Kerime, İrfan bey ve Songül hanımın en büyük çocuğuydu. Henüz beş aylıkken evlat edinilmişti. İrfan bey geçici işlerde çalışıp, düzenli gelir sağlayamadığından evleneli iki yıl olmasına karşılık karı koca akıllık edip korunmuşlardı. Yaşadıkları gecekondunun arkası ağaçlık bir tepenin yamacıydı. İrfan bey günlük yevmiye ile çalıştığı işlerden sonra o ağaçlıktan mantar toplardı. Bir kısmını kendileri pişirip yerken, bir kısmını da pazarda isteyene ucuza veriyorlardı. Mantar riskli iş olduğundan pazarcılar İrfan beye güvenirdi. O hangisi zehirli, hangisi değil ayırt etmeyi öğrenmişti. Kültür mantarı dışında dağlardan toplanan mantarları sadece bilenlerden alıyorlardı. Bölge devamlı yağış aldığından mantar yamaçlardan eksik olmuyordu. Böyle bir günde mantar toplarken bulmuştu İrfan bey Kerime’yi. Bir kazadan sağ kurtulmuştu Kerime ama öyle sıradan bir trafik kazası değildi yaşanılan. Belli ki birileri o ve ailesini öldürmeye çalışmış, araba yamaçtan yuvarlandıktan sonra bile sağ kalan var mı diye kontrol etmeye silahlarla yoldan aşağı inmişlerdi. Zavallı Kerime arabadan biraz uzağa fırladığı için İrfan bey adamlara gözükmeden onu alıp kaçırabilmişti evine. Arkasında kalan kazada neler olduğunun peşine de hiç düşmemişti sonra. O arabadan sağ çıkıp da silahlı adamlardan kurtulmanın mümkün olduğunu hiç düşünmüyordu. Yine de Songül hanım çok ısrar ettiği için ertesi günü akşam o tarafa gidip arabayı kontrol etmiş ancak kırılan ağaç dallarından başka bir şey bulamamıştı. Trafik gelip arabayı alıp gitmişti muhtemelen diye düşünüp çocuğu karakola götürmeye korkmuştu yine.
“Kim bilir ya? Bu çocuğu götürürsek adamlar bulur onu da öldürür!” demişti karısına.
“Anası babası arıyorsa ya bu kızı?”
“Arasalar zaten gelir bulurlar burayı, kaza yerinden uzakta değiliz ki Songül. O zaman deriz kızınız bizde diye! İnsan çocuğunu kaybetse kazanın olduğu yerde aramaz mı?”
“Doğru öyle yapar herhalde?”
“İşte sağ kaldılarsa zaten gelip bulurlar bu kızı!”
Böylece sahip çıkmışlardı çocuğa. Parasızlıktan çocuk sahibi olmayıp, sonra bir çocuğu evlat edinince bir de kendilerinin çocuğu olsun istemişler korunmayı da bırakmışlardı. Kızı bulduktan iki sene sonra doğan oğullarına da Oğuz adını verdiler. Kerime’nin gerçek adını da bilmedikleri için bu ismi de onlar vermişlerdi zaten. Böylece Kerime iki buçuk yaşında bir erkek kardeş sahibi oldu.
İki çocuk sahibi olmak maddi olarak bellerini bükse de karı koca ellerinden geleni yaparak geçim derdinde yaşarken, Songül hanımın kız kardeşi Ayşegül hanımın kocası bir sokak kavgasını ayırmaya çalışırken bıçaklanıp ölüverdi. Kerime’den bir yaş küçük kızı Ebru ile ortada kalan Ayşegül hanımı da yanlarına almak zorunda kalınca, İrfan bey kanalizasyon temizliği işinde de çalışmaya başladı. Öyle sigortalı işler değildi çalıştıkları. Ne bulursa oraya koşuyordu adamcağız. Tüm fakirliğe rağmen iki kız, bir erkek çocukla neşelenen evde tencere kaynıyordu bir şekilde. Songül hanımla, Ayşegül hanım da çocuklara nöbetleşe bakıp çalışıyorlardı bir şekilde. Kerime, Ebru ve Oğuz’da kardeş gibi büyüyorlardı bir arada. Ebru’nun mızmızlıklarını babasız olmasına bağladılar hep. Kerime, Ebru Oğuz’u ağlattıkça kardeşine ona hoş görü göstermeleri gerektiğini, zavallının babasını kaybettiğini söylüyordu hep. Onun bu iyi niyetine rağmen Ebru ise sık sık onun evlatlık olduğunu hatırlatıyordu Kerime’ye. Kerime yine de hırçınlığına veriyordu Ebru’nun bu hallerini ve üzerinde durmuyordu. Biliyordu zaten onu mantar toplarken bulduklarını ama hiç umursamıyordu. İrfan beyi de, Songül hanımı da, kardeşi Oğuz’u da çok seviyordu o. Ayşegül hanım da kızının yaptığı hırçınlıkların farkında olduğu için sürekli uyarıyordu onu. Özellikle Kerime’nin durumu ile ilgili bir şeyler söylediğinde kızıyordu çok ama kızın umurunda bile değildi annesinin öfkesi. Hiç bir şey bulamasa, alakası olmadığı halde babasının ölümüne neden olmakla suçluyordu annesini. Ayşegül hanım ve Ebru, İrfan beylerin yanına geldiğinde Ebru on üç yaşındaydı daha. Evde üç ergen çocuk olmalarına rağmen Kerime ve Oğuz’un hiç bir şeye sesi çıkmaz ama Ebru sürekli mızırdanırdı. Ayşegül hanıma kötü davrandıkça onu uyaran veya azarlayan teyzesine da gıcık oluyordu.
Nüfus artınca, İrfan bey bulduğu işlerden kalan zamanda, baldızı ve karısını da mantar toplamaya götürürdü. Zaten köy hayatından gelen iki kadın iyice öğrenmişlerdi işi. Hatta İrfan bey olmasa da ikisi gidip topluyorlardı yamaçtan mantarları. Aynı zamanda pazarcılara sattıkları için iyice dikkatli olmalarına rağmen bir gün çocuklar gelmeden pişirip, ucundan tırtıkladıkları mantar yüzünden zehirlendiler ikisi de. Bir gün önce yamaçtan topladıkları mantarın zehirsiz olduğuna emin olmalarına rağmen iki kardeş sıcağıyla yemek isteyince hastanelik oldular. Çocuklar eve geldiklerinde annelerinin komada olduğunu komşulardan öğrenip koşa koşa hastaneye gittilerse de maalesef iki kardeş o gece hastanede hayata gözlerini yumdular. İrfan bey başta olmak üzere hepsi şoka girdiler. Yıllarıdır mantar topladıkları halde başlarına daha önce hiç böyle bir iş gelmemişti. Kerime olanlara bir türlü inanamıyor olsa da, anneleri yanlarında olmadığı için babası ve kardeşlerine sahip çıkmak zorunda kaldı o günden sonra. İrfan beyin ailesinden iki kişinin mantar zehirlenmesinden öldüğü haberi yayılınca pazarcılarda onlardan mantar almayı bıraktılar.
Artık dördü için hayat eskisinden de zor olmaya başladı. Daha önce gençler kendi aralarında toplandıklarında ya da düğünlerde Kerime’nin ne kadar güzel oynadığını herkes bilirdi o bölgede. İrfan bey tek başına dört boğaza yetişemeyince Kerime’ye düğünlerde dansözlük yapmasını teklif etti bir komşuları. Zaten o ve oğulları davul, zurna veya klarnet çaldıkları için Kerime’nin başına bir iş gelme olasılığı olmazdı onların yanlarında. İrfan bey ısrarla karşı çıkmasına karşılık Kerime bir kere babasından habersiz gitti düğünlerden birine ve kazanılan paranın bir kısmı ile döndü eve.
“Ölürüm de seni dansöz etmem!” dedi babası yine, “Bir daha gittiğini duyarsam seni kilitlerim eve!”
Babasının çok üzülüp, öfkelendiğini görünce Kerime’de ısrarcı olmadı daha fazla ancak bir kaç ay sonra İrfan bey kanalizasyondan kaptığı mikrop yüzünden yataklara düşünce, Kerime komşuları ile düğünlere, eğlencelere gitmeye başladı yine. Beyaz tenli, siyah dalgalı saçlı ve ela gözlü bu dansözü görenlerin aklı başından gidiyordu her yerde. Allah’tan komşuları da, oğulları da namuslu insanlardı da Kerime’nin başına bir iş gelmeden eve dönüyordu her seferinde. Aldığı mikrop yüzünden yatağa düşen İrfan bey kızının dansözlükle kazandığı paralarla gidebildi doktor kontrollerine. Birikmişleri de olmadığından hem masraflar hem doktor paralarına yetişmedi Kerime’nin kazandıkları. Böylece okulu bırakıp eni konu dansöz olmaya karar verdi o da. Böyle arada sırada çıkan işlere gitmektense her gece bir yerlerde dansözlük etmek daha çok para getirecekti evlerine.
İrfan beyin çoğunlukla kendinde olmadığı, Kerime’nin dansözlük etmek için gecenin geç saatlerine kadar sokaklarda olduğu bu dönemde Oğuz’da okulu bırakmak istese de izin vermedi Kerime. Ebru ve o okula gidecek, Kerime’de çalışıp hepsine bakacaktı bundan sonra. Babası çabuk iyileşirse o da okuluna dönecekti diğerleri gibi ama ne yazık ki İrfan bey bir yıldan uzun süre yataklarda kaldı ve sağlıklı beslenemediği için de toparlanamadı uzun süre.
(devam edecek)