Melda’nın ölümünden sonra Suat’ın izini bulamamak Kutsi’yi deliye çevirmişti. Ailesi kız kardeşinin ölümü zor geldiği için bu kadar gergin ve huzursuz olduğunu düşünüyordu. Elbette onun için gergindi ama buna neden olan kişiyi bulup bir an önce cezasını vermek istiyordu. Aradan geçen zaman Kusti’nin intikam alma isteğini hiç azaltmamıştı ama en azından daha mantıklı düşünmesini sağlamıştı. Eğer o zamanlar Suat’ı bulup bir şey yapmış olsa, meslek hayatı başta olmak üzere tüm hayatına zarar vermiş olurdu. Oysa şimdi sabretmiş olmanın karşılığını alıyordu. Eline Suat’a ona yaşattıklarını yaşatmak için bundan iyi fırsat geçemezdi. Elbette bir can almayacaktı o, kurtaracaktı tam aksine ama sevdiklerini bir anda kaybetmenin nasıl bir duygu olduğunu ona gösterecekti. Ece ve Hasan’a da farkında olmasalar da iyilik yapıyordu o serseriden uzaklaştırmakla, böylece onlar da Melda gibi ortada kalıvermeyeceklerdi bu serseri bir gün gitmeye karar verdiğinde. Aslında tam olarak neler olduğunu bilmiyordu Melda ile Suat arasında, kardeşini intihara sürükleyen sebebi de öğrenmek istiyordu yıllar sonra, tahminler yürüterek yaşamıştı hep. Hasan’ın davası sona erdikten sonra Suat’ı bulup yine de yapışacaktı yakasına, yüzünün aldığı ifadeyi görecekti hem, hem de soracaktı, kız kardeşini ölüme sürükleyecek ne yapmış ve ne söylemişti. Onu terk ettiği ortadaydı, Melda kırılgan bir kızdı ama tek neden bu muydu? Onun onurunu kıracak bir şeyler mi olmuştu aralarında. Eğer öyleyse yaşadıklarından bile fazlasını yaşamalıydı belki. İntikam ateşi ile yaşamak yormuştu onu aslında. Kalbi mühürlenmiş gibi duygusuz, hissiz bir adam olmuştu. Az gülüyordu, mesleği dışında yaşama pek bir bağı yoktu. Ailesi vardı tabi, anne ve babasını daha çok kollar olmuştu Melda gittikten sonra. Onlar da çok acı çekmişlerdi. Suat’ı hiç bilmediklerinden içlerinde bir ateş yoktu Kutsi gibi, acıyla kavruluyorlardı onlar. Daha çok yaşlanmışlardı Melda gidince, Kutsi de yaşlanmıştı. Yaş almamış yaşlanmıştı doğrudan. Daha otuzunda olmasına rağmen saçlarında aklar vardı. Yüzü zaten hiç gülmediğinden olduğundan daha yorgun görünüyordu. Giydiği o güzel ve şık takımların ışığı bile içindeki karanlığı bastıramıyordu. İnsanlar ondan çekiniyorlardı aslında, müvekkillerinin gözlerinde görüyordu bunu. Hasan’ın gözlerinde yoktu bir tek, Melda’nın gözleri gibi bakıyordu onlar. Biraz da kendini suçluyordu geçmişi ile ilgili, Melda’nın yanında olmuş olsa, en azından evde olmuş olsa, onun böyle bir şey yapacağını tahmin edecek kadar gözlemleyebilir, engel olabilirdi. Oysa o kendi hayallerinin peşine gitmişti. O sırada kayıp gitmişti Melda hayaller dünyasına. Hayal oluvermişti.
Tüm bunlar olup biterken, Ece, Sami beyin kızı gibi oluvermişti. Adamcağız bu güzel yürekli kızı kendi kızlarından ayırt etmeden seviyordu artık. Kızları da Ece ile arkadaş olmuşlar onu sevgi dolu neşeleriyle sarıp sarmalamışlardı. Ece gerçekten mutluydu burada, Suat’ı özlüyor, onu düşünüyordu çokça ama “Hasan için” diyor ve bu özlemini bastırıyordu kendince. Hayatı boyu görmediği bir aile sevgisinin içinde bulmuştu kendini. Fırında çalışmayı, kabaran hamurlardan yükselen kokuların içinde olmayı hatta gün ağarmadan uyanıp, Sami beyin yanına koşmayı bile özlemişti. Kasabada tanımış, alışmıştı Ece’ye, pişirme işi bitince Sami bey eve gidip dinlenebiliyordu artık, bahçesiyle ilgileniyor, ailesi ile yakınlarda ki akrabalarına ziyarete gidiyorlardı. Çok uzun zamandır birlikte bir şeyler yapamadıkları için Ece’ye duydukları güven ve sevgi, onların hayatına da çok şeyler katmıştı. Hepsi Ece ile birlikte Hasan için dua ediyor ve bir an önce onunda aralarına katılmasını bekliyorlardı.
Zavallı Hasan berberde çalıştığı günlerdeki gibi hapishanenin revirinde de güler yüzle elinden geleni yapıyordu. Ona hasta bakma işi vermiyorlardı elbette ama çöpleri topluyor, yerleri paspaslıyor, taşıma ve düzenleme işlerine yardım ediyordu. Doktorlar ondan çok memnunlardı, bu çocuğun nasıl olup birinin boğazını keserek öldürdüğünü akılları almıyordu.
Kutsi akıllılık edip onların ifadelerini de eklemişti dava dosyasına. Maktulün karısı ile konuşmaya gittiğinde kadının da aklı ile ilgili sorunlar yaşadığını daha iyi anladı. Kocası öldükten sonra birden bire özgür kalan kadının davranışlarında ortaya çıkan taşkınlık tüm mahallenin gözüne batıyordu. Kıpkırmızı bir ruj sürüp, kendi boyadığı sarı saçlarını tepesinden at kuyruğu yapıyor ve daralsın diye beline kocasının kemerlerini taktığı elbiseleri giyip bakkala, çarşıya gidiyordu. İnsanlar onun başına gelenleri ve öncesinde yaşadıklarını biliyorlar olsalar da ona “deli” damgasını yapıştırmışlardı çoktan. Her zaman olan buydu. Uzaktan yargılamak, yaftalamak ve seyretmek. Kimse kadının yardım alması ve bunun için birilerinin harekete geçmesi gerektiğini düşünmüyordu. Yaşı çok ileri olmayan ve zaten ortalarda süzülüp duran kadına göz koyanlar bile vardı içten içe. Tek başına, aklı yerinde olmayan, genç bir duldu mahalleye göre. İstekliydi de anlaşılan. Kutsi’nin iyice canı sıkıldı kadının haline, mahalleliden esnafla konuşunca da az çok durumu anladı. Bu kadının bir an önce bu mahalleden tedavi göreceği bir sağlık kuruluşuna götürülmesi gerekiyordu. Kadının sağlık raporu zaten azmettirici kimliğini ortaya çıkarmaya yetecekti. O yüzden Kutsi’nin gözlerine gözlerini dikip, kendince yaptığı cilvelerle onu etkilemeye çalışan kadının yanında fazla kalmadan çıktı. Evden genç bir adamın çıktığını görenler çoktan kadın hakkında konuşmaya başlamışlardı zaten ama anlamadıkları bu kadar şık, ciddi, genç bir adam bu kadına niye geliyordu.
“Fantezi” herhalde diye kıkırdadı biri diğerine. Önce geldiği hâl için yargılanan kadın, şimdi diğerlerince yaftalandığı hâli için yargılanıyordu. Akıl sağlığı raporu sağlıklı gelirse bir de azmettirme suçundan yargılanacaktı. Kutsi kadının başına bir şeyler gelmeden durumu çözmek için hemen gerekli yerlere başvurdu. Kadının gelen tebliğleri anlayıp, uyacağını sanmadığı için de takip edip, onu kendisi kontrole götürmeye karar verdi.
Olan biteni hemen arayıp, Ece’ye anlatıyordu ama kesinlikle onun yanına gitmiyordu. Sami bey onun kızı rahatsız ve tedirgin etmemek için bunu yaptığını biliyordu. Söyleyeceklerini zaten telefonda söyleyebilirken, gelmesi hem Ece’yi hem de kasabayı rahatsız edebilirdi. İnsanlar iyi görünseler de daima acımasızdılar aslında. Hemen pencerelerinin arında geçip, yargısız infazlara geçiyorlardı. Kendi dünya görüşlerine uymaması yeterliydi olay ve durumların. Diğerlerinin tek suçu, hayata onlar gibi bakmıyor olmalarıydı çoğu zaman. Oysa karşı pencereden bakınca kendileri de aynı gözüküyorlar ve ne yazık ki aynı karşılığı alıyorlardı. Bu sonsuz bir döngüydü ve o kadar yaygındı ki bütün insanlığı bundan vazgeçirmenin bir yolu yoktu artık. Ahlak, din, yasalar yetersizdi insanları kontrol etmekte. Giderek de kötüleşiyordu her şey.
Nihayet mahkeme günü geldiğinde, maktulün karısının da sağlık raporu gelmiş, Kutsi onunda bir sağlık kuruluşunda koruma altına alınması için gerekli talep dosyasını hazırlamıştı. Bu olayda hem azmettirici, hem mağdurlardan biriydi ne yazık ki. Kocasının üzerine düştüğü kanlı halıyı dışarı çıkarıp mahallenin ortasında yakmış, sonra başında saatlerce ağlamıştı. Deliden korkuyordu herkes ve seyrediyordu yine. İlk günün sonunda ancak iddialar ve ifadeler ortaya sürüldüğü için sonuca dair bir gelişme olmadı. Bir sonraki dava gününe kadar beklemeleri gerekiyordu. Ece gelmek istemiş olsa da Kutsi buna izin vermedi Hasan onu görünce duygularını kontrol edemeyebilirdi. İkisi de birbirlerini çok özlemişlerdi. Dava salonunda her şeyi duymak da Ece’yi hissettiğinden daha kötü duygu durumlarına sürüklerdi. Zaten ilk günden bir beklentileri yoktu.
(devam edecek)