Dansöz – Bölüm 8

Kerime o kadar yorulmuştu ki Ebru’nun yıllardır aynı sözlerle konuyu hep aynı noktaya getirmesinden, hiç bir şey düşünmeden kızın uzattığı kupayı aldı ve ona artık bu konunun kapanması gerektiğini ve asıl konularının bu olmadığını anlatmaya başladı. Bu azmi bir kaç dakika sürebildi sadece, bir kaç dakika sonra, tüm ev etrafında sallanmaya ve dalgalanmaya başladı. Çok yoruldum herhalde tansiyonum düştü diyerek elinde yarısını içtiği kupayla dönüp, kanepeye yürümeye çalıştı. Aklı sıra Ebru’ya belli etmemeye çalışıyordu dengesini kaybetmek üzere olduğunu, Ebru’nun yüzünde tuhaf bir gülümseme ile adım adım arkasından geldiğinin farkında olmayacak kadar sarsılmıştı bir anda.

“Yoruluyorum sanırım!” diyerek kanepenin koluna tutunup oturmaya çalıştı. Elindeki kupa düşmek üzereyken yakaladı Ebru ve onun taklidini yaparak, “Dur düşürüp, etrafı batıracaksın şimdi!” dedi imalı bir sesle.

“Birden başım döndü nedense?” dedi Kerime hâlâ içtiği kahveye alakasını kuramamıştı olanların.

“Başın dönse yine iyi, birazdan tüm kasların uyuşacak ve ne yaparsam yapayım bana karşı koyamaz duruma geleceksin!”

“Ne? Neden?” dedi Kerime ama daha bunu söylerken bile kaslarının uyuşmaya başladığını hissediyordu.

Fatih, bir yolunu bulup, Su adındaki bu dansözün yaşadığı yeri öğrenmişti. Sündüz hanım, sadece Hüseyin’i tanımıyordu. Herkesin ne demeye bu kıza bu kadar ilgi gösterdiğini anlayamasa da, paranın sıcak yüzünü gösteren herkes için tüm hizmetleri daima hazırdı. Piyasada uzun süredir vardı ve kaliteli ve geniş bir çevre edinmişti. Herkes hakkında her şeye hakim olduğundan kimse onu devirmeye cesaret edemiyordu. Kadın olarak var olmanın yolunu sırları tutarak ve onları parayı en çok verene pazarlayarak bulmuştu. Şimdilik küçük sayılabilecek bir çevrede etkili olsa da, insanların keseyi açma kapasitelerini gördükçe doğru yokda olduğunu anlamıştı. Fatih’in inatla kızın peşine düşüşü de yolunu tıpkı Hüseyin gibi Sündüz hanımla kesiştirmişti. Elbette parayı cebine attıktan sonra herkesin sırdaşıydı Sündüz. Bilgiyi veriyor ama başkaları ile paylaşmayacağına da söz vermiyordu. Zaten Fatih’in umurunda olan bu bilginin kimlerde olduğu değil, doğruluğuydu. Su denilen bu kızın evinin adresini bulduğuna memnun hemen arabasına bindi ve onunla konuşup, Hüseyin’den caydırmak için ne gerekiyorsa yapmak üzere yola çıktı. Muradiye hanıma ne söz verdiyse aynen yapacaktı. Bunu sadece annesi öldükten sonra ona sahip çıkan Muradiye hanım için değil, Hüseyin’in zavallı masum eşi Lale ve oğlu için yapacaktı. O çocuk iyi bir gelecek için, birbirine bağlı iyi bir ailede yaşamayı hakkediyordu. Bir dansözün gelip yıktığı bir ailede sağlıklı bir ruh haliyle büyümesi mümkün değildi. Babasının böyle ucuz bir kadına annesini tercih etmesi ileride çocuğun hayatını da bir şekilde etkileyecekti. Lale’nin oğlu ile yaşayacağı sağlıklı ilişki için bile bu kızın onların hayatlarından çıkması şarttı.

Kerime gözleri yarı açık bir şekilde yığılıp kaldığı kanepeden Ebru’ya bakıyordu.

“Bak şimdi Oğuz’un ne yaşadığını anladın tatlı kız!” dedi Ebru, “Gördün mü insanın ne derdi kalıyor ne tasası kafası bu. Aslında inan ben de bu kafaya sahip olmayı isterim sürekli ama bu haplar o kadar pahalı ki ancak senden kopardığım parayla planım için kullanabildim. Neyse ki siz abla kardeş bayağı salak olduğunuzdan bir hapla devriliyorsunuz da bu günden sonra kalanları ben kendim için kullanabileceğim”

“Ebruğ? Sen neğ saçmalıyoğsun?” dedi Kerime dili dolaşarak.

Ebru kocaman bir kahkaha attı, “Hay Allah! Seni böyle sümük gibi koltuktan akarken görmek çok eğlenceliymiş aslında, bir kaç gün seninle eğlenmeyi çok istedi canım şimdi ama maalesef verilmiş sözlerim var! Şimdi iki kardeş sizi kızarttıktan sonra kendim için kurduğum yeni hayatıma akacağım canım benim!”

“Seğn?”

“Ama önce salaklığının derecesini bil istiyorum tabi. Sanma ki Oğuz’a az önce salak salak yuttuğun o haptan vermekle kaldım. Yıllardır oranı buranı kıvırıp kazandığın ve okuduğumu sandığın okula harcadığın paralar var ya!” diyerek yine kocaman bir kahkaha attı, “Senin o erkeklere vermediğini vererek eğlenceli bir hayat yaşamamı sağladı benim. Sayende hayat okulu okudum anlayacağın! Hayatımda senin kadar geri zekalısını da görmedim inan!”

“Eğbruğ?” diyebildi Kerime inleyerek.

“Dur! Dur daha da bitmedi. Senin o çok bilen annen, benimkini yoldan çıkarınca! Babanın o güzel mantarlarının içine karıştırıverdim bir kaç zehirlisini. Ağızları köpüre köpüre, gözleri kocaman açık ölüp gittiler o iki kardeş de öylece. Öyle şaşkındılar ki ölürken, akıllarına bile gelmedi zehirli mantar yedikleri. Eğer şimdi beni duyuyorlarsa öyle akıl vermekle olmadığını anladıklarını sanıyorum!”

Kerime’nin artık uyuşan dili hareket edemediği için gözlerinden akan iki damla yaşla belli etti hissettiklerini. Kıpırdamaya çalışıyor ama yapamıyordu. Duyduklarına inanması mümkün değildi, kendine ilacın etkisi ile halüsinasyon görüyor olabileceğini bu kadarını Ebru’nun yapmış olamayacağını söylüyordu sürekli. Az ötelerinde Oğuz’da yarı uyuşuk vaziyette yatıyordu. Bir an önce kurtulup Ebru’yu ondan uzak tutması lazımdı ama yapamıyordu.

“Seninle uzun uzun konuşmak isterdim, şu halini o ağızlarından suları akarak herkesin güzel dediği şu bedenine bakan itlere atıp, seni parçalayışlarını da izlemek isterdim ama kısmetleri yokmuş! Dedim ya planlarım beklemez! Size ne yapacağımı merak ediyor musun?” diyerek cebinden bir çakmak çıkardı Ebru.

Sonra gidip odasına sakladığı benzin bidonunu getirdi ve evin her tarafına dökmeye başladı. Keskin koku Oğuz ve Kerime’nin genzini yakmaya başladı ama kasları öyle uyuşuktu ki ikisi de öksüremedi bile.

“Çakmağı Oğuz’dan yana yakacağım ki önce onu seyret sonra sen yan! İkinizden de bıktım usandım yıllardır! Daha önce de giderdim ama kendime şans tanımak için bekledim. Şimdi beni bekleyen bir grubum var! Onlara bu işi tek başıma halledebileceğimi söyledim. Bu aynı zamanda benim gruba giriş biletim! Siz iki kardeş dram doldu hayatlarınıza burada sona erdirip, ana babanıza kavuşmak üzeresiniz! Daha acısız bir ölüm planlayamadığım için üzgünüm, takdir edersiniz ki ölenin değil, kalanın çıkarlarını korumak zorundayım!” dedi ve Oğuz’un sandalyesinin yanına doğru elindeki çakmağı atıverdi.

“Güzel Kerime! Elveda canım, cennette yanık yüzünü herkes beğenir merak etme!” dedi ve kapıdan çıkıp gitti Ebru.

Kerime kanepede gözlerinden başka hiç bir yerini oynatamadan kaldı öylece. Alevler Oğuz’un sandalyesinin yanına ulaşmak üzereydi ve o her bir hücresini harekete zorlamak için tüm eforunu harcıyordu o anda.

Ses çıkarmaya çalıştı ama yapamadı, yangını görenler itfaiyeye haber vereceklerdi muhtemelen ama onlar geldiğinde alevler Oğuz’u çoktan yutmuş olacak, Kerime ise dumandan zehirlenmeden önce bu acı dolu tabloyu hayatında gördüğü son sahne olarak diğer tarafa götürecekti. Son bir çabayla dönmeye çalıştı olduğu yerde ama yapamadı. Oğuz’u uyarmak için ses çıkarmayı başarsa bile çocuk zaten kendinde değildi.

“Allah’ım bir mucize ne olur! Bir mucize ver!” dedi içinden. Eğer tam şimdi o mucize yaşanmazsa hayatını adadığı kardeşi ondan önce acılar içinde ölecek, o da izlemek zorunda iken dumandan boğularak can verecekti. Kendi ölümü umurunda değildi, Oğuz bunları hakketmemişti, Ebru’nun neyi neden yaptığını sorgulayacak hali yoktu. Kurtulmak zorundaydı, kurtulmak ve Oğuz’u kurtarmak zorundaydı!

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s