Arzu uzun zamandır sevdiği insanlarla dışarıda yemeğe çıkmamıştı. Geldiğinden beri buradaki hayatı benimsemeye gayret ettiği için böyle bir beklentiye de girmemişti, çünkü burada hayat onun geçmişinde olduğu gibi akmıyordu. İnsanların günlük yaşamlarının bu kadar fark edebileceği daha önce hiç aklına gelmiyordu. Türkiye’nin her noktasından insanlar onun ve çevresindekiler gibi yaşadığını düşündüğü için, düşünce ve hayata bakışın bile yaşanılan ortamlara bağlı olduğunu bilmiyordu. Daha iyi ya da daha kötü kıyaslaması yapmıyordu ama bu kadar büyük bir ülkede insanların ortak paydalarını ne kadar kolay kaybedebileceklerini fark etmişti burada. Burada değerler eksik olduğu için değil, herkesin kendi yaşadığı yerde kapalı bir dünyası olduğu için belki de. İstanbul’da gördüğü insanlar, onların yaşam alışkanlıkları, düşünceleri ve buradakilerin ki oldukça farklıydı. İyiler her yerde iyi, kötüler her yerde kötüydü. Konu o değildi ama Burada daha önce hiç fark etmediği, bilmediği şeyler görüyor, yaşıyor, daha önce bunlardan habersiz oluşuna şaşıyordu. Burada yaşayan insanlar da İstanbul yaşamını dizilerdeki gibi düşünmeseler de yaklaşık olarak hayal ediyorlardı. Elbette Arzu ve ailesi gibi belirli bir kesimde, belirli bir gelir düzeyinde yaşayan insanları, herkesi değil. Oysa insanların her yerde günlük mücadeleleri vardı, diğeri ile, işleri ile, aileleri ile. Düşünmeden yaşadığını fark etmişti daha önce, Her gün bir rutinin içine hapsolduğunu, hayat, yaşanılanlar hakkında hiç düşünmeden yaşadığını anlamıştı. Bir sorun olabileceğini, her şey yolunda gitse bile, hatta fazla yolunda, bazı şeylerin doğru olmadığını sorgulamamıştı. Konfor insanın düşünme yeteneğini alıyordu elinden belki de. Gerçekten hayatın her alanında konfora ve imkanlara sahip şanslı azınlıktan biriydi o. Bir sorunlar yumağının ortasında olsa olanları erken fark etmesi mümkün olur muydu onu da bilmiyordu aslında. O zamanda görecek durumu olmazdı. Tüm bunları düşünerek hazırlandı ve Efsun arayınca hemen aşağı indi.
Onlar da bebek için çok heyecanlıydılar. Efsun çalışmıyordu ama yine de annesi gelecekti doğumdan bir hafta önce. Bir aksilik olmazsa normal doğum olacaktı. Zaten burada öyle teşkilatlı hastaneler olmadığından seçenekli bir durum da değildi. Arzu eğer başına gelenler olmasa şimdi Efsun’dan biraz daha geride bir hamile olacaktı ve elbette buraya gelip Efsun’u tanımış da olmayacaktı. Aytekin ile bağı da mal mülk ve kiracılar ile sınırlı kalacaktı.
Buraya geldikten sonra Nezihe teyzenin bir kaç arkadaşı onu tanımak istemişti. Gerçekten herkes onu tanıyor ve seviyordu burada. Arzu’nun ailesi ile ilgili bilmediği hoş anılar anlatanlar da oluyordu. Daha önce burada hiç yaşamamış olsa da, kendine ait bir geçmişe dönmüş gibi hissediyordu böyle zamanlarda. Hayatın içinde hiç tanışma şansı olmayan bir akrabasının onun için hazırladığı bir yaşama gelivermişti hemen. O tanımadığı büyük teyze acaba Arzu’nun hayatını nasıl kurtardığını görebliyor muydu?
“Vay canına!” dedi arabadan inerken, demir büyük kapılar açıldıktan sonra girilen yemyeşil bahçede küçük süs havuzlarından sular dolup taşıyordu.
“Sana burada düğünlerin yapıldığını söylemiştim!” dedi Efsun onun hayranlığına gülümseyerek, “Hiç beklemiyordun değil mi burada böyle bir yer!”
“Doğrusu beklemiyordum!” dedi Arzu hayran hayran etrafına bakarken, restoran görevlisi Aytekin’i de tanıdığı için onu kapıda karşılamış ve masalarına doğru yönlendirmişti.
“Restoran sahibi Aytekin’in müşterisi!” dedi Efsun Arzu’ya açıklama yaparak, o yüzden bizim her zaman bir yerimiz olur burada, açıkta kalmayız.
“Öyle de doluyor yani öyle mi?”
“Elbette insanlar hep ev işi ve gün yapmıyorlar” diye gülümsedi Efsun.
Onun buradakilerle yetinemediğini sandığını biliyordu Efsun’un, o yüzden gülümsedi ve sessiz kaldı. Nedense İstanbul’dan gelen maddi durumu iyi, eğitimli bir kadına bu yaşamın az geleceğini sanıyordu herkes. Oysa Arzu anlıyordu ki asıl yaşamın çoku buradaydı. Daha önce azı ile yetinmek zorunda kalmıştı hep. Paranın satın aldığı en iyi hapishanede, parası olan ve bu yüzden insanları ve hayatı yeterince tanımayan insanlarla birlikte olmuştu hep. Küçük şeylerle mutlu olmayı bilmiyordu önceden. Şımarık kibirli insanlar değildiler tabi çoğunlukla geldiği yerdekiler ama yaşamın sağladıkları insanları daima konforu yükseltmeye zorluyordu sanki. Daha iyisi, daha pahalısı, daha teknolojiği. Evde kullandığı zaman ayarlı çaydanlığı ve kahve makinası yerine, bir bakır cezvesi ile bir emaye çaydanlığı vardı burada. O çaydanlığın içindeki suyun fokurdaması bazen o file benzeyen burnundan homurdanarak fışkırması, iki eliyle çaydanlığı alıp balkondaki masaya taşıması çok keyifli geliyordu şimdi Arzu’ya. Bir düğmeye basıp, makine tadında çaylar içmiyordu artık. Poşet çay hiç içmiyordu mesela, artık içmek de istemiyordu. Salatalık ve domatesin harika bir kokusu olabileceğini görmüştü burada, köylü pazarı denilen şeyin, market sergilerinden ne kadar farklı olduğunu, daha önce satın aldıklarında hep bir sentetik duygusu olduğunu anlamıştı.
Masalarına yerleştiklerinde restoranın sahibi gelip onları karşıladı.
“Şansınıza eşim Sedef’te bu akşam burada olacak, İstanbul’dan misafirleri var onunda!” dedi Arzu’ya bakıp gülümseyerek.
Arzu’da gülümseyerek yanıtladı bu açıklamayı. İstanbul’un ne kadar büyük bir yer olduğunu düşündü. Adamcağız belki bir tanıdıklık çıkacağı imasında bulunmuştu ama böyle bir ihtimal oldukça azdı. Efe bey yanlarından ayrıldıktan sonra hemen garsonlar koşturdu ve her birine büyük deri kapaklı birer menü verdiler.
“Hamileliğin en güzel yanı ne biliyor musun? Her şeyden istediğin kadar yiyebiliyorsun? Kilo almak gibi bir korkun yok ama sonra bayağı uğraşacağım herhalde?” dedi Efsun eliyle karnını okşayarak.
“Harika görünüyorsun inan bana!” dedi Arzu sevgiyle, “Diyete başlamam gerek!” dedi sonra yine kendi kendine. Kadınlar her yerde aynılardı sonuç olarak, kilo ve dış görünüşlerini asla boş veremiyorlardı.
Yemeklerini de seçtikten sonra yeniden bebekten bahsetmeye başladılar. Bebek için Efsun internet alışveriş yapmıştı. Aldıklarını hemen açıyor yıkıyor, ütülüyor ve bebeği için ayırdığı minik dolabın içine yerleştiriyordu. Arzu söylemiyordu ama amigurumi oyuncağı muhtemelen doğuma yetişecekti.
Yemekler de en az mekan kadar güzeldi, Arzu burada böyle bir yer olduğuna çok sevindiğini söylüyordu ki birinin adını seslendiğini duyunca başını çevirdi. Uzaktan gülümseyerek ona doğru gelen kadını önce tanımadı ama sonra neşeyle ayağa kalktı o da, “Sedef?” dedi neşeyle.
“Arzucuğum! Efe Aytekin beyin bir misafiri de var deyince, ben de bir ‘ hoş geldin’ demeye geliyordum ki! Seni görünce çok şaşırdım!
Arzu gülümseyerek bakan Aytekin ve Efsun’a Sedef’in uzak bir akrabaları olduğunu ama onların üniversitede tanıştıklarını anlattı.
“Seni hangi rüzgar attı buraya?” dedi Sedef hanım hemen garsonun koşarak getirdiği sandalyeye oturarak.
“Uzun hikaye!” dedi Arzu.
“Ah biliyor musunuz Efsun hanım, ağabeyim Necip, Arzu’nun hayranıydı!”
“Sedef!” dedi Arzu utanarak.
“Kocan mı burada yoksa!” dedi Sedef gülerek.
“Boşanmak üzereyim!” dedi Arzu.
“Ah !” diyerek elini tuttu arkadaşının Sedef, “Ne kadar akıllı bir kadınsın iyi yapmışsın!”
Arzu ve Efsun gülümsemekle yetindiler.
“Tamam kötü bir tecrübe olmadığını umuyorum, amacım seni üzmek değil biliyorsun. Gerçekten çok özlemişim! Ne zaman döneceksin İstanbul’a?”
“Dönmeyeceğim, burada yaşıyorum!”
“Ay inanmıyorum! Ne harika bir karşılaşma oldu bu böyle! Hemen telefonunu alayım!” diyerek garsona masasından telefonunu getirmesini işaret etti, o sırada da Efsun’un hamileliğinin nasıl gittiğini sordu.
Garson çocuk hemen getirdi istenilen telefonu, karşılıklı birbirlerini kaydettiler.
“Hepinizi böylece bir hafta sonu eve çağıracağım tamam mı? Misafirlerimin yanına döneyim ki ayıp olmasın!” dedi Sedef ve Arzu’ya yeniden sımsıkı sarılıp gidecekken, “Seni yeniden bulduğuma çok sevindim, burada çok arkadaşım yok!” diyerek fısıldadı ve geri dönüp masasına gitti.
“Tesadüfün bu kadarı!” dedi Aytekin.
“Evet!” dedi Arzu, Efe beyin misafirlerinden tanıdık çıkacağı düşünülürken bizzat karısı arkadaşı çıkmıştı.
(devam edecek)