“Neden bu kadar ara veriliyor?” dedi Ece sıkıntıyla, “Başlamışken bitirmeleri daha iyi değil mi?”
“Sistem” dedi Kutsi, “Ama sonuç bizim için iyi olacak Hasan’ı aklayacağız!”
“Onu o kadar çok özledim ki!”
Maktulün karısının akli dengesinin yerinde olmadığı, olay anında ve öncesinde Hasan’ı yönlendirerek, algılamadığı bir suça ittiğin dava dosyalarına geçmesi Ece’nin beklediğinden çok daha uzun sürdü. Neredeyse umudunu kaybetmek üzereyken, Hasan durumu belirlendiği için hapishaneden çıkartılıp, bir sağlık merkezine gönderildi. Karardan sonra da Kutsi onun burada bir süre gözetim altında olacağını söylemişti zaten. Bu yeni durum en azından Ece’nin kardeşini görmesi için bir fırsattı. Yine de hemen değil, hakim kararını verdikten ve gözetim başladıktan sonra olabilecekti.
“Allahım buna da şükür!” dedi Ece ağlayarak, “En azından artık hapiste olmadığını biliyorum. Orada çok daha iyi bakılır değil mi?”
“Elbette, merak etme, hapishanede de durumu iyiydi zaten.” dedi Kutsi. Ece’yi ikna etmek için arada bir Hasan’ın videolarını çekip atıyordu. Görünüşe göre hapis hayatı da Hasan’ı zayıflatmamıştı. Gerçekten iyi görünüyor ve Ece’yi çok sevdiğini söylüyordu videolarda. Ece her yeni video geldiğinde Sami beye de gösteriyordu hemen.
“Yakında tanışacaksınız! Dünyanın en tatlı kardeşidir o!” diyerek göz yaşlarına boğuluyordu arkasından.
Kutsi dava sonuçlanmamış olsa bile Hasan’ın kurtulduğundan artık emindi. Hem bunun için hem de Suat’ı sevdiğinden ayırdığı için kendini iyi hissediyordu. Bunlar Melda’yı geri getirmese bile en azından onun içini soğutuyordu. Hasan’ı kendi elleriyle alıp Ece’nin yanına götürecekti. Sami amcasının poğaçaları ile de kendine bir ziyafet çekecekti.
O akşam anne ve babasına yemeğe gidecekti. Tüm yoğunluğuna rağmen en azından haftada bir gün onlarla olmaya özen gösteriyordu. Avukatlığa başladığının ertesi yılında ayrı bir eve çıkmıştı. Geceleri de evde çalışması gerekiyordu. İnsanlar yaşlandıkça daha uykusuz olduklarından babasının televizyon sesinden bir türlü aklını önündeki dosyalara veremez olmuştu. Onlara da bir şey söyleyip kalplerini kırmak istemiyordu. Annesi de yaşlanmıştı artık, genellikle babası televizyon izlerken o kendi kendine oyalanacak bir şeyler buluyor, kitap okuyor ya da örgü örüyordu. Son bir kaç yıldır sokak çocuklarına veya maddi durumu iyi olmayan çocuklara şapka ve atkı örüp göndermeye başlamıştı.
Annesi o akşam Kutsi geleceği için üşenmemiş yine onun en sevdiği yemek olan zeytinyağlı yaprak sarması ve karnıyarık yapmıştı. Evde bir yardımcıları olmasına rağmen oğlu geleceği zaman mutfağa kendisi girmek istiyordu.
Kutsi’de onların en sevdiği çikolatayı alıp gidiyordu evlerine ve annesi için bir buket çiçek. Onu elinde bir kutu çikolata ve çiçek ile gördüklerinde hiç bıkmadan aynı şakayı yapıyorlardı.
“Bir gün de kız istemeye gideriz inşallah bunlarla!”
Kutsi gülüyor ve cevap vermiyordu bu şakaya. İkisine de sarılıp hatırlarını sorarak konuyu kendinden uzaklaştırıyordu. Sonuçta onun en iyi olduğu alandı konuşmak ve konuşmayı yönlendirmek.
“Melda’nın bir okul arkadaşını gördük bugün babanla!” dedi annesi hüzünle.
“Öyle mi, liseden mi?” dedi Kutsi, Melda’nın çok arkadaşı olmadığını biliyordu. Kardeşinin sırdaşı olduğu için de hemen bütün arkadaşlarını tanımıştı.
“Dershaneden”
“Ha!” dedi kaşlarını kaldırarak, dershane deyince aklına Suat gelmişti yine.
“Bize Melda’nın hoşlandığı çocuktan bahsetti biraz!”
Kutsi başını kaldırdı merakla, “Hoşlandığı çocuk mu?”
“Evet, neydi adı Suat’tı galiba!”
Kutsi, Melda’nın Suat’tan evdekilere bahsetmediğini bildiği için şaşırdı.
“Serserinin biriydi!” dedi babası başını tabağından kaldırmadan.
“Evet ama yine de Melda’yı kırmamak için elinden geleni yaptı!”
“Siz neden bahsediyorsunuz?” dedi Kutsi şaşkın şaşkın.
Annesi onun bildiklerinden habersiz olduğu için Melda’nın bu çocuğa olan karşılıksız aşkından bahsetti. Dershane müdürü anne ve babasını çağırıp, Melda’nın Suat’ın sınıfına geçmek için yalvardığını ancak farklı yaş gruplarındaki öğrencileri aynı gruplara almadıkları için bunun mümkün olmadığını söylemişti.
“Melda her arada koşarak çocuğun yanına gidiyormuş. Bir kaç kez onu eve getirmek zorunda kalmıştı çocukcağız. Bir türlü peşinden ayrılmıyormuş.”
“Sevgili mi olmuşlar?” dedi Kutsi, kafası karışmıştı.
“Hayır, hayır! Melda’yı biliyorsun, her şey onun kafasındaydı. Çocuk onu kırmamak için nezaket gösterdikçe o kendisine aşık olduğunu sanmış. Sahi sana hiç bahsetmedi mi ondan?” dedi annesi.
“Bir keresinde çocuğun ona yazdığı bir aşk mektubunu okutmuştu bana!” dedi Kutsi.
“Ah! O mektubu biliyorsun demek! Melda yazmıştı o mektubu. Sen gittikten sonraydı belki de şimdi hatırlamıyorum ama bir süre sonra Melda’nın davranışları sorun olmaya başlamıştı dershanede ve eğer çocuk gitmese onu dershaneden almak zorunda kalacaktık. Çocuk içkili geldiği için atılmıştı Allahtan, o Melda’dan biz de bununla baş etmekten kurtulduk.”
“Yani onlar hiç sevgili olmadılar mı?” dedi Kutsi elindeki çatalı tabağa bırakmış öylece kalmıştı.
“Hayır!” dedi babası, “Melda öyle olduğunu sanıyordu ve devam etseydi müdür bize onu bir akıl hastanesine kapatmamızı tavsiye edecekti sanırım!”
“Bunları bana neden hiç anlatmadınız?” dedi Kutsi sesini yükselterek, kendini kontrol edememişti.
Anne ve babası şaşkın şaşkın baktılar ona bu kez, “Yeri gelmemiş olmalı!” dedi annesi.
“Melda onun gidişini öylece kabullendi mi peki, yani intihar etmesi?”
“Melda’nın intiharının o çocukla mı ilgisi olduğunu sanıyordun?” dedi annesi yine şaşkınlıkla.
“Ben!” dedi Kutsi kekeleyerek, yıllardır beslediği kin, aldığı intikam hepsi böyle bildiği içindi, “Melda ondan bahsediyordu bana hep konuştuğumuzda, yani ben şeydeyken..”
“Bence artık bu kadar yeter!” dedi babası, “Melda’yı güzel şeylerle hatırlayalım. Farklı bir kızdı o.”
“Evet” dedi annesi başını öne eğerek, “O çocuk Melda’ya hayatı boyu en iyi davranan insanlardan biriydi. Yaptığı taşkınlıkları hoş görmüyorum ama benim kızıma değer verdiğini biliyorum. Umarım bir yerlerde mutlu olmuştur”
Kutsi yutkundu. Tam zaferini kutlarken, zafer sandığı şeyin aslında, birbirini seven iki insanı yersiz yere ayırmak olduğunu anlamıştı. Bunca yıllık meslek hayatında, her davayı, her yönden ele almış, taraflardan herhangi birine haksızlık etmemek için elinden gelen titizliği göstermişti.
“Üzgünüm, gitmem gerek!” dedi bir anda.
“Bana mı bozuldun yoksa?” dedi babası.
“Hayır, asla! Aklıma ofiste unuttuğum bir dosya geldi bunları konuşunda, gidip onu almalıyım!” dedi ve hızla ayakkabılarını giyip çıktı evden.
Beyninde çanlar çalmaya başlamıştı. Dışarı çıkar çıkmaz derin derin nefesler alıp toparlanmaya çalıştı. Hasan’ı kurtarmıştı. Zaferi yerinde duruyordu ama Ece’yi tüm bu süreçte ona güç verecek en sevdiği adamdan ayırmıştı, kardeşine onca nezaketi gösteren adama sevda acısı çektirmişti. Arabasına bindi ve eve gitti.
Soğuk bir içecek aldı ve kanepeye attı kendini, Melda ile konuştuklarını düşündü. Mektubu, onun söylediklerini. Tüm ısrarlarına rağmen Melda onu bir türlü tanıştırmamıştı Suat’la. Onun içine kapalı biri olduğunu söylemişti hep. Annemlere söylemedim, sakın bahsetme kızarlar demişti. Kız kardeşinin hayal dünyasında yarattığı şeylere mi inanmıştı bunca zaman. O gittikten sonra bile hayal ürünü olayların davasını mı gütmüştü kafasında.
“Melda sen ne yaptın bana?”
Bir anda kalktı yerinden ve yeniden arabasına gitti. Suat’ı bulacak onunla konuşacaktı. Benzinciyi biliyordu. Suat’ın telefonu da vardı onda. Hemen telefonu çıkarıp aradı onu.
(devam edecek)