Düşünceli düşünceli küçük bir çanta hazırladı Arzu. Bu Nezihe teyzeyi sahiden hiç hatırlamıyordu. Küçükken görmüştü muhtemelen ama siması aklına gelmedi. Avukat yarın gidince ona anlatacaktı herhalde bir şeyler, cenaze de mi yarındı onu sormamıştı aslında, sormak da istemedi. Oraya varış saatinde yetişebilirse zaten giderdi.
Sabah erkenden kalkıp otogara gitti ve otobüse bindi. Yıllardır hiç otobüse binmemişti. Nereye gitseler araba ya da uçak ile gidiyorlardı. Otobüs hareket ettiğinde yanındaki koltuk hâlâ boş olduğu için sevindi. Başının altına hırkasını koyup dışarıyı seyretmeye başladı. Aldığı e-postalar, Yusuf, bebekleri olacağı, bu mirasın nereden çıktığını düşündü durdu yol boyunca. Kötü bir şey değildi elbette bir malvarlığı olması, bebekleri gelmeden önce de gerçekten hediye gibi olmuştu. Yaklaşınca avukatı aradı, avukat onu almaya geleceğini söylemişti, ilçede otel olmadığı için misafirhane tarzı bir yer ayarlamıştı Arzu için.
“Cenaze için sizi bekledik, yarın öğlen namazından sonra kaldırılacak!” dedi avukat Aytekin bey.
“Hiç gerek yoktu beklemenize” diyemedi elbette, teşekkür etti nazikçe.
“İsterseniz sizi kalacağınız yere götüreyim, hemen altında küçük bir pastane var. Orada oturup konuşuruz, sonra dinlenirsiniz. Cenazeden önce gelip alırım sizi”
“Olur!” dedi Arzu.
Hiç bilmediği bu yerde, kendini çok yabancı hissetmişti nedense. Aytekin beyin arabasına binip misafirhaneye gittiler. Üç katlı bir binanın üst iki katı misafirhaneye çevrilmişti ama Arzu’nun alışık olduğu yerler gibi değildi. Küçük bir oda, bir yatak, ufak bir dolap, kırık dökük bir komodin ile küçük bir banyo vardı içeride.
Çantasını odaya bıraktıktan sonra aşağıda bekleyen Aytekin beyin yanına indi.
“Nezihe hanım babanızı çok severmiş, ailenin geri kalanı ile de sanırım bir husumet yaşamış. Bu nedenle mirasının onlara kalması yerine size kalmasını uygun görmüş.”
“Babamın ondan bahsettiğini pek hatırlıyorum desem yalan olur.”
Aytekin bey hikayeyi o kadar derin bilmediği için gülümsedi, “Babanız öldüğüne çok üzülmüş gerçekten.”
“Cenazeye geldiğini hatırlamıyorum!”
“Ah gelememiştir, çünkü Nezihe hanım tekerlekli sandalyede sürdürüyordu hayatını”
“Anlıyorum”
“Burada ilçenin merkezinde bir yerde güzel bir dairesi var. Kendi yaşadığı evinin satılıp LÖSEV’e bağışlanmasını istedi. O yüzden size boş olan dairesini bıraktı. Altı ay önce kiracısı çıktığı için daire şu anda boş. Dilerseniz yine kiraya verilebilir.”
“Olabilir”
“İlçenin dışında Yurtça köyüne yakın bir yerde de toplamda otuz dönüm arazisi var!”
“Otuz dönüm mü?”
“Evet”
“Küçük birer tarla olduğunu sanıyordum!”
“Tarla olarak çiftilere kiraya veriyordu. Bu kira parasının bir kısmını yine LÖSEV’e bıraktı. Paranın kalanı da sizin olacak! Tam tutarı ancak yarın söyleyebilirim. Tarlalar işlenmeye devam ettiği için bu düzenli bir gelir.”
“Nezihe hanımı tanıyıp teşekkür etmeyi çok isterdim doğrusu, gerçekten oldukça yüklü bir miras bırakmış bana!”
“Nezihe hanım yardım sever biriydi. Sizinle sağlığında tanışmayı eminim o da isterdi ama görülüyor ki kısmet olmamış!”
“Evet doğru, varlığından bile haberim yoktu doğrusu!”
“Şimdilik söyleyeceğim başka bir şey yok. Siz dinlenin. Bir ihtiyacınız olursa bana söyleyebilirsiniz. Misafirhanenin yemekleri güzeldir. Sizin için akşam yemeği hazırlayacaklardı. Acıkmışsınızdır onca yol geldiniz.”
“Evet gerçekten çok açım, teşekkür ederim”
“Sabah ben sizi ararım gelmeden önce! Şimdilik hoşça kalın!”
Aytekin beyi uğurladı Arzu ve yemek için misafirhaneye döndü. İçeri girdiğinde mis gibi bir çorba kokusu karşıladı onu. Kurulan sofraya oturdu hemen, kuru fasulye, pilavı ekmekle yedi hayatında hiç yapmadığı gibi. Turşu da çok güzeldi ayrıca.
Patlayacak gibi şiş bir karınla odasına çıktı. Aytekin bey ile konuşurken Yusuf’a geldiğini haber vermeyi unutmuştu, Gülten hanım ve Servinaz hanıma da. Hepsine tek tek mesaj yazdı ama mirasın büyüklüğünden hiç bahsetmedi. Tüm bunların çocuğuna kalmasını istiyordu. Daireyi de kiraya vermesi için avukata vekalet verecekti. Tarlalar zaten kirada demişti.
“Vay canına! Hiç beklemiyordum böyle bir şey!” dedi kendi kendine, karnının şişkinliğine yolun yorgunluğu da eklenince üzerini bile değişemeden derin bir uykuya daldı.
Uyandığında sabahın yedisiydi. Mesajlarına yanıt gelmiş mi diye hemen telefonuna baktı. Yusuf, “Kendine dikkat et, seni çok özledim!” yazmıştı. Servinaz hanım, “Gelince konuşuruz!”, Gülten hanım, “Tamam kızım” diye yanıtlamıştı. İşe gitmek zorunda olmadığı için biraz yatakta oyalanmaya karar verdi. Uzun zamandır bunu yapma fırsatı olmuyordu. Kahvaltı saat sekiz buçukta demişlerdi akşam odasına çıkarken. Yarım yamalak da olsa biraz daha uyuduktan sonra kalktı, üzeri başı kırış kırış olmuştu. Onları yatağın üzerine fırlatıp banyoya girdi. Banyodaki plastik terlikler ayağından fırlayacak kadar büyüktü. Duş teknesi olmadan etrafına perde çevirdikleri banyoda yıkandıktan sonra bütün banyo su olduğu için, terlikler “cırp-cırp” garip bir ses çıkarıyordu. En azından su sıcak akıyordu. Duş perdesinin üzerine yapışıp durmasına sinirlenmesini saymazsak banyo iyi gelmişti. Saç kurutma makinası olmadığı için saçına havlu sarıp suyunu çekmesini bekledi. O sırada çantasından çıkardığı temiz kıyafetlerini giyip, çıkardığı kirlileri çantaya yerleştirdi.
Odasının penceresi arkadaki binaya baktığı için yolda bir hareket olup olmadığını göremiyordu. Yatağın üzerine oturup kahvaltı saati gelene kadar telefonu ile oyalandı. Gece şarja takmadan uyuduğu için birazda şarj etmesi gerekiyordu zaten.
Saat dokuz kırk beşe kadar oyalandıktan sonra aşağı kahvaltıya indi. Aynı akşam olduğu gibi tek servis hazırlandığını görünce, misafirhanenin tek misafiri olduğunu anladı.
“Buralara pek kimse gelmez!” dedi çayı getiren kız gülümseyerek, “Yumurta getireceğim birazdan”
“Tamam!”
Sade ama lezzetli kahvaltısını yaptı. Domates ve salatalıklar onun marketten aldıklarının aksine mis gibi kokuyordu. Haşlanmış yumurta küçük ama lezzetliydi. Kireç rengi peynir kendinden beklenmedik bir lezzeti barındırıyordu. Yine elinde olmadan karnını sıkıca doyurmuştu. Oysa kilo almamak için her zaman çok dikkat ederdi.
“Neyse dönünce biraz dikkat ederim!” dedi kendi kendine. Zaten bebek olacağı için istemese de kilo alacaktı. Bu iştah belki psikolojik olarak gelmişti o yüzden. Kahvaltısı bitince bir tane de Türk kahvesi söyledi. Saat hâlâ dokuz buçuk olduğu için çıkıp biraz çevreyi dolaşmaya karar verdi.
Pek işlek bir cadde değildi burası, kahvaltıyı servis eden kızın söylediğine göre bu caddenin sonundan sola dönünde çarşıya varılıyordu. Orada oyalanabileceğini düşünerek ağır ağır yürüdü. Yoldan fazla araba geçmiyordu. Çocukluğunda olduğu gibi binaların balkonlarından çamaşırlar sarkması hoşuna gitti. Şehirde kimsenin böyle bir lüksü kalmamıştı. Apartmanlara neredeyse balkon yapmıyorlardı artık. Balkon kapısı parlak demirden iki üç boruya açılıyordu doğrudan. Fransız balkon deniliyordu adına. Çoğu insan da olan balkonunu kapattırmıştı. Arzu’ların da kapalıydı balkonu. Balkondan çok odaya benziyordu zaten. Buradaki balkonları görünce hatırlamıştı anne ve babasıyla akşamları balkonda yemek yediklerini, pazar sabahları kahvaltılarını. Küçükken oturdukları ev balkonluydu. Binanın ön cephesinde kocaman bir balkonu vardı. Annesi her sabah iki kova suyla güzelce yıkardı balkonu, ondan önce çıkılması yasaktı.
“Eve dönünce konuşayım Yusuf’la, açtıralım biz de balkonu!” dedi kendi kendine. İşten yorgun argın gelip televizyonun karşısında uyukluyorlardı ikisi de. Arada Yusuf sürpriz seyahatler ayarlamazsa yaz mevsimi mi, kış mevsimi mi yaşıyorlar anlamadan geçip gidiyordu hayat. Yemyeşil ve bakımlı bahçesi olan bir sitede oturuyorlardı üstelik Ne balkona çıkıyor, ne de sitenin bahçesinde vakit geçiriyorlardı. Sanki hayat dört duvar arası ve işlerden ibaretmiş gibi yaşadıklarını düşünmüştü birden bire. Kafeler, restoranlar hepsi kapalıydı. Burası da pek yeşil bir ilçe değildi aslında. Sadece balkonlara bakarak hayatları hakkında bir ton şey değerlendirme yapmıştı nedense.
(devam edecek)
.