Hasan’ı ilkokuldaki özel sınıfa almışlardı. Yine komşular gidip okul müdürü ile konuşup halletmişlerdi durumu. Bu çocuğun iyi kötü hayata tutunması gerekiyordu. Sınıfta az öğrenci vardı, öğretmen de çoğunlukla kendi hallerine bırakıyordu çocukları. Mahallenin berberi her zaman Hasan’ı ücretsiz tıraş ederdi. Ortaokul yaşına geldiğinde hâlâ dördüncü sınıftaydı. Annesinin halini bildiği için ablası ile konuşup dükkanda ona biraz iş vermeyi teklif etti. Yere dökülen saçları süpürecek, getir-götüre bakacaktı. Adamcağızın da aynı durumda bir yeğeni olduğu için çocuğun halinden anlıyordu. Ece okul saatleri dışında kardeşini emanet edecek birini bulunca kendisi de restoranın bulaşıkçılık işine girdi. Hafize apartmanı silip süpürmeye, Erdoğan’ı anlatmaya devam ediyordu. Arada bir mahallede bir yerlere çıkıyor, bir taşın üzerinde kocasının gelmesini bekliyor olsa da, gittiği yerler belli olduğundan ya Ece, ya da mahalleden biri onu alıp geri getiriyordu. Güler yüzlü Hasan’ı berberin müşterileri de sevdiği için bolca bahşiş topluyordu. Ustası ona biraz iş öğretmeye de başlamıştı ama daha müşteriye bakmasına izin vermiyordu.
Onca yıl boyunca Erdoğan’dan hiç haber çıkmamıştı. Komşular Hafize’nin durumuna çok üzüldüklerinden sağa sola haber yollayıp, çalışmaya başladığı evi bulmuşlardı ama Erdoğan orada da barınamadığı için işten atılmıştı. Söylediklerine göre bir kaç taciz olayı vardı. Adamın geri gelmeyeceği ve ortadan kaybolduğu kesinleşince, kendi başına ayakta kalmaya çalışan bu insanlara özellikle de Ece’ye destek olmaya çalıştılar ama yıllar içinde apartmanda oturanlar da değiştikçe bu destek de eksilmeye başladı. Berber yerinde durduğu için Hasan hâlâ oraya gidip geliyordu. İlkokulu bitirdikten sonrasına devam edememişti. En azından okuma, yazma, hesap yapmayı biliyordu yetecek kadar. Ayak işleri dışında bir kaç iş daha geliyordu elinden. Zor öğreniyor veya aklında tutamıyor olsa da bir şeyi başarınca bir daha unutmuyor, elinden gelenin fazlasını yapmaya gayret ediyordu. Berber Durmuş beyi babası gibi seviyordu.
Hafize’nin iyice aksattığı apartman işleri sorun olmaya başlayınca, Ece annesinin sağlık durumunun çalışmaya el vermediğini apartman yönetimi ile konuştu. En azından kira vermeden oturmalarına ses etmiyordu kimse. Zaten onlar da çıksa burayı tutacak kimse olmayacaktı. Çöpleri ve siparişler için de yan apartmanın görevlisi ile anlaştıklarından fazla sorun olmadı.
Hafize yapacak işi kalmayınca iyice sokaklarda dolanmaya başladı. Değişmeyen tek şey Hasan’a babasının onun yüzünden gittiğini söyleyip durmasıydı. Zavallı çocuk her seferinde ilk kez duymuş gibi içleniyor ve ağlıyordu. Ece ona annesinin hasta olduğunu ve olmayan olayları olmuş gibi yaşadığını anlatmaya çalışsa da Hasan onu sevmesini çok istediği annesinin bu sevgisiz halinden çok etkileniyordu.
Sonunda berber Durmuş bey de emekli olmaya karar verdi. Dükkanı devredeceği zaman yeni sahibine Hasan’ı kollaması ve çalışmaya devam ettirmesi konusunda telkinde bulundu. Tabi ki bu sonradan tutulması şart bir söz değildi ama adam kabul etti. İşin başında çocuğu çıkartmayı düşünse de müşterilerin onu nasıl koruduğunu ve sevdiğini görünce vazgeçti. Artık yavaş yavaş erkek sakal tıraşı işini kavrayan Hasan’ı müşteriye baktırmaya bile başladı.
Ece kardeşinin bu ilerleyişi ile gurur duymuştu. Hasan heyecanla eve gelip artık müşterilere baktığını ablasını anlatınca, iki kardeş sevinçle kutlamışlardı bu başarıyı. Hafize çocukların sevinçlerini babalarının gelmesine bağlamıştı kendince ama sonra kocasını göremeyince sinirlenip kendisini odasına kapatmıştı.
“Bu oğlan durdukça gelmez o!” diye bağırıyordu içeriden.
Annesinin sözleri ile Hasan’ın mutluluğu yine yarım kalmış, zavallı çocuk “Babam benim yüzümden gitti!” diye ablasına sarılıp ağlamaya başlamıştı.
Sonunda Ece ona babasının öldüğünü ve annesinin bunu kabullenemediği için böyle yaptığını söylemek zorunda kaldı. Hasan annesinin sözleri yüzünden, babası eve geri gelsin diye gitme planları yapmaya başlamıştı. Babasının öldüğünü düşünürse geri gelebileceğini de düşünemeyeceği için onu babasının öldüğüne ikna etti.
“Babam yıldız oldu!” dedi sevgiyle.
“Çok iyi bir insan mıydı?” diye sordu Hasan
“Çok iyi bir insandı. Seni de çok severdi!”
“Gerçekten mi?”
“Tabi, canım oğlum derdi sana hep, benden bile çok seni severdi.”
Hasan babasının öldüğünü ama çok iyi bir insan olup, onu da çok sevdiğini duyunca biraz daha iyi hissetmişti. Çok iyi bir baba ve koca olduğu için annesi onu unutamıyor, yıldızlara gittiğini kabul edemiyordu.
Hasan hemen ertesinde annesine yardımcı olmak için babasının yıldızlara gittiğini ve gelmeyeceğini söylediğinde Hafize büyük bir öfkeyle çocuğun üzerine atladı ama kendi çok dayak yediği için olsa gerek kıyıp vuramadı. Hasan korkuyla geri çekilip, bir daha annesine bir şey anlatmamaya karar verdi.
Tüm bu karmaşanın içinde Ece okuluna devam edip liseyi bitirmişti. Artık bulaşıkçılıktan gelen para yetmediği için gündüz benzincide çalışıyordu. Üniversiteye hazırlanacak ne zamanı ne kitapları vardı. Liseye kadar okumuş olması bile bu şartlarda bir mucizeydi. İşe yürüyerek gidip geliyor, annesi ve kardeşinin sevdiği şeyleri almak için parasını sürekli biriktiriyordu. Hasan ve ikisinin kazancı en azından aç kalmadan yaşamalarına izin veriyordu. Apartman kira almadığı gibi, elektrik ve su parası da kesmiyordu onlardan. Bunun ne kadar süreceği de belli değildi. Yeni gelenler bundan da şikayete başlamışlardı.
Ece, benzincide Suat adında bir çocukla tanışmıştı. Aslında sessiz ve kimseyle konuşmayan bir kızdı. Sert durduğu için de kolay kolay kimse yanına yaklaşamazdı. Nasıl olmuşsa Suat ile sohbet etmeye başlamışlardı. Bütün gün yan yana çalışmak ikisini arkadaş yapmıştı. Suat iyi bir çocuktu. Öyle Ece’yi rahatsız etmesi veya asılması gibi bir durumu yoktu. O yüzden Ece ona güveniyordu. İşten çıkınca bir yere kadar birlikte yürüyorlar sonra mahalle de laf olmasın diye ayrılıyorlardı. Ece sahipsiz bir kızın başına gelebilecekler konusunda tecrübe edinmiş ancak iyi insanların çoğunlukta olduğu bir mahallede yaşadıklarından kazasız belasız atlatmıştı hepsini.
Suat’ta pek kendinden bahsetmeyi sevmiyordu. Ece’nin bildiği kimi kimsesi yoktu ve tek başına yaşıyordu. Masrafı da çok olmadığı için durumu Ece’lerin durumundan biraz daha iyiydi. Onca yıl annesi ve Hasan ile yaşadıktan sonra konuşup, dertleşecek bir insan bulmuş olmak Ece’ye de iyi geliyor, bütün gün Hasan’dan ve evde olanlardan anlatıp duruyordu.
Annesine araba çarpıp hastaneye kaldırıldığı haberi geldiğinde yine iş yerindeydi. Haber gelir gelmez ilk sorduğu Hasan’ın haberi olup, olmadığıydı. Neyse ki Hasan ne duymuş ne de şahit olmuştu. Hemen çıkıp hastaneye koştu. Suat’ta izin alıp patronun motoru ile onu hastaneye bıraktı. Hafize yine her zaman ki gibi sokaklarda dolaşırken Erdoğan’ı gördüğünü sanıp yola fırlamıştı. Aracın şoförü son anda önüne atlayan kadını fark etmeyince sert bir düşüş yapmış ve daha ambulanstayken canını teslim etmişti.
Zavallı Ece annesinin kurtulduğunu düşünecek kadar yılmıştı başlarına gelenlerden, yüreği zavallı annesinin gün görmeden ve kocasına duyduğu hasretle gitmesine yansa da, Hasan’ı düşünmek zorunda olduğu için güçlü kalmak zorundaydı. O akşam Hasan’a annesinin de babası gibi yıldız olduğunu anlattı. Hasan sonunda annesi, babasına kavuştuğu için sevinmişti.
“Geri gelmeyecekler değil mi?” dedi sadece.
“Hayır gelmeyecekler! Birlikte mutlu olacaklar!”
Ertesi gün müşterilere sevinçle annesinin yıldız olup, babasına gittiğini anlayacaktı.
(devam edecek)