Öğrencilik hayatında ne kadar kendinden emin olsa da, yaş aldıkça insan bu eminliğin içi boş bir heyecan dalgası olduğunu anlıyordu Arzu. Yusuf çok oturaklı gelmişti bu yüzden Arzu’ya o zamanlar. Ona hayranlık duymuştu. Ne kadar benzedikleri ya da iletişim kurabileceklerini tartmayı akıl etmemişti Aşırı ilgi ve nezaket gözlerini kör etmiş evlilik için bunun yeterli olacağını sanmıştı. Aslında şu son olaylara kadar yeterli de olmuştu. Göremediği samimiyetin gerçek olmadığıydı. Şekle takılmış, arkasındaki gerçeği görememişti. İyi ve zengin bir eş, iyi bir iş, güzel bir evi, iyi bir kazanç ve kariyerin bir masal hayatı olduğunu sanırken bir anda aslına bir sahnede ışıkların altında oynayıp durduğunu fark etmişti buraya geldiğinde. Işıkların altındaki her şey birer sahneydi evi, işi, hayatındaki herkes de gerçek olmayan birer oyuncu. Herkes birbirine iyi insan rolü oynuyordu. Senaryoda ki bir hata yüzünden oyun mahvolmuş ve sahneden kaldırılmıştı. Seyirci tekrarı için beklese de artık bir daha oynanması mümkün değildi. Arzu o sahneye yeniden adım atmak istemiyordu. Burada bu küçük ve sade yerde yaşamın kendisini görebilmişti. Kendini ve her şeyi düşünüp istediği şeylerin aslında bambaşka şeyler olduğunu, sevdiği bir şeyi yapmanın insana ne kadar iyi geldiğini anlamıştı.
Necip’te yıllar önce Arzu’nun peşini çabucak bıraktığına hayıflanmıştı o gece, bir fotoğraf ardından bir karşılaşma ret ediliş ile pes etmişti. Aslında o da bir şeyler olabileceğini hissetmişti aralarında ama Arzu’yu tanımamıştı. Tanımaya şansı olmamıştı. O da bu gece anlamıştı o zaman devam etseler belki de hiç ayrılmayacaklarını. Evet Arzu’ya olan aşkının ardından yıkılıp bekar kalmamıştı bunca yıl ama hiç de unutmamıştı nedense. Bu geceye kadar ret edilmenin hazımsızlığı sanmıştı bu aklından çıkaramamayı. Bu gece aslında doğru insanı bulup kaybettiğini içten içe bildiği için unutamadığını düşünmüştü. Tesadüf değildi tüm bu olanlar belki. Hayat tıpkı filmlerdeki gibi onları olmadık bir yerde ikinci bir şans için karşı karşıya getirmişti yeniden.
“Otuz yaşında bir adam için fazla hayalperestsin!” dedi yüksek sesle kendine. Güldü sonra, Yarın buradan ayrılıyordu ve onu bir daha nasıl ve ne sebeple göreceğini bile düşünmemişti. Sedef’in boş durmayacağı kesindi ama Arzu acaba bu kez ne yapacaktı, yine yıllar önce olduğu gibi ona sırtını mı dönecekti? Zor bir süreçten geçiyordu. Necip onun şimdi bir seçim yapmasını bekleyecek kadar çocuk değildi artık. Bu karşılaşmanın ardından düşünmek için ikisinin de biraz zamana ihtiyaçları vardı. Arkadaşça onu arayıp soracaktı şimdilik.
Necip’in geliş gidişinin ardından boşanma çabucak sonuçlanınca Servinaz hanım hemen geldi Arzu’nun yanına. Aylardır bu fırsatı bekliyordu. Artık Yusuf “Karım o benim!” diyerek ortaya atlamazdı.
“Abla seni ne kadar özlemişim!” diyerek sarıldı Arzu Servinaz hanıma.
“Ah çocuğum inan ben de sen olmayınca şirkette çok yalnız kaldım. Gerçi herkes seni sormak için peşimde dolaşıyor da, öyle sohbet edecek kimse yok işte biliyorsun!”
“Şu süreçte beni o kadar kolladın ki gerçekten sana nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum!”
“Arzucuğum biz kadınlar birbirimizin gözünü oyacağımıza azıcık kollasak taş üzerinde taş bırakmayız ama bak ikimizin de yuvasını yıkan yine bir kadın!”
“Aman abla belki de vesiledir sadece baksana o kadın olmasa ben bir oyunun içinde sürüklenip gidecekmişim. Daha geç fark etsem hayatımın çoğu gitmiş olacaktı!”
Servinaz hanım derin bir iç çekince, Arzu onun eşinden ayrıldığında on sekiz yıllık evli olduklarını hatırladı. Kadıncağız bütün gençliğini verdiği adam tarafından adanmıştı.
“Özür dilerim!” dedi utanarak.
“Benim kocamın yaptıklarının sorumlusu sen misin de özür diliyorsun!” diye bir kahkaha attı Servinaz hanım, “Haydi yap bir kahve de şöyle iki lafın belini kıralım. İçim şişti İstanbul’da.”
İki kadın saatlerce sohbet ettiler. Arzu buradaki hayatıyla ilgili her şeyi anlattı bir çırpıda, son olarak da Sedef ve Necip ile karşılaşmalarını anlattı.
“Necip Arslantürk mü?” dedi Servinaz hanım hayretle.
“Evet tanıyor musun abla?”
“Yani uzaktan tanıyorum. Bir ahbabımın yemeğinde tanışmıştık. Hoş adam doğrusu”
Arzu gülmeye başladı, “Abla!”
“Ne var, kendini hayata kapatacak mısın? Koca gitti tamam biraz dinlen! Daha yirmili yaşların bitmedi? Tek başına yaşlanmak kolay mı sanıyorsun sen?”
“Haklısın canım ablam, yalnız da değilsin ben varım!” dedi Arzu sevgiyle, Servinaz hanımın hayatı boyu güçlü görünmekten yorulmuş bir kadın olduğunu görebiliyordu. Öyle görünmese yem oluyordu kadınlar çünkü bu ülkede. Güçlü, güvenli, alaycı ve sert görünerek kendini korumaya çalışıyor. Kendinden eksilenlerin boşluğunu, içindeki yaraları sessizce onarmaya çalışıyordu. Arzu ile konuşuyordu zaten bir tek her şeyi, onları da anlatırken güvenli ve güçlü görüntüsünden ödün vermiyordu. Aslında bu rol Arzu ya karşı değildi, kendini bırakmak istemiyordu belli ki, bırakırsa bir daha ayağa kalkamamaktan korkuyordu. Oysa onun yalnız kalmaktan korktuğunu, hayatına bir arkadaş istediğini anlayabiliyordu Arzu. İnsanca değer verilmek ve sevilmek istiyordu herkes gibi. Bunun yaşı yoktu. Bebeklikten, mezara her insan bunu istiyordu aslında. Oysa biz insanları cinsiyet, medeni durum ve yaşa göre sınırlayıp duruyorduk yoğun bir mahalle baskısıyle, “Bu yaşta!”, “Kadın başına!”, “Dul kadına yakışmaz!”
Sevmek ve sevilmenin nesi yakışmasındı ki insana, bunun tüm bunlarla ne ilgisi vardı. Herkes bir kere gelmiyor muydu dünyaya? Neden mutluluğu elalemin diline göre sınırlamak zorunda bırakılıyorduk. Dil konusu değil, gönül konusu değil miydi sevmek, sevilmek.
Ertesi gün alıp Efsun’la tanıştırmaya götürmüştü Arzu, Servinaz hanımı, tabi Melek’in yatağı da gelmişti o arada, hem bebek, hem yatak görmeye gitmişlerdi. Efsun hiç beklemediği yatağı getiren adamları kapıda görünce yanlış geldiler diye geri göndermeye kalkmıştı önce. Servinaz hanımın adı vardı kargonun üzerinde. Haliyle akıl edememişti olanları. Sonra adam göndereni yani Servinaz hanımı arayıp telefonu Efsun’a uzatınca anlaşılmıştı durum.
Servinaz hanımdan bir gün önce gelmişti yatak. Arzu’da o gelince gelip görürüz biz demişti, Efsun hem teşekküre, hem de görmeye çağırınca. Akşam da Aytekin aramıştı eve gelip görünce. İkisinin de istediğinden alasıydı. Söz konusu Servinaz hanım olunca anlamadığı iş çıkmazdı. Yine gidip en iyisini bulup almıştı. Yusuf’un paraları daha geçmemişti Arzu’nun hesabına ama artık garanti olduğu için beklemeden almışlardı yatağı. Çocuk büyüyordu, bekleyecek zaman kalmamıştı.
Necip İstanbul’a döndükten sonra mesaj atıp, yeniden görüştüklerine sevindiğini yazmıştı. Telefonu Sedef’ten almıştı elbette. Neye ihtiyacı olursa onu arayabileceğini de eklemişti. Gerek İstanbul’da gerek oradan, “Hemen gelirim!”
Arzu gülümseyerek okumuştu mesajı, Necip’in dostluğu, Sedef’in dostluğundan daha az yorucu olacaktı belli ki.
Servinaz hanım da şirketten dedikodu getirmişti epeyce. Esra ile Yusuf’un evlenecekleri dedikodusu hemen yayılmıştı. Esra’yı yuva yıkan olarak göstermemek için babası konunun hemen duyulmasını istemese de, durum Esra’nın umurunda olmadığı için şirkette görüştüğü bir kaç sekreteri arayıp Yusuf’un kapısına gelip yalvardığını, karısı ile evliyken ondan uzak durmak istese de peşinden ayrılmadığını anlatmıştı. Yusuf’ta şirketten ayrıldığı için artık insanlar sakınmadan konuşuyorlardı, hatta epeyce de konuşacağa benziyorlardı.
“Çok tehlikeli bir kızmış!” dedi Arzu artık canı daha az acıyordu bu konuyu düşündükçe, böyle çok daha iyi olduğuna kendini yavaş yavaş ikna etmeye başlamıştı ama tabi yine de arada sırada hırslanıp ağladığı oluyordu yine de
(devam edecek)
Çok güzel yazmışsınız teşekür edrim çok begendim
BeğenLiked by 1 kişi
🌸
BeğenBeğen