“Nasıl görünüyorum anne?” dedi sabah çıkmaya hazırlanırken Sibel hanıma, “Çocuklar sence beni sevecekler mi?”
“Nasıl sevmezler seni? Sen dünya tatlısı bir insansın!” dedi Sibel hanım sevgiyle Sena’nın yanağına dokunurken.
“Sena kızım hazır mısın? Arabadayım ben!” diye seslendi Tamer bey içeriden.
“Geliyorum baba!”
“Ay orada olup seni izlemeyi ben de çok isterdim!” dedi Sibel hanım, “Şöyle camdan falan bir yerlerden baksak olmaz mı?”
Gülümsedi Sena, sımsıkı sarıldı ona. Bayramda şiir ezberlemiş, törene giden bir çocuk gibi hissediyordu kendini. Sibel hanımın o kocaman yüreğindeki annelik duygusu daha da körüklüyordu bu hissini.
“Kameraya çekecekler, seyrederiz birlikte! Gideyim de babam sabırsızlanmasın!”
“Yaşlandı vallahi böyle bir adam değildi gençliğinde!”
Yine gülümsedi Sena, Sibel hanımın yanağına bir öpücük kondurup, şiirini okumaya giden çocuk heyecanıyla çıktı dışarı.
“Bekleyeyim mi?” dedi Tamer bey o okulun önünde inerken.
“Yok baba yorulma, ne kadar sürecek bilmiyorum. Çocukların soruları da olur belki!”
“Tamam, bekle dersen!”
“Yok, yok!”
“Nasıl geleceksin?”
Yine gülümsedi Sena, Otuz bir yaşındaydı ama böyle davranılması, böyle hissetmeyi öyle seviyordu ki, hiç sıkılmıyordu.
“Hiç bir yol bulamazsam ararım olur mu?”
“Olur!” dedi Tamer bey bu cevap onu tatmin etmişti, “Gelirim ben hemen!”
“Tamam, görüşürüz!”
“Seninle gurur duyuyoruz!”
“Ben de sizinle!”
Derin bir nefes alıp döndü okula doğru. Çantasında her şeyi koyduğunu umuyordu. Dün geceden beri otuz kere kontrol etmişti. Öğrencilik hayatı boyunca tek bir müsamereye bile çıkmamıştı. Hiç sevmezdi böyle şeyleri. Şimdi Sinan yanında olsa onu mutlaka sakinleştirirdi. Gözleri dolacak gibi oldu, yutkundu.
“Biliyorum, yanımdasın!” diye fısıldadı, gökyüzüne bakarak.
Onu anlatım yapacağı sınıfa götürdüklerinde çocukların alev alev yanan gözlerini görünce iyice heyecanlandı. Hepsi o kadar tatlıydılar ki, Sinan’ın ilk çocuk doktorluğu yaptığı dönemde söylediklerini hatırladı. O hayvanları, Sinan çocukları kurtaracaktı. İkisi de kahraman olacaklardı bu dünyada, hem de süper kahraman.
Sunumu için çantasından gerekenleri çıkartırken, öğretmenleri çocuklar onu izlemesi için yerleştiriyorlardı. O sırada arkasından onu çekiştiren minik bir el hissetti.
“Ben seni tanıyorum!”
“Sahi mi?” dedi Sena kıza daha dikkatli bakarak ama çıkaramadı, “Adın ne senin?”
“Başak!”
“Merhaba Başak, sen benim adımı biliyor musun peki?”
“Hayır bilmiyorum. Babam da bilmiyor!”
“Baban mı?”
“Evet. Seni bulamamış!”
“Beni bulamamış mı?”
“Hayır! Peşinden koşmuş ama yetişememiş”
“Allah Allah? Babanın adı neydi acaba?”
“Sinan!”
Sena çocuğun gözlerine bakakaldı birden. O sırada öğretmen küçük Başak’ı elinden çekip yerine oturttu, “Haydi bakalım başlıyoruz çocuklar!” diye seslendi sınıfa.
Sena’nın kafası karışmıştı, sunumun başlarında gözü küçük Başak’ta biraz tutuk davrandı ama sonra açılıp çocuklarla harika zaman geçirdi. O günün tamamını okulda geçirmesini planlamıştı arkadaşı. Sonradan öğrendiğine göre, o an içeride üç sınıfın çocukları vardı. Aynı şeyi tekrar tekrar anlatmasın diye büyük olan sınıfa tüm diğerlerini toplamışlardı.
Ara ara aklına Başak’ın söyledikleri geliyor kızı gözleri ile arıyor, her defasında bir yerlerde bir şeylere daldığını gördüğü için yanına gidip soru sormaya cesaret edemiyordu.
“Sinan bana işaret mi yolluyorsun?” diyordu kendi kendine. Okul saati sona erip çocuklar dağılmaya başlayınca arkadaşı ona çok teşekkür ederek uğurladı sınıftan. Çok yorgun ama harika bir gün geçirdiğini düşünerek okulun bahçesine doğru yürürken yanından geçen adamı fark etmedi. Adam bir kaç adım attıktan sonra durdu ve geri dönüp, “Bakar mısınız?” dedi.
“Beni hatırlamış olamazsınız tabi!” dedi sonra özür diler gibi, “Adım Sinan!” diyerek elini ona doğru uzattı.
“Başak’ın babası mı?” dedi Sena kekeleyerek.
“Evet, onu tanıyor musunuz?”
“Bu gün yanıma gelip beni tanıdığını söyledi ama?”
“Ah çocukların hafızları inanılmaz oluyor, fotoğraf makinasını bulduğundan beri sürekli sizin fotoğraflarınıza bakıyordu”
“Anlamadım?”
“Size motorumla çarpmıştım hani, tatildeydiniz?”
Sena’nın yüz ifadesi önce dondu, sonra birden hayrete dönüştü, “Ah! İnanamıyorum! Siz o? Fotoğraf makinam sizde mi?”
“Evet, o gün size çarptıktan sonra onu yerde gördüm ama siz arkadaşlarınıza ara sokaklarda kaybolunca yetişemedim ben de motorun bagaj kutusuna attım. Yıllarca orada bekledi, evlendiğimde buldum onu yeniden. Eşim pek sevmezdi motorları, o yaz tanışmıştık onunla da!”
“Sahi mi?”
“Başak beni bekliyordur? Ne diyeceğim, vaktiniz varsa kızımı alayım bir kahve içelim mi?”
“Şey ben?”
“İşiniz varsa tutmayım tabi sizi!”
“Şey, hayır işim yok aslında!”
“Tamam, Başak’ı alıp geliyorum o da çok sevinecek!”
Sena şaşkın şaşkın adamın arkasından baktı öylece, “Sinan mı?” dedi kendi kendine, “Ne tarz bir oyun oynuyorsun acaba sen bana?” dedi gökyüzüne bakarak.
Birazdan babasının elini tutan Başak ile çıktı okulun kapısından yeni Sinan.
“Gördünüz mü? Size söylemiştim!” dedi Sena’nın yanına gelince.
“Haklıymışsın, birden hatırlayamadığım için üzgünüm!”
“Başak sizin o makinanın içinde yaşadığınızı düşündü yıllarca, küçüktü tabi!”
“Makinanın içinde mi?”
“Sihirli lamba cini gibi!” diye açıkladı Başak büyük bir ciddiyetle. Babası onu arka koltuğa oturtup kemerini bağladıktan sonra kapısını kapattı ve Sena’ya fısıldayarak, “Annesini kaybettiğimiz zamanlardı. Makinayı bulunca sizin fotoğraflarınızla avuttu kendini bir şekilde!”
Sena iyice şaşırmıştı.
“Anlatırım sonra!” dedi Sinan göz kırparak. Sanki kırk yıldır tanışıyorlarmış gibi davranıyordu.
Sena bir hayalin içine düşmüş gibi hissediyordu kendini, bir ara Tamer bey ve Sibel hanım geldi aklına, merak etmesinler diye telefon açtı, “Şey ben, bir arkadaşıma rastladım!” dedi göz ucuyla Sinan’a bakarak, “Bir kahve içeceğiz öyle geleceğim, merak etmeyin olur mu? Evet çok güzel geçti anlatacağım akşama!”
“Aileniz mi?”
“Evet”
Dönüp arkaya Başak’a baktı gülümsedi. Bu tatlı kızın annesi mi ölmüştü, “Erken başlamış kaderin küçüğüm!” dedi kendi kendine derin bir iç çekti.
“Fotoğraflarıma benziyorum demek, neler olduğunu bile tam hatırlamıyorum aslında o makinada!”
“Kardeşiniz var!” dedi Başak hemen.
“Kardeşim mi?”
“Evet erkek kardeşiniz?”
Sinan ile olan fotoğrafları olduğunu hatırladı Sena, “Kardeşim değil!” diyecekti tam vazgeçti, “Ah evet hatırladım! Fazla değişmemişim demek sevindim! Onlar çekildiğinde sen dünyada bile değilmişsin?” dedi yeniden gülümseyerek.
Sinan’da gülümsedi. Çocukların oynayabileceği alanı olan bir kahve evine gittiler. Başak onları bırakıp hemen diğer çocukların yanına koşturdu.
Sinan, Sena’ya çarptığı gün rahmetli eşi Elif ile ilk buluşmasına gidiyordu. Yazlıkta tanışmışlardı.
“Yaz aşklarını bilirsin!” dedi gülümseyerek, “Bilmiyorum” diyemedi Sena gülümsedi.
Ailelerinden gizli buluşacakları için yakın yazlıklarda olsalar da uzak bir buluşma yeri seçmişlerdi. Sinan çok heyecanlı olduğu için Sena’yı fark etmemişti.
“Sonra da evlendiniz mi?” dedi Sena
“Evet, o sonbahar evlendik!”
“Vay canına!”
“Evet gerçekten vay canına! Sizinle yeniden karşılaşacağımız hiç aklıma gelmezdi!”
“Doğrusu ben fotoğraf makinamı pek sık kullanmazdım ama niyeyse hep taşırdım yanımda, çocukluktan kalma bir düşünce sanırım.”
“Aslına bakarsanız ben de bulunca epey şaşırmıştım, bu devirde bu makinaları kullanan mı kaldı diye?”
“Evet!” dedi Sena gülerek.
“Sizin hayatınızda neler oldu daha sonra?”
“Şey pek bir şey oldu denemez, yani evlenmedim ben!”
“Ah şart değil ki?” dedi Sinan bu cevaba şaşırarak, “Kardeşiniz nasıl?”
Sena yutkundu, “Onu kaybettik maalesef, uzun bir hikaye!”
“Anlıyorum ben de Elif’ten böyle bahsederim soranlara!”
“Teşekkürler!”
(devam edecek)