden ve Oğuz’dan!” dedi hüzünlü bir sesle, “Keşke başka şartlar altında tanıma şansım olsaydı seni!”
Kerime göz ucuyla dönüp baktı ona ama bir şey söylemedi. Kollarındaki morluklar acıyordu hâlâ.
“Şimdi olmasa da Oğuz’u bir süre sonra evci çıkarabileceğiz!” dedi Sedat bey sevinçle, “Doktoru onun çok azimli bir çocuk olduğunu söyledi!”
Kerime’nin gözleri doluverdi yine, Sedat bey oğlunun yüz ifadesini görünce, ikisini bıraktığında aralarındaki diyaloğun pek de iyi gitmediğini anladı hemen.
“Fatih Oğuz için seçebileceği en güzel yeri seçmiş gerçekten!” dedi Kerime’nin sırtını sıvazlayarak, “Yakında Oğuz aramıza sağlıklı bir genç adam olarak dönecek inşallah”
“İnşallah” dedi Kerime.
Eve döndüklerinde Kerime hemen odasına çıktı. Oğuz’u görmüş olmak nihayet ruhunun hafiflemesini sağlamıştı. Bir an önce hayatlarını düzene koymak için bir iş bulup çalışması gerektiğini düşünüyordu. Bu iyi insanlara daha fazla yük olmadan bu evden ayrılması gerekiyordu. Sevim hanım ve Gülistan’ın bu evde olmasından hoşlanmadığının farkındaydı ve Sedat beyi daha fazla zor durumda bırakmak istemiyordu.
Kerime yukarı çıkınca “Sence onunla evlenmeli miyim?” dedi Fatih babasına pat diye, “Yani Hüseyin yüzünden!”
“Sevmediğin biri ile mi evleneceksin? Hüseyin yüzünden?” dedi Sedat bey hiç tereddüt etmeden, “Bu sana doğru geliyor mu?”
“Sen öyle söyleyince ben öyle diyorsun sandım!” dedi Fatih bocalayarak.
“Evlenmeni istediğimi mi sandın?”
“Evet, yani sen öyle dedin deyince ben!”
“Evlenmeni istiyorum!” dedi Sedat bey.
Fatih’in iyice kafası karışmıştı, “Kerime ile mi?”
“Sevdiğin biri ile!” dedi Sedat bey ağır ağır merdivenleri çıkıp odasına gitti.
“Bu kız geldiğinden beri bizimle hiç konuşmuyorsun!” diyen sesine döndü Gülistan’ın Fatih, babasının arkasından bakarak.
“Ne alakası var? Babamla halletmemiz gereken işlerimiz var”
“Evet hepsi Kerime ile ilgili değil mi?”
“Bir kısmı evet!”
“Hüseyin’e onunla evleneceğini söyledin!” dedi Gülistan, “Nikaha bizi çağırısın herhalde!”
Onun alaycı tavrı ve yine evlilik konusu gelince bir şey demeden dönüp merdivenlere yürüdü o da babası gibi.
“O bir dansöz!” dedi Gülistan hızını alamayıp.
“O bir insan! Senin gibi” dedi Fatih ve adımlarını hızlandırıp çıktı yukarı.
Babasının odası ile aynı katta olan odasına girecekken, son anda vazgeçti ve yukarı Kerime’nin odasının olduğu kata çıktı ani bir kararla, derin bir nefes alıp, çaldı kapısını.
Kerime kapıyı açıp karşısında onu görünce şaşırdı.
“Konuşabilir miyiz?” dedi Fatih mahcup bir sesle
Kerime başını sallayıp, kapıyı arkasına alıp çıktı odadan.
Fatih onun verdiği mesajı alıp bir adım geri attı.
“Eğer istersen ben sana bir iş verebilirim”
“Sahi mi?”
“Evet, ofiste bize yardım edebilirsin”
“Ne iş yapacağım?”
“Yarın sabah benimle gelirsen sana anlatırım. Eğer beğenmezsen sen karar verirsin!”
Kerime durakladı bir an “Sanırım daha fazla yardım kabul edemeyeceğim artık” dedi nazikçe, “Kendim bir şeyler bulabilirim”
“Bu bir yardım değil, çalışacaksın”
“Teşekkür ederim.” dedi Kerime yine, “Çok nazik bir teklif ama kendi ayaklarım üzerinde durmak zorundayım. Oğuz için yeterince şey yapıyorsunuz zaten.” dedi ve gülümseyip girdi odaya ve kapattı kapıyı.
Fatih kendini affettirmek için Kerime’nin ona bir şans vermek istemediği gerçeği ile yüzleşti bir kez daha ve dönüp indi aşağı, girdi odasına.
(devam edecek)