Dansöz – Bölüm 18

“Fatih başına gelenleri biraz anlattı ama ben bir de senden dinlemek istedim” dedi Sedat bey sevecen bir sesle, kızın ne konuşacak, ne oturacak hali kalmadığını görebiliyordu. Bahçede Fatih’in savurup durduğundan olsa gerek koltuk altına yakın yerlerinde morluklar vardı. Adamcağız olanların şokundan kızın ne hale geldiğini göremediği için vicdan azabı çekti iyice. Kuş kadar bir kızı herkes yerden yere vuruyordu. Üstelik anlatılanlardan bu kızın bu davranışları hakkedecek en ufak bir şey yaptığına dair bir hikaye de çıkmıyordu. Hüseyin kıza aşık olmuştu ama kızın karşılık verdiğine ya da onu ayarttığına dair bir hikaye yoktu. Üstelik tüm bu Hüseyin hikayesinin öncesinde olan bir başka dram vardı ki evi yakıp, iki kardeşi öldürmek isteyen bir kuzenden bahsediliyordu ve Kerime’nin hayatının merkezindeki kişi, erkek kardeşi bir engelliydi. Şimdi koltukta oturan güzel gözlerinin neredeyse feri sönmüş, kumral güzel saçları darmadağın olmuş bu ufacık kız tüm bunların altında yok olmak üzereydi.

Kerime derin bir iç geçirdi ama söze giremedi.

“Acelemiz yok, bu bir sorgu değil, şimdi anlatmak istemiyor da olabilirsin. Neden anlatayım diye de düşünüyor olabilirsin? Haklısın. Seni yargılamak, sorgulamak değil amacım. Bu evde başka tepki görmedin biliyorum ama benim amacım sahiden bu değil. Elimden geliyorsa konuyu anlayıp sana yardım etmek istiyorum”

Kerime “Başıma ne geldiyse yardım edenlerden geldi” dedi burnun çekerek, içten içe hırslanmıştı elbette o da. İyi niyetli olması onun bir aptal olduğunu göstermiyordu. Sırf kardeşine bakabilmek için sokaklarda, gazinoda hayatla, gözü aç erkeklerle mücadele etmişti. Onlara karşı kendini savunmanın yolunu az çok bulsa da hayat beklemediği yerlerden vurmuştu. Ebru, okusun diye kendi eğitiminden vazgeçtiği kuzeni, tüm ağır bedeller karşılığı kazandığı parayı yalanlar söyleyerek yemiş, annesini ve teyzesini öldürmüştü. Babasını onun öldürüp öldürmediğini bile bilmiyordu. Sıra Oğuz ve ona geldiğinde yardım etmeye gelen Fatih’in hayatına soktuğu olaylar zinciri, bardağı taşıran son damlaydı artık. Bağırmak istiyordu, hem de avazı çıktığı kadar. Birden bire koltuktan fırladı ve “Kimsenin yardımına ihtiyacım yok benim!” diye bağırdı, sesi ciğerlerini yırtarak dışarı çıkarken, göz yaşları da boş durmadı, “Bırakın beni, kardeşimi geri verin bana! Kimsiniz siz? Benden ne istiyorsunuz?”

Kızın çığlıklarına evdeki herkes kapıya doluştu ama Sedat bey eliyle hepsini durduğunu için içeri giremediler. Kerime yere kapaklanmış, bir yandan bağırıyor, bir yandan ağlıyordu.

“Bağır kızım, boşalt içini!” dedi Sedat bey.

Sonunda halının üzerine kendini bıraktı Kerime, artık kendinden geçmişti, o zaman Sedat bey eliyle işaret etti hepsi doldular içeriye.

“Fatih kızı götür yatır yerine, doktor Mete beyi de çağır gelsin. Bu çocuğun durumu hiç iyi değil”

Fatih Kerime’nin küçücük bedenin kucakladığı gibi kaldırdı. Yerde yatan ölü bir kuş gibi düştü boynu kolundan aşağı, kumral saçlarına tutturduğu toka son sarsılışla iyice kayıp gitti aşağı doğru. Gülistan yanlarından geçerlerken öfkeyle baktı Kerime’ye.

Fatih kızı yatağa bıraktıktan sonra Sedat beyin talimatı ile Mukaddes hanım çıktı yanına, doktor gelene kadar yanında kaldı. Üzerini değiştirip, yatağa yatırdı, saçlarını topladı. Kızcağız sürekli inliyordu.

“Oğuz! Kardeşimi verin bana!”

Mete bey gelip, bir sakinleştirici iğne yaptı Kerime’ye. Kız şiddetli bir sinir krizi geçirmişti. Sakin kalması ve dinlenmesi gerekiyordu.

“Kardeşinin yanına yatırsınlar bunu da, evde bir delimiz eksikti” dedi Gülistan annesine gizlice.

“Ağabeyimin merhamet edeceği tuttu, dur bakalım, bakacağız çaresine!” dedi annesi ama Sedat bey işin içine girince bir müdahale de bulunulmasına izin vermeyeceğini biliyordu.

“Dayımı da kandıracak o kız!”

Kerime doktorun yaptığı iğne ile en az ertesi sabaha kadar uyuyacaktı. Mete bey yine gelecekti kontrole zaten. Biraz da ateşi olduğu için ateş düşürücü de vermişti. Kerime’nin odasına sadece Mukaddes hanım girip çıkacaktı, diğer herkese yasaktı. Mukaddes hanım kızın durumu hakkında Sedat beye rapor verecekti. Kadından kızın kimliğini de bulup getirmesini istemişti Sedat bey, “Bakalım bir sabıkası bir şeyi çıkacak mı?” demişti isterken de.

Bu arada evdekilere söylemeden Hüseyin’i aramış, onunla da dışarıda bir görüşme ayarlamıştı. Hüseyin, Sedat beyi sayar ve severdi. Kız onun evinde, onun gelini olacak diye konuşulduğu için geri adım atmıştı zaten. Muradiye hanım artık oğluyla konuşmuyor, Lale ve oğlanı da ona göstermiyordu. Kapıda karşılaşıp konuşmaya çalışmasın diye ikisini de alıp, İzmir’deki evine gitmişti. Hüseyin artık istese de ulaşamıyordu onlara. Sedat bey arayınca, onu Su konusunda ikna edeceğini düşündüğü için heyecanlandı. Hâlâ peşinde yuvasını yıkmaya gönüllü olduğu kızın gerçek adını bile öğrenememişti oysa.

Buluşma Hüseyin’in bütün umutlarını suya düşürdü çünkü Sedat bey doğrudan, kızın onun evinde, onun himayesinde olduğunu. Öyle kaldığı sürece de Hüseyin’i kızın etrafında görürse veya onun için yuvasını yıkma girişiminde bulunduğunu duyarsa savcılığa suç duyurusunda bulunacağını söyledi. O kadar sakin bir şekilde söyledi ki tüm bunları, Hüseyin zaten haksız olduğu bir konuda mücadele etmeye geldiği için üste çıkacak bir girişimde bulunamadı.

“Evlenecek mi Fatih ile?” dedi sadece.

“Onların kararı” dedi Sedat bey bu konuda yorumsuz kalarak, “Konu burada Fatih değil, kız benim himayemde diyorum sana! Beni de çiğneyeceksen gel bir kez daha almaya çalış Kerime’yi”

Hüseyin çaresiz bir şekilde başını öne eğdi.

“Oğlum karın ve çocuğunun yanına git! Pişman olacağın yeterince adı atmışsın, fazlasını yapma! Aile en önemli şeydir. Bu kızın sende gönlü yok. Aşk üç gündür, dördüncü gün kızın sevgisizliği ile yüzleşirsin ağır gelir sana. Buna değer mi? Oğlunu incitmeye değer mi?”

Hüseyin cevap veremedi yine, Sedat beyin duygularını anlamadığını düşünüyordu. Sedat bey en azından Hüseyin’e gerekenleri söylediğini düşündüğü için kalktı masadan ve hesabı ödeyip ayrıldı. Hüseyin’in ondan çekineceğini biliyordu. En azından şimdilik. O sırada da evdeki durumları yoluna koyabilirdi. Kerime ile henüz konuşmamıştı. Kızın da tam olarak niyetini bilmiyordu aslında. Hüseyin geri çekilsin diye kendi yorumunu söylemişti gönlü olmadığı konusunda.

Sevim ve Gülistan hanım gelişmeleri takip edip sessiz kalma kararı almışlardı. Kerime dinlenip, ortalık biraz sakinleşince, Fatih’in de düşünmek için zamanı oldu. Bu arada Sündüz’e haber yollayıp bir daha ne evinin ne de Kerime’nin etrafında onu görürse buna pişman olacağı mesajını gönderdi. Bu tür insanlarla uğraşmak belaya bulaşmak demekti. Bir an önce onu da hayatından sıyırıp atmak için fazla kışkırtmadan tehdit etmeyi daha uygun bulmuştu o yüzden. Artık Hüseyin de her şeyi bildiğine göre Sündüz’ün olayda bir çıkarı ya da rolü kalmamıştı zaten.

Sündüz aptal bir kadın değildi, paranın kokusu kesilince o da oradan uzaklaşırdı hemen. Bu olayda artık tutunacağı bir dal kalmamıştı, işlerin yolunda giderken bu hale gelmesine canı sıkılmıştı ama Fatih’e adresi kendisi verdiği için suçlayacak kimse yoktu. Fatih’in mesajını okudu ve omuz silkti. Onun tek hamlesi ve hedef değildi Kerime. Başka kişilerle başka işleri de vardı. Zamanı kaybolmuştu boş yere.

Fatih iki kez Oğuz’u ziyaret etti bu olayların ardından, ona ablasının başına gelenlerle ilgili bir şey anlatmıyordu tabi. Ablasına sürpriz hazırladıklarını onun da dört gözle beklediğini söylüyordu. Çocuk öyle heyecanlanıyordu ki, hemen inanıyordu Fatih’in sözlerine.

(devam edecek)

Yorum bırakın