Kadın Oğuz ve yatan İrfan beye bakıp “Vah! Vah!” dedi esirgemeden, “Sen mi bakıyorsun bunlara?”
“Biri kardeşim, bir babam!” dedi Kerime, “Siz kimdiniz?”
“Adım Sündüz, dedi ya Hüseyin’in ahbabıyım”
Kerime kaşlarını kaldırdı hâlâ bir şey ifade etmemişti söylenilenler ona.
“Hüseyin sizi çalıştığınız yerden biliyor, size her gün çiçekler ve evlilik teklifleri yolluyormuş ama siz cevap vermiyormuşsunuz?”
“Evi nasıl buldunuz?” dedi Kerime hayret dolu bir endişeyle
“Bulduk işte, kolay olmadı. Bak tatlım bu yaşadığın hayat mı? Bu çocukla, bu adam daha iyi ortamlarda bakılabilir biliyorsun. Hüseyin çok zengin adam. Karısı öldü bir kaç yıl önce, bir küçük oğlu var. Fırsat vermemişsin adam sana meramını anlatsın. ‘He’ desen diye bekliyor”
Kerime kalakaldı öylece, bu insanlar onu nasıl bulmuşlar anlamıyordu bir türlü. Kapıdaki koruma kesinlikle kimseye vermezdi adresini. Eve kadar geldiklerine göre kolay kurtulamazdı da şimdi.
“Ben evlenmeyi düşünmüyorum” dedi gergin bir sesle, “Hüseyin beye ilgisi için teşekkür ederim. Eşine de Allah rahmet eylesin ama maalesef aradığı insan ben değilim!”
“Öyle deme, adam neredeyse yataklara düşecek aşkından! Gözü kimseyi görmüyor. Dünyayı sermeye hazır ayaklarına. Bu fırsat kaçar mı? Kendini düşünmüyorsan şu garipleri düşün bari, düşüneceğim demezsen şuradan şuraya gitmem zaten!”
Kerime iyice gerilmişti babası inlemeye başlamıştı yattığı yerde, konuşulanları anladığını biliyordu. Neyse ki, Oğuz dinlemiyor gibiydi kadının söylediklerini.
“Buraya kadar yorulmuşsunuz Sündüz hanım, düşüneyim diyeyim istiyorsanız ama umutlanmayın lütfen!”
“Bak bu kağıtta benim iletişim bilgilerim yazıyor. Biraz düşün haydi. Adam delirmiş ama az daha oyalarım ben onu, adresi de vermem merak etme! Haydi ben gideyim şimdi” dedi ve ayağa kalktı, içerideki atmosferden pek hoşlanmadığı belliydi. Ebru girerken, o da hızla onu bekleyen arabaya gidiyordu.
“Kim bu?” dedi Ebru merakla.
“Aman hiç işte! Birini arıyormuş!”
“Abla okul için bir şeyler almam lazım benim”
“Ebrucuğum bu ay içinde dördüncü istiyorsun, halimiz ortada, bunları niye taksit taksit istiyorlar böyle?”
“Ya tamam! Ben yük oluyorum size, senin derdin sana yeter biliyorum. Başımın çaresine bakmanın bir yolunu bulup rahat ettireceğim seni. Ben ister miydim böyle düşkün olmayı yoksa?” diye ağlamaya başladı kız birden bire. Zaten kadının söyledikleri yüzünden kafası iyice karışan Ebru, “Tamam ya ne demeye her seferinde aynı şeyi yapıyorsun? Mutfaktaki kavanozdan al ne lazımsa!” dedi iç çekerek. Ne zaman bir şey istese ki hiç bitmiyordu istekleri, mutlaka sahipsizliğinden, yük olmasından, istenmemesinden dem vuruyordu son zamanlarda.
“Bitti orada para yok!” dedi Ebru burnunu çekerek.
“Nasıl bitti vardı daha geçen hafta koydum”
“Abla üç kuruş paranın ne kadar dayanacağını sanıyorsun sen?”
“Akşam getireyim o zaman! Haydi geç içeri de yap derslerini!” dedi Kerime ve ev işlerine daldı yine.
Bu hafta aldığı paralarla Oğuz’u bir başka doktora götürmeyi planlamıştı ama daha şimdiden Ebru’ya lazım olmuştu paralar. Kirayı da yatırmamıştı daha, yine haftaya kalacaktı çocuğun kontrolleri. Babasının da gitmesi gerekiyordu artık doktora ama istemeyerek de olsa Oğuz’a vermişti önceliği. Acımasızdı hayat.
O hafta Ebru bu kez de üzerine bir şeyler almak için ağlayınca, Oğuz’un doktorunun haftaya kaldığı kesinleşti. Yeni doktorda bir öncekinden farklı şeyler söylemedi. Oğuz’un bir dizi ameliyat olması gerekiyordu. Bu doktorun söylediği tek fark çocuk büyüme çağında olduğu için ameliyatlar çok ertelenirse düzelme şansı da o kadar azalacaktı.
Yorgun ve çaresiz şekilde eve geldi Kerime, Oğuz’a hiç bir şey belli etmiyor, sürekli iyileşeceğini söylüyordu ama nasıl olacak kendisi de bilmiyordu. Ebru’ya okuldan gelirken süt alması için para vermişti. Evin arkasında beslediği kedi doğum yapmış beş yavru sütten kesilmeden de anne ortadan kaybolmuştu. O kadar tatlı ve çaresizdiler ki, Kerime elinde olmadan bir de onların bakımını üstlendi. İçeri alışmasınlar diye dışarıda bir yer yapmıştı onlara, sabah akşam süt, ekmek artığı ne bulursa koymaya çalışıyordu önlerine. Sütten başkasını pek yiyemiyorlardı henüz ama yakında diğerlerini de yemeye başlarlar diye umuyordu.
Ebru eli boş dönünde, “Hani süt?” diye sordu hemen.
“Ay vallahi aklımda ne var diyordum?” dedi Ebru pişkin pişkin
“E ne yiyecek bu yavrular? Açlar sabahtan beri. Haydi git al da gel bari!”
“Yarın yazılım var abla nasıl alayım şimdi, ders çalışacağım. Bu yavrular önemli mi bu kadar, ekmeği zor buluyoruz yiyecek bir de bunlara süt alıyorsun sen?”
“Ölsünler mi Ebru? Onların bizden ne farkı var? Senin benim kadar yaşam hakları yok mu?”
Ebru ağzını yüzünü eğerek giydi yeniden ayakkabılarını tam çıkarken, “A düşürmüşüm parayı galiba?” dedi sahte bir hayretle. Kızın arada bir yaptığı bu numarayı yine bilmeze geldi Kerime ve verdi parayı eline yeniden.
“Okulda canı bir şey çekiyor alıyordur” diyordu kendine. O da çocuktu nihayet, onca paralı çocuğun arasında okumaya çalışıyordu zavallı. İçlerinden biri okuyacaktı ki kurtulacaklardı hep beraber.
Ebru sütü getirince hemen koydu boş yoğurt kabına verdi hayvanlara, girip çıkmak için hazırlanmaya başladı.
“Dolapta yemek var! Hem kendin ye, hem babamla, Oğuz’a da ver bir parça!” diye seslendi Kerime odasının kapısı hep kapılı duran Ebru’ya ve çıktı erkek kılığında dışarı. Unutup yatacağını biliyordu Ebru’nun bu işleri ama yine de söylüyordu her gün çıkarken.
O akşam Hüseyin bey olduğunu tahmin ettiği adamdan yine notlar ve çiçekler yağdı.
“Ben sensiz nefes bile alamıyorum, Nikah yapacağım, seninle oynamıyorum. Evimin kraliçesi olacaksın. Kimin varsa hepsini rahat ettireceğim. Ne olur bir kere olsun görüş benimle! Bir şans ver!” yazmıştı eciş bücüş yazısı ile bu defa bir de telefon numarası eklemişti nota. Sündüz hanımın evdeki hastalardan bahsettiğini hemen anlamıştı Kerime ama notu kaldırıp çöpe attı hemen. Bu işi meslek edineli beri çok duymuştu böyle vaatler, hangi adam isterdi iki hastası olup, dansözlük eden bir kızı eş yapmayı. Hayal kurmayı bırakalı çok olmuştu Kerime.
Bir hafta sonra beklemediği bir şekilde Sündüz hanım yeniden geldi. Bu defa elinde bir zarfın içinde yüklüce paralar ve bir yüzük vardı. Kerime niyetine güvensin istiyordu. Pırlanta tek taş yüzük evlenme teklifinin sembolüydü. Parayı yanlış anlasın istemiyordu. Yakında ailesi olacak güzel insanlara destek olmak istemişti iyi niyetinin göstergesi olarak.
Kerime gönderilenlerin hepsini geri çevirdi nazik olmaya çalışarak. Paraya ihtiyaçları vardı evet ama bunu kendini pazarlayacak yapacak değildi.
“Siz Hüseyin’i yanlış anlıyorsunuz!” diyordu Sündüz hanım, “O da size güvenilir olduğunu nasıl kanıtlayacağını bilemiyor. Varsa bir tavsiyeniz siz söyleyin hemen yapacak! Bir hastane ayarlamak istiyor mesela!” dedi babasına bakarak.
Kerime, yatakta iyice zayıflamış babasına baktı hüzünle, gerçekten evde değil bir hastanede olması gerekiyordu çoktan. Yatmaktan yaralar açılmaya başlamıştı sırtında. Avurtları çökmüş, makasla kısalttığı aklaşmış sakalları iyice yorgun bir görünüm vermişti yüzüne. Hırıltıyla zor nefes alıyordu.
Onun bu zayıf anından faydalanmak istese de Sündüz hanım, Kerime yine aynı yanıtı vererek gönderdi kadını. Babasının da kabul etmeyeceğin biliyordu böyle bir teklifi. Gazinodaki müşteriden koca olur muydu dansöze?
(devam edecek)