Sevim hanım ve Gülistan’ın konuşmalarından çıkan tek sonuç Sevim hanımın Sedat beyle kızın bu evde kalmasının uygun olmayacağını konuşması değil, aynı zamanda Gülistan’ın da Kerime ile yakınlaşıp, kim olduğunu ve Fatih ile aralarında ne tür bir tanıdıklık ilişkisi olduğunu öğrenmesiydi.
Fatih işleri olduğu için evden çıkıp gidince, Sevim hanım yukarı ağabeyinin yanına, Gülistan’da daha yukarı Kerime’nin yanına çıktı. Mukaddes hanım, Fatih’in isteği ile sıcak bir çorba götürmüştü Kerime’ye. Kızcağız günlerdir hastane yemekleri yemek zorunda kalmıştı.
“Merhaba!” dedi Gülistan aralık kapıdan başını uzatarak.
Kerime henüz tepside bekleyen çorbaya elini uzatmamış, dışarıya bakıyordu. Üst üste gelen olaylar artık bir şeyler düşünmesine bile engel durumdaydı. Gülistan’ı görünce Fatih’in söylediklerini hatırladı ve temkinli olmak için biraz toparlanmaya çalıştı. Gülistan yatağa onun yanına oturup, “Yememişsin çorbanı, yorgun gözüküyorsun!” dedi arkadaşça, “Adım Gülistan”
“Aç değilim” dedi Kerime.
“Üzüldüm başınıza gelenlere anlattı Fatih bize ama ben senden dinlemek istedim”
Kerime ne söylemesi gerektiğinden emin olmadığı için cevap veremedi.
“Eviniz yanmış?” dedi Gülistan onu konuşturmak için, başını salladı Kerime’de sonra konuşmak zorunda kalmamak için tepsiyi aldı ve çorbayı kaşıklamaya başladı gözlerini kaçırarak.
“Kötü olmuş sokakta kalmışsınız öyle mi?”
Yine başını salladı Kerime, “Kardeşin de hastaymış sanırım?”
“Evet”
“Kiminiz kimseniz yok mu sizin? Anne? Baba?”
“Yok öldüler”
“Ya benim de babam öldü. Bilirim acısını. Dansçı olduğunu söyledi Fatih? Bir grupta falan mı dans ediyorsun? “
“Grup değil”
“Ben sadece arkadaş olalım diye soruyorum yanlış anlama, sen de bana sorabilirsin her şeyi!”
Ne sorayım gibi başını salladı Kerime, “Tamam, yorgunsun dinlen biraz konuşuruz sonra yine! Şey adın neydi?”
“Kerime”
“Ah tamam hatırladım Kerime! Görüşürüz sonra!” dedi ve çıktı yanından Gülistan.
“Tuhaf korkmuş gibi bir hali var bu kızın, yabani biraz!” dedi annesine sonradan, Sevim hanım da Sedat beyle konuşmuştu konuyu ama Sedat bey zor durumda olan birine yardımcı olmanın kötü bir yanını görememişti. Sadece kızın kimliği konusunda oğlundan daha çok bilgi isteyeceğini eklemişti, kardeşinin içi rahat etsin diye.
Bu arada Sündüz, gelişmeleri aktarmak için arıyordu Kerime’yi ama telefon bir türlü açılmıyordu. Sonunda, “Hüseyin tamam, benden haber bekle! Kardeşinin konusunu da konuştum” yazdı mesajla. Kerime aramaları da mesajı da gördüğü halde korkusundan yanıt vermedi. Bu kadın ona Hüseyin’in karısının öldüğünü söylemişti. Bir adam nasıl hayatta karısının öldüğünü söyletirdi ki başkasına? Tam bunları düşünürken Oğuz’un nerede ve nasıl olduğu geliyordu aklına ve ağlamaya başlıyordu. Akşama kadar odadan dışarı çıkmadan kıvrıldı yatağa ve öylece kaldı. Sündüz Kerime’den yanıt gelmeyince bir kaç kez daha aradı onu. Kızı elinden kaçırırsa Hüseyin’den istediği parayı alması imkansız olacaktı.
Fatih üç dört saat sonra geri geldiğinde Sevim hanım ve Gülistan dışarıda işleri olduğundan yeniden çıkmışlar, Sedat bey de köpekleri Kara ile arka bahçede oynuyordu. Fatih babasına görünmeden içeri girip Kerime’nin odasına çıktı. Kapıyı çaldı, içeriden ses gelmeyince biraz daha hızlı çalıp bekledi. Biraz sonra Kerime ağlamaya devam ettiği için iyice şişen gözlerini kırpıştırarak açtı kapısını.
Fatih elindeki telefonun ekranını ona uzattı, Oğuz’un yeni yattığı bakım evinde çekilmiş bir videosuydu bu.
“Merhaba abla, ben çok iyiyim Fatih ağabey beni burada tedavi ettiriyor. İyileşip sana sürpriz yapacağımızı söyledi. Ancak beni merak ettiğin için sana bu videoyu çektik” diyordu Oğuz özetle bu videoda ama elbette ki kendince konuşmaya gayret ederek söylüyordu bir kerede değil. Kerime kardeşinin konuşmasına alışık olduğu için zorlanmadan anlıyordu söylediklerini.
“Sana söyledim o iyi!” dedi sonra.
“Teşekkür ederim” dedi Kerime
“Seni arayan oldu mu?” dedi sonra Fatih şüpheyle, kızın Hüseyin ile haberleşeceğinden şüpheleniyordu yine de.
“Sündüz hanım aradı ve mesaj yazmış!”
“Göster!”
Kerime telefonunu getirip mesajı okuttu ona.
“Engelle bu kadını! Sana ulaşamasın!”
Kerime ona göstererek söyleneni yaptı.
“Bir şey istiyor musun?”
“Hayır teşekkürler!” dedi Kerime yine cansız bir sesle, Oğuz’u görünce rahatlamıştı. Hiç değilse o her şeyin yolunda olduğunu sanıyor ve her zaman yaptırmayı hayal ettiği tedaviye kavuşmuş gözüküyordu. Uzun süredir tek hayaliydi kardeşinin iyi olması, o yüzden Fatih ne yaparsa sessizce boyun eğecekti. Aslında Fatih onu cezalandırıyor olduğunu düşünse de Hüseyin ve Sündüz gibi yalancıların oyunlarını bozarak, ikinci kez hayatlarını kurtarıyordu. Ona borçluydu, hem de çok. Onun ne kadar kötü biri olduğunu düşünürse düşünsün, tüm hor görmelerine sessiz kalacaktı.
“Gazino ile de bağlantıya geçmeyeceksin! Kimseye burada olduğundan bahsetmeyeceksin yoksa Hüseyin gelip seni burada bulur!”
Başını salladı Kerime ve Fatih indi aşağı bir şey demeden ve bahçeye babasının yanına gitti.
“Bu kızla aranda bir şey yok değil mi?” dedi Sedat bey daha yanına gider gitmez.
“Hayır yok baba, nereden çıkardın?”
“İnsanlar öyle sanmayacak”
“Kız evden bile çıkmayacak öyle konuştuk”
“Sen ne yaptığını bilirsin şüphem yok ama yine de temkinli ol”
“Tamam” dedi Fatih ama tam da anlamadı babasının ne demek istediğini. Bu Sündüz denilen kadın kızın peşini bırakmak istemeyecekti muhtemelen. Hüseyin kızı unutana kadar ortaya çıkarmaya niyeti yoktu onu. O da kardeşi ve bir yuvayı kurtarmak için ne kadar gerekiyorsa kalacaktı o çatı katında. Fazla ortada olmayınca evdekilerde varlığını unuturlar bir süre sonra diye düşünüyordu.
Oysa ev çalışanları arasında bile Fatih’in genç bir kızı eve getirdiği konuşulmaya başlamıştı. Mukaddes hanım kızın çok güzel olduğunu anlatıyordu inip çıktıkça, çok da sessiz bir kızdı, çok ağlıyordu sadece. Odadan hiç çıkmadığı ve sürekli ağladığı için Fatih’in onu kaçırmış olabileceğini bile düşünmüşlerdi.
Kerime Fatih indikten sonra videoyu ona göndermesini istemeyi unuttuğuna pişman olmuştu. Böyle de olsa kardeşini iyi ve umut dolu görmek yetecekti ona şimdilik. Oğuz iyileştikten sonra buralardan uzaklara giderlerdi. O zaman ikisi de çalışır hayatlarına bir yön verirlerdi. Fatih’e de borçlanıyorlardı onu da ödemenin bir yolunu bulurlardı elbette. Polis Ebru’nun peşinde olmalıydı hâlâ, eğer ona ulaşırlarsa Kerime’ye de ulaşacaklardı. İşin bu boyutunu da Fatih ile yeniden konuşması gerekiyordu belki. Sabaha kadar aklında bin tane düşünce ile dönüp durdu uyuyamadan. Sabah gün ağardığında odasındaki duşa girip temizlendi yeniden. Çıkardığı giysilerini de mecburen elinde yıkadı ve duşa kabinin üzerine astı. Fatih’in ona hastaneye getirdiklerinden temiz kıyafetleri vardı hâlâ. Bir kaç saat sonra Mukaddes hanım ona kahvaltı çıkarttı tepside.
“İyi misin kızım? Başka isteğin var mı?” diye sordu kızın uykusuzluğu gözlerinden okunuyordu.
“Sağ olun” dedi Kerime nazikçe
“Bana düşmez ama bir sıkıntın var belli ki?”
“İyiyim sağ olun!” dedi Kerime hemen, Fatih’in sözlerinden dışarı çıkmaması gerekiyordu.
“Tamam, bir sıkıntın olursa bana söyle!” diyerek çıkıp gitti aşağıya.”
Geldiği günden sonraki üç dört gün kız hiç ortalıkta gözükmeyince Sevim hanım ve Gülistan iyice tuhaf karşıladılar bu durumu.
“Geceleri yanına mı giriyor ki Fatih?” dedi Gülistan birden bire.
“Yok canım nereden çıkardın?” dedi annesi de tuhaf bir bakış atarak, sonunda Gülistan’ın yeniden yukarı çıkıp kızı kollamasına karar verdiler.
(devam edecek)