Kerime Sedat bey ile konuştuktan sonra daha içi rahatlamış hissetmişti. Ertesi gün Oğuz’u görebilecekti, heyecandan sabaha kadar uyuyamadı. Ona yorgun ve tükenmiş gözükmek istemediği için Mukaddes hanımdan varsa bir parça makyaj malzemesi istedi. Dansözlük yaparken kullandığı her şey evde kalmıştı, sahip oldukları her şey oradaydı. Bir ara gidip geriye bir şey kalıp kalmadığına da bakmak istiyordu. Mukaddes hanım evde çalışan kızlardan bir şeyler getirip verdi Kerime’ye. Kerime ertesi sabah, saçları özenle toplanmış, hafif makyajlı ve Gülistan’ın beğenmediği kıyafetleri ile indi aşağı. Fatih neredeyse ilk kez onu günlük hayatın içinde böyle özenli görüyordu. İlk karşılaşmalarından beri sürekli felaketlerin içinde yaşadıklarından Kerime darmadağın olmuştu. Makyajın örtemediği hüzün kızın tüm yüzünü kaplamış olsa da, güzelliğini engellememişti. Gülistan kendisine yakışmadığı için verdiği kıyafetlerin Kerime’nin üzerinde duruşunu görünce, annesine baktı ters ters. Ona kalsa kendisinin değil, evde çalışan kızlardan birinin kıyafetlerini vermeliydiler çünkü.
Bir tek Sedat bey gülümsedi onun bu halini görünce, Kerime’de ona gülümsedi. İkisinin arasındaki bu sıcak karşılaşma Sevim hanımı da gerdi ama yine de soğukkanlılığını korudu.
“Dayım da bir erkek nihayet!” diye fısıldadı annesine Gülistan, annesi istifini bozmadı. Onlara göre Kerime her erkek için potansiyel ucuz ve kolay kadındı. Para için bedenini, ruhunu her şeyini teslim edebilirdi. Elinde güzelliğinden başka sermayesi olmayan bir zavallıydı. İyi bir aileden gelmiyordu, iyi bir eğitim almamıştı, toplumun sayılır saydığı kişilerin sahip olduğu “gözle görülür” özelliklerden hiç birine sahip değildi.
‘Yargılarımız bizi her zaman “gözle görülür” durumlar üzerinden yanıltır’ demişti annesi Fatih’e. Gözümüzün gördüğünü yorumlayan zihnimiz, dolayısıyla bilgi, algı, görgü, tecrübe ve en etkili olan ruh halimiz olduğu için, gözümüzle sahiden gördüğümüze değil, zihnimizin o an yarattığı algıya göre değerlendiririz olay ve durumları. “Para ile inancın kimde olduğu belli olmaz!” diyen atalarımız bu sonuca durduk yere varmamışlardı muhtemelen. Bu söze, insanlığı da eklersek altında yatan gerçeği ve anlamı kaybetmiş olmayız.
Kerime’nin kim olduğunu içindeki insanlığı, göğüs kafesindeki vicdanı, zihnindeki ilke ve düşünceleri ile değil, yaşadığı koşullar, yaptığı iş ve dış görünüşü ile değerlendirdikleri için masumiyeti tehlike olarak algılıyordu çevresindekiler. Masumiyet tehlike, ön yargı ve art niyetler yücelik rolü bürünmüştü bu hikaye de. Başından beri olayların dışında ve sessiz kalan Sedat bey, seyirciliğini sürdürmüş olsa, iyiliğin kazanma ihtimali bile yoktu. Var olan iyilik ve masumiyeti böylece yok edip, kalanlar mutluluğun peşinde koşup, kendi yüceliklerine inanarak yaşamaya devam edeceklerdi büyük ihtimalle. Kerime’leri anlayacak ve ellerinden tutacak Sedat bey olmadığımız sürece her birimiz, hayat hikayelerinde mutlu sonlar beklemek de pek anlamlı olmayacak herhalde sevgili okuyucu. Özellikle kadınların başına gelen olaylarda masumiyetin kaybetmesine neden olan bu tavrın altını kendi sözlerimle çizmeden geçmek istemedim.
Kerime, Sedat beyden aldığı güvenle Sevim hanım ve Gülistan’ın gözlerinde gördüğü o karanlık duyguları görmeze gelerek, onun peşinden dışarı arabaya çıktı. Fatih yaptıkları için nasıl af dileyeceğini bilemediği için içinde kopan fırtınalara rağmen sessiz ve saygılı davranıyordu. Kerime’nin tüm bu eğreti ortama rağmen toparlanmış görünme çabası bile, Hüseyin’in ondan neden etkilendiğini açıklamaya yetiyordu. Böyle bir kızın bu dünyanın içinde ayakta kalmayı başarmış olması bile mucizeydi. Onun kendini saklama ve koruma başarısının insanlara inanılmaz gelmesi de şaşırtıcı değildi. Güzellik onun büyüdüğü mahalle ve yaşadığı ortamlarda kesinlikle bir şans olmak yerine, arzu ve kıskançlıkların hedefi olmak demekti sadece.
Sedat bey, Fatih’in düşüncelere dalmış, bekleyen halini görünce arabaya binmesi için onu uyarmak zorunda kaldı. Kerime gidecekleri yerin mesafesini bilemediği için her döndükleri kavşakta geldik mi acaba diye heyecanla binalara bakıyordu. Sonunda Sedat beylerin evinden neredeyse kırk dakika uzakta, dışarıdan sadece ağaçların göründüğü kocaman bir kapıya geldiler. Dış dünyadan izole edilmiş yemyeşil bahçe içindeki kocaman binayı görünce Kerime Oğuz’un sıradan bir yerde olmadığını anladı. Hayatı boyu çalışsa bile onu sadece fiziki ortamı böyle olan bir yerde tedavi ettiremezdi. Sedat bey onun yüzündeki ifadeyi görünce belli etmeden gülümsedi. Kerime güzel bir kızdı ona hiç şüphe yoktu ama onu asıl güzel yapan ifadelerindeki o çocuksuluktu. Kaç yaşına gelirse gelsin, yüzünden çocukluk eksilmeyen kadınlardandı o.
“Hazır mısın?” diye sordu Sedat bey arabadan inip, merdivenleri çıkarlarken.
“Onu çok özledim”
“Biliyorum”
Onu Oğuz’un olduğu odaya aldıklarında, Oğuz ve Kerime’nin heyecan, sevgi ve göz yaşı ile sarılmaları, Sedat bey, Fatih dahil orada bulunan herkesin gözlerini yaşarttı. Ablası gibi sevecen olan Oğuz, Kerime’yi görür görmez çırpınmaya ona uzanmaya çalıştı. Kerime ona doğru atılıp öyle bir kucakladı ki kardeşini, o koklarken çocuk burnundan içeri dolacak sanırdınız.
“Canım benim, canım benim!” diyordu sürekli.
Sedat bey gerçekte kan bağı bile olmayan bu iki kardeşin kavuşmalarını izlerken, kendi ailesini düşünüyordu ister istemez. Bu kızın nasıl bir yürek miras almıştı öz ailesinden ki hayatın tüm örselenmelerine rağmen böyle güzel sevebiliyordu hâlâ.
Sonunda herkes gözlerini onlardan ayırıp toparlandı ve iki kardeşi odada yalnız bıraktılar. Kerime Oğuz’u eskisinden çok çok iyi bulmuştu. Fizik tedavi ile ellerini artık daha iyi kullanabiliyordu. Konuşması çok olmasa da biraz daha anlaşılır olmuştu ama sadece ses bile çıkarıyor olsa Kerime onu anlardı. Ellerinden geldiğinde hüzünleri ve acıları atlayarak birbirlerine yaşadıklarını anlattılar. İkisi de iyi ve güvendeydiler.
“İyileştiğin zaman ikimiz yeniden bir hayata başlayacağız!” dedi Kerime, “Sana söz veriyorum”
Onlar iki kardeş hasret giderirken, Sedat bey ve Fatih bahçeye indiler. Baba oğul bir banka oturdular sessizce, ikisinin içinde de kardeşleri bir araya getirmiş olmanın hafifliği ve az önce gördükleri manzaranın yarattığı hüzün vardı.
“Gülistan ile böyle kardeş olursunuz sanmıştım geldiklerinde” dedi Sedat bey
“Olmamamızın nedeni ben değilim biliyorum”
“Biliyorum. Halan da ikinizin kardeş olmasını hiç istemedi zaten. Aklındaki hiç bu olmadı en azından.”
Fatih başını salladı, halasının hep Gülistan ile aralarında özel bir şeyler olsun diye uğraştığının farkındaydı. Anne ve babası ile mutlu ve güzel bir hayat yaşadıktan sonra onu evinden koparıp, Hüseyin ve ailesinin yanına sürükleyen şeylerden biri de buydu zaten. Kalben kardeşlik duygusuna sahip olmasalar bile halasının kızı olarak büyüyen Gülistan onun kardeşinden başka bir şey de olamazdı zaten. Onu da olmayı kendisi tercih etmemişti. Olamayacağı biri olmak için yıllardır çaba sarf ediyordu annesi ile birlikte. Babasının bunu açıkça ifade ettiğine ilk kez şahit oluyordu sadece. Şaşırması gerekirdi ama onca olay ve yaşanılan anların ardından şaşırma duygusunu bile kaybettiğini düşündü. Yine de halası yüzünden evden uzaklaşması babası ile arasına da ister istemez bir mesafe girmesine neden olmuştu. Kerime’nin varlığı ile yeniden bütün olmalarına seviniyordu. Özlemişti babası ile olmayı, onun düşüncelerini, yüreğini özlemişti. Onun ve annesinin yanından bulduğu huzura ihtiyacı vardı.
“Hüseyin’e Kerime ile evleneceğini söyledin o gün geldiğinde!” diye devam etti Sedat bey yine Fatih’in hiç beklemediği şekilde.
(devam edecek)