Dansöz – Bölüm 3

İrfan beyin durumundan sonra bir de Oğuz’un başına gelenler Kerime’yi iyice çaresiz bırakmıştı. Zavallı adam gözünü zor açacak şekilde yatıyor, ilaçlarını alamadıkları ve kontrollere de düzenli götüremedikleri için günden güne eriyordu. Artık kalkamayacak kadar bitkin olduğundan bir de bez masrafları vardı. Onları da kızlara taktırmadığı için mecburen Oğuz hallediyordu. Şimdi Oğuz’da yürüyemez duruma gelince hayat nasıl geçecek bilmiyordu Kerime.

“Ne zaman kendine gelir?” diye sordu bütün gün doktorlara ama net bir cevap alamadı. Bu halde bile eve ekmek getirmek zorunda olduğundan Ebru’yu kardeşinin yanında bırakıp gece yine işe gitti. İçi kan ağlarken sarhoş masalarına dansı ile meze olmak zorunda olduğu için peçesinin altında sürekli ağlasa da kimse fark etmedi. Gece yarısını geçtikten sonra erkek kılığında hastaneye geldi ve Ebru’yu eve yolladı tek başına. Kız ertesi gün okula gitmek zorundaydı. Onu eve bırakacak kimse yoktu ve Kerime’de her an uyanırsa diye Oğuz’u tek başına bırakmak istemiyordu. Neyse ki o gece başına bir iş gelmeden Ebru vardı eve. Kardeşinin durumunu bildikleri için bir kaç gün izin vermişlerdi Kerime’ye. Ertesi sabaha kadar acilin sandalyelerinde oturdu mecburen. Ebru okuldan çıkınca gelecek o da eve gidip biraz dinlenecek ve sonra yeniden işe gidecekti. Bu arada evde İrfan beyle de doğru dürüst ilgilenilemediği için Ebru ile komşulara haber yollamıştı ama bakabilen var mıydı bilmiyordu bile.

Ebru gecikmeli de olsa gelince, apar topar eve koştu babasına bakmaya. Saatlerdir bezi temizlenmediği için evi ağır bir koku sarmıştı. Babası ilaçların etkisi ile uyuduğu için o fark etmeden temizledi altını. Kendinde olmasa da söylenilenleri duyduğunu bildiği halde Oğuz’un durumundan hiç bahsetmedi ona. Evi havalandırıp, biraz yemek yaptı ve sonra iş saatine kadar biraz uzandı kanepeye. Oğuz’un bir an önce kendine gelmesi için dua etti ama uyuyamadı stresten. Yine göz yaşları içinde dansını yaptıktan sonra koşarak hastaneye döndü ve bu kez Ebru’ya taksiye binmesi için biraz para verdi. Şimdi bu durumun ortasında bir de emanet kızın başına bir iş gelsin istemiyordu. Gazino patronu ile konuşup biraz avans çekmişti içeriden. Kerime kendi derdi ile yanarken evlenmek için tutturan adamın yanında oturan kadın sahneden iner inmez koluna yapışıp, adamın niyetini tekrarlamış, Kerime’nin evine görücü göndereceğini fısıldamıştı. Kızcağızın kafası zaten karmakarışık olduğundan kadına bir şey söylemeden öylece yüzüne bakmış, koruma olanları görünce kadını oyalayıp onun odaya saklanmasına fırsat tanımıştı.

Oğuz nihayet üç gün sonra açtı gözlerini ama bu defa başka bir sürpriz ile karşılaştılar. Ne yazık ki çocuğun kafasına aldığı darbe yüzünden vücut koordinasyonu da bozulmuştu. Olanları hatırlamadığı gibi aklı da eskisi olamayacak, felçli insanlar gibi vücudunu isteğine göre kontrol edemeyecekti. Kavrama yeteneği eksilmişti örneğin. Konuşma yeteneği de eksilmişti.

“Böyle bir şey bekliyorduk ama ayılmasını bekledik!” dedi doktorlar sanki çok olağan bir durummuş gibi.

“Yani okula gidip normal insanlar gibi olamayacak mı kardeşim artık?” dedi Kerime gergin bir hayretle

“Maalesef” dedi doktor.

Hepsi o kadardı “Maalesef!”.

“Maalesef ne demek? Siz doktor değil misiniz? Bir çare bulun ne olur?”

Sesini kimseye duyuramadı ne yazık ki Kerime, hastabakıcılar onun bağırmasına engel olmak için kollarından tutup bir odaya götürdüler. Kızcağız artık sinir krizi geçirdiği için de sakinleştirici yapmak zorunda kaldılar.

Bir kaç saat sonra kendine geldiğinde başını zor kaldırdı Kerime. Olanları hatırlayınca hemen çıkıp kardeşinin yanına gitti.

Hemşireler, el koordinasyonu bozulan çocuğa yemeğini yediriyorlardı. Ablasını görünce gülümsedi Oğuz, gözlerini açtığından beri yabancıları görmekten korkmuş ve gerilmişti. Neler olduğunu hatırlamadığı ve kendini istediği gibi ifade edemediği için çok gergindi.

“Keğime!” dedi boğuk bir sesle, hemşirenin yedirdiği çorba aktı ağzının bir kenarından aşağı.

“Buradayım kardeşim! Merak etme!” dedi acıyla sonra hemşireden aldı kaşığı ve peçeteleri, çocuğun ağzını temizleyip, kendi yedirmeye başladı yavaşça.

“Keğime, kurtar!” dedi Oğuz zorlanarak. Kelimeleri hemen arka arkaya dizemiyor aralarında hatırlamak ister gibi bir süre bekliyordu.

“Kurtaracağım!” dedi Kerime ama şu an buna kendisi bile inanmıyordu aslında.

Oğuz için hastanede yapılacak bir şey kalmayınca eve gönderdiler. Ameliyat olamayacağı için şimdilik hastanede bakılmasına gerek yoktu. Olanlara çok üzülen mahallenin iyi insanları aralarında para toplayıp bir tekerlekli sandalye aldılar Oğuz’a. En azından o da babası gibi sürekli yatmak zorunda kalmayacaktı böylece.

Evde hasta sayısı ikiye çıkınca Kerime lokantadaki işinden ayrılmak zorunda kaldı. Artık sadece geceleri çalışarak para kazanmak zorundaydı.

“En azından okul masrafı azaldı” gibi tuhaf şeyler söylüyordu Ebru arada bir ama Kerime artık onun saçmalıklarına alıştığı için sesini çıkarmıyordu. Hem annesini hem babasını kaybetti diye üzülürken, kendi düştükleri durum da iyice beter olmuştu. Bütün gün ev işleri, İrfan bey ve Oğuz’a bakıyor. Ebru yapamayacağı için ikisinin de altını temizleyip bezlerini takıyor sonra işe gidiyordu. O işteyken bezlerini kirletirlerse evdeki koku dayanılmaz bir hale geldiğinden, Ebru ikisinin uyuduğu odayı tek başına kullanmak istemişti. Dersler ağırdı, üniversiteye hazırlanacaktı ama evin hali yüzünden konsantre olamıyordu.

“En azından birimiz okuyalım öyle değil mi?” demişti Kerime’ye. Hepimiz senin gibi olursak ileride halimiz harap.

Bozulsa da onu haklı bulduğu için sesini çıkarmamıştı Kerime. Artık Oğuz’un okuyup eli ekmek tutma şansı kalmamıştı bu haliyle. Ancak o bahsedilen ameliyatlar olursa düzelebilirdi belki ama onları da şimdi yaptırmaları mümkün değildi. Kerime sürekli ne yapabileceğini düşünüyordu kardeşi için. Babasının durumuna da çok üzülüyordu her zaman ama Oğuz’un bu yaşta başına gelenler onun içini parçalıyordu. Zavallı çocuk derdini ancak gözleriyle anlatır duruma gelmişti neredeyse. O pırıl pırıl delikanlı gitmiş, giderek zayıflayan, bedenindeki neredeyse tüm simetri bozulmuş, koordinasyonu yok denecek kadar az bir insana dönüşmüştü. Kazayı yapan delikanlı da iç kanama geçirdiği için kurtulamamıştı.

“En azından kurtuldu kardeşim!” diyordu Kerime, “Ameliyatları olursa tamamen düzelecek!”

İrfan bey ne kadar kendinde değil gibi gözükse de oğlunu halini fark edince yattığı yerde inlemeye başlamıştı. Baba yüreğinin nasıl parçalandığını görebiliyordu Kerime ama ne diyecek bir sözü, ne de yapabilecek bir şeyi vardı.

“Ameliyat olacak baba! Merak etme Oğuz düzelecek! Sen de iyileşeceksin, yeniden eskisi gibi mutlu olacağız!” dedikçe adamcağızın yanaklarından aşağı süzülüyordu yaşlar son günlerde.

Ebru’nun yine okulda olduğu bir gün Kerime çamaşır, bulaşık, yemek için kan ter içinde koştururken kapı çaldı. Gelen orta yaşın üzerinde bir kadındı.

“İyi günler kızım sen “Su” musun?” dedi doğrudan.

Bu adını mahallede kimse bilmediği için şaşıran Kerime elinde olmadan sağa sola bakıp sordu “Ne için arıyorsunuz?”

“Ben Hüseyin’in bir ahbabıyım”

“Pardon Hüseyin kim acaba?”

“Burada konuşulacak mevzu değil, içeri girebilir miyim?”

“Tabi ama içerisi pek iyi durumda değil, iki hastamız var”

“Duydum, Allah şifa versin!” dedi kim olduğu anlaşılmayan kadın ve içeri girdi.

Kerime kadın rahatsız olmasın diye camları açtı hemen. İrfan bey gözleri kapalı yatıyor, Oğuz’da camdan dışarıyı seyrediyordu Kerime iş yaparken çocuk sıkılmasın diye camın önüne çekiyordu sandalyesini. Eskiden güle oynaya dolaştığı sokaklara bakıyordu Oğuz hüzünlü gözlerle.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s