Kerime, babasının acısıyla baş etmeye çalıştığı sıralarda, hiç tanımadığı uzakta bir başka evde, Muradiye hanım gelini ile konuşuyordu.
“Kızım dur ağlama! Bu oğlan iyice şaşırdı artık. Bulacağız bir yolunu. Ne demek nikahını istiyormuş?”
Muradiye hanımın oğlu Hüseyin, bir gazinoda aşık olduğu kızla evlenmek istediği için karısının nikahını istiyordu. Onu ve oğlunu da bırakmayacaktı ama yeni alacağı kıza resmi nikah yapacak, onu da imam nikahı ile yine yanında tutacaktı. Daha önce ailesinde böyle şeyler yaşanmayan Muradiye hanım oğluna deli gibi aşık gelinini iki gözü iki çeşme görünce öğrenmişti durumu. Hüseyin’in karısı Lale çok iyi bir kadındı. Yedi yaşlarında bir oğulları vardı. Severek evlenmişlerdi ki Lale kocasına hâlâ deli gibi aşıktı. Her ne yaparsa yapsın ondan vazgeçemiyordu. Hüseyin de karısına ve oğluna bir eziyet etmiyordu ama nereden gittiyse o gazinoda gördüğü kıza abayı yakmıştı bir kere. Gelip karısına da gerçeği söylemekte bir sakınca görmemişti üstelik. Söylemişti çünkü kızın kimselere yüz vermediğini iyice araştırıp öğrenmişti. Onu ancak ciddi bir evlenme teklifi ile onun olmaya ikna edebileceği sonucuna varmıştı. Lale anlattıkça Muradiye hanım şoktan şoka giriyordu. Gelini ile bunca yıldır ana kız gibi olmuşlardı. Oğlunun bu son yaptığı kadıncağızın yüreğine inecekti neredeyse.
Lale ile konuştuktan sonra kendi evine geçti, altlı üstlü oturuyorlardı, oğlunu aradı hemen.
“Hüseyin karının söyledikleri doğru mu?”
“Gelip sana mı ağladı?” dedi Hüseyin sanki bir suçmuş gibi karısının yaptığı
“Bizim ailemizde ne zaman kuma oldu da sen utanmadan asıl karına kumalık teklif edip, bir dansözü eş edecek misin? Neresinden tutsam elimde kalıyor sözlerin?” diye gürledi Muradiye hanım oğlunun arsız sözlerini duyunca.
“Anne ben Su olmazsa ölürüm anladın mı? Gözümü kapadığım an gözümün önüne geliyor! Ne olduğunu bende anlamadım. Lale ile oğlumu bırakamayacağım ki, her yerde oluyor böyle şeyler, nikahtan düşecek Lale sadece, onlara çok iyi bakacağım her zaman.”
“Ay Allah’ım sen bizi neyle sınıyorsun? Oğlum ele güne ne diyeceğiz, bir dansöz için karısını boşadı diyecekler!”
“Anne o dansöz ama çok namuslu bir kız!”
“Şimdi bozduracaksın bana ağzımı! Dansöz diyorsun oğlum belli işte ne olduğu? Günaha sokma beni! Her kimse de karın ve oğlunu bırakamazsın benim onayım yok!”
“Ben Lale’den alacağım onayı, senden değil!” dedi Hüseyin bu kez sesini biraz yükselterek. Muradiye hanım öfkeyle kapattı telefonu. Hüseyin’in kız kardeşi Emine annesinin öfkeli sesini duyunca geldi hemen yanına. Muradiye hanım iki gözü iki çeşme anlattı kızına olanları. Emine’de ağabeyinin ne yapmaya çalıştığını anlayamamıştı.
“O dansöz, ağabeyime büyü yaptırdı kesin!” dedi kendi kendine.
“Dur sen!” dedi Muradiye hanım aklına bir şey gelmiş gibi ve telefonu yeniden eline alıp, Hüseyin’in en yakın arkadaşı Fatih’i aradı. Fatih eski oturdukları evden beri Hüseyin’in kardeşi gibiydi. Rahmetli annesi Aysel hanım Muradiye hanımın en iyi komşusuydu ve Hüseyin onların evinde, Fatih’te Muradiye hanımların evinde büyümüştü. Annesi öldükten sonra Fatih Muradiye hanıma anne demişti her zaman. Aysel hanım ölünce evlerini kapamışlar, kızı ile oturan halası ile evlerini birleştirmişlerdi. Fatih halasını çok sevse de bir derdi olsa hemen Muradiye hanıma koşardı.
“Fatih oğlum nedir bu dansöz meselesi?” dedi Muradiye hanım telefonu açar açmaz.
“Ya Muradiye anne size de mi söyledi?”
“Bana söylese yine iyi oğlum, Lale’ye söylemiş, nikahını istemiş!”
“Ne? Yok artık!”
“Oğlum konuşmuyor musun sen bununla ne yapmaya çalışıyor bu? Rahmetli babası olsa kemiklerini kırardı vallahi!”
“Muradiye teyze ne dediysem dinlemiyor, takmış kıza kafayı”
“Sen biliyor musun bu kızı gördün mü?”
“Yok görmedim, gazinoya gidiyor onun için. Beni bilirsin öyle yerlere gitmem hiç!”
“Bilirim oğlum bilmez miyim, hep o haylaz arkadaşları ile alıştı bu gazinoya! Fatih gözünü seveyim konuş ikna et kardeşini. Git kızla konuş olmazsa, yuva yıkmasın bak günahtır. El kadar oğlu var Hüseyin’in. Lale’nin iki gözü, iki çeşme ağlıyor. Dünürlere ne diyeceğiz?”
“Çok konuştum ama bu kadar ileri gideceğini düşünmemiştim. Konuşayım Hüseyin’le. Olmazsa gideyim kızı da bulayım tamam!”
“Haydi oğlum bak ben senin annen sayılırım. Kurtar bir yuvayı, Lale ne kadar iyi kızdır biliyorsun. Şu yapılır mı zavallıya?”
“Tamam Muradiye anne sen merak etme, ne yapılması gerekiyorsa yaparım ben Hüseyin’le evlenmesine müsaade etmem o kızın. Gelininin yuvası da yıkılmaz. O iş bende!”
“Haydi oğlum yap elinden geleni! Başımızı yere indirmesin bu oğlan! Dansöz nedir yani? Tövbe estağfurullah!”
Fatih telefonu kapatıp derin bir iç çekti, Hüseyin ile aylardır konuşuyordu bu konuyu. Takmıştı kafayı kıza. Ona sorsan kız kimseye yüz vermiyordu ama nasıl olmuşsa bunun aklını çelmişti işte. Kıza olan aşkını anlatıp duruyordu ama gazinoya tek başına gidiyordu her zaman. Kıza kara sevda olduğu yetmiyormuş gibi bir de kıskanıyordu arkadaşlarından.
“Bir an önce nikahıma alacağım, onu da kurtaracağım” diyordu sürekli, “Öyle içki masalarına meze olmayacak bir daha! Kapanacak o defter, gerekirse adını değiştiririz!” diye hikaye yazıyordu bir de.
Fatih bunun gelip geçici bir takıntı olduğunu düşünmüştü başta, gülmüştü hatta ama sonra Hüseyin arkasını kesmeyince konuşmuştu. Gül gibi karısı, pırlanta gibi bir oğlu vardı. Yediği önünde, yemediği arkasında yaşıyordu. Sahip olduğunu bunca güzelliğin kıymetini bilmemek nankörlük değil de neydi.
Konu uzayıp durmasına rağmen, sonunda sahiden gidip karısına bütün bunları söyleyeceğine başkasından duysa inanmazdı Fatih. Telefonu yeniden alıp aramak istedi Hüseyin’i ama Muradiye hanım, “Hüseyin seni aradığımı duymasın!” demişti ısrarla.
Koltuğa yaslanıp, ellerini ensesinde kavuşturdu. Muradiye hanıma çözerim diye söz vermişti ama ne yapıp bozabilirdi bu işi acaba? Hüseyin ile konuşmanın bir işe yaramadığı ortadaydı. Adamın gözü, ne karısını, ne oğlunu, ne anasını görüyordu belli ki? Gerçekten sevdalanmıştı bu kıza demek ki? Yapabileceği tek şey Muradiye hanımın söylediği gibi kızı caydırmaktı bu işten. O da böyle aptal aşık, cebi dolu bir adamı bulunca bırakır mıydı Allah biliyordu? Gazino’ya gidip Hüseyin’e görünemeyeceği için kızı bulması gerekiyordu önce. En azından gazinonun adını biliyordu. O taraflara çok takılan bir arkadaşını aradı, kızı çok beğendiğini ona nasıl ulaşabileceğini sordu ama arkadaşı aynı Hüseyin’in söylediği gibi, kızın hiç bir müşteriyi muhatap almadığını, belalı da bir ağabeyi olduğunu söyledi. Fatih ısrar edince o gazinonun sahibi tanıyan bir başka arkadaşının numarasını verdi.
Fatih, dansöz kız Su’ya ulaşmanın yollarını ararken, olanlardan bihaber Kerime, Oğuz’a babasının öldüğünü belli etmemeye çalışıyordu. Ebru’nun doktorunun verdiği ilaçlar çocuğu iyice sersemletmişti. Kafası çok karışık olmasına rağmen, ilaçları alıp, Oğuz’a uzun süredir bakan doktora sormaya karar verdi. Belki de ilaçlar iyi olsa bile Oğuz’a dokunuyordu. Çocuk derini de düzgün anlatamadığı ve sürekli uyuduğu için ondan tam bilgi alamıyordu. Ebru’ya doktorun adını sorduğunda da kız bin türlü laf karıştırıp söylemiyordu.
“Abla gidip konuşmak istiyorsun biliyorum ama bak adam tuhaf biri, hatır için bakıyor zaten. “Bana güvenmiyor musunuz?” falan derse hem Oğuz’a bakmaz bir daha, hem benim arkadaşımla aram bozulur. Yani bu kadar iyi doktora bedava baktırıyoruz sonuçta kim yapar?”
(devam edecek)