Sena ile Sinan – Bölüm 11

“Bu nasıl olabilir?” diyordu Sena sürekli kendini ikna etmeye çalışır gibi, “Nasıl bir doktor hastalığının bu kadar ilerlediğini anlayamaz. Bunca illet yaşayan insan öyle ya da böyle bir noktada yakalayıp iyileşirken, Sinan nasıl görmeze gelir belirtileri?”

“Her şey aklıma gelirdi ama bir gün bizim başımıza geleceği, Sinan’ın başına geleceği hiç aklıma gelmezdi!” diyordu Sibel hanım da. Yıkılmıştı.

Tamer bey o kadar üzgündü ki aylardır, haberi ilk kez duymuş gibi yapamayacak kadar yılmıştı düşünmekten, yine de Sibel hanım ve Sena kendi şoklarından anlayamadılar onun başından beri bildiğini.

Zavallı Sinan gülmeye ve güldürmeye çalışıyordu sürekli, artık işi bırakmıştı Hastanede yatmakta istememişti, “Orada daha iyi bakılırsın!” diyordu annesi ama “Bana sizin sevginizden başka bir şey iyi gelmez” diyordu, yanıt olarak.

Sena ile kliniğe gidememek üzüyordu onu, akşam geri gelip o gün olanları bir bir anlatmasını dört gözle bekliyordu. Onun en iyi arkadaşı olarak ayrılacaktı bu dünyadan, onun en sevdiği arkadaşı. Öyle olmak zorundaydı kalan hayatını daha fazla acıyla doldurmamak, yaşayabileceklerin önüne geçmemek için şarttı bu. Geriye kalmış acılı bir eş bırakmadığı için seviniyordu, bir çocukları olabilirdi evlenselerdi. Bazı engeller durup dururken çıkmıyordu belki de. Böyle düşüncelerle avutuyordu kendini, beklemek acılar içinde çok zordu böyle. Bir doktor da olsa, insanın bazı zaman ölümü seçebilmesi gerektiğini düşünüyordu. Kalamayacağını bile bile, başında bekleyenlerle, zavallı bedenine bu işkenceyi çektirmemek için bir seçenek sunulmalıydı insanlara. Buna yasalar, aileler karışamamalıydı. Mucizelere inanmıştı her zaman, Sena’nın hayatında bir mucize olduğuna inanmıştı en çok. Ancak bu hastalıktan bir mucize olup doğrulması ne yazık ki imkansızdı. O sihir dolu filmlerdeki gibi tüm hücrelerini yenileyecek sihirler bilmedikçe veya tıp birden bire beklenmedik gelişmelere sahne olup bu illete çare üretse bile artık onun için geç olduğunu biliyordu.

Yatarak çok zaman geçirmedi tam istediği gibi, bir gece uykusunda gitti Sinan. Annesi baş ucundaydı o gittiğinde. Sibel hanım içine doğmuş gibi uyanmış, gözleri kapalı oğlunun elini tutmuş, onunla uzun zamandır planladığı veda konuşmasını yapmıştı. Bunu neden o gece yaptığını bilmiyordu konuşurken, oğlunun eli elinde uyuyup kalmıştı sabaha kadar, Sinan’ın anne elinden tutarak gittiğini, avucundaki sıcaklığın saatler önce soğumaya başladığını fark etmemişti. Onun çığlıklarına koşup geldi Sena ve Tamer bey. Artık Sinan diye biri yoktu o evde. Geriye acılardan yorulmuş bir beden bırakıp gitmişti o yatakta.

Sena, Sibel hanım ve Tamer beyi koruma iç güdüsü olmasa kayıp giderdi hayattan yeniden. İlk aklına gelen onun bir uğursuz olduğuydu Sinan’ın hastalığını öğrenince. Ona yakın olan, onu seven herkesin ölüp gitmesini başka türlü açıklayamıyordu. Sonra bir gün Sibel hanım şöyle demişti ona “Sinan kendi yerine bir evlat bırakıyor bize. Seni neden seçtiğini ve bunca yıl bırakmadığını artık biliyorum!”

Bu sözler o kadar içine dokunmuştu ki Sena’nın, neredeyse bir uçurum kenarından kendini boşluğa bırakacakken geri dönmüştü. Sinan’ın emanetlerine sahip çıkmak zorundaydı. Bu aileye borçluydu. Sinan’ın ardından yeniden kendini kaybedip, onlara ikinci yükü olamazdı. Şimdi onların Sena’ya ihtiyacı vardı bunun için güçlü olmak zorundaydı. Sinan için güçlü olmak zorundaydı. O üçü Sena’yı daha önce de uçurumun kıyısından almışlardı. Şimdi onların oraya sürüklenmemesini sağlamak Sena’ya bağlıydı.

“Sana söz veriyorum Sinan!” dedi arkadaşının cansız bedeni başında ağlarken, “Bundan sonra annen, annem, baban da, babandır! Rahat uyu, gözün arkada kalmasın!”

Hastaneden de çok katılan oldu Sinan’ın cenazesine, arkadaşları, hastaları herkes seviyordu onu, sevmişti. “İyiler erken ölür!” diyordu çoğu. Sena Tamer bey ve Sibel hanımı ayakta tutmaya çalışırken kendini unutmuştu bu anlarda. İyi ki de unutmuştu. Kendi ailesinin veya başka kimsenin cenazesine katılmamıştı o güne kadar. İlkti Sinan. Bir insanın böyle uğurlanmasına ilk kez şahit oluyordu bu yüzden. Sımsıkı tutmuştu emanet aldığı anne ve babasının ellerinden. Bir hafta boyunca kliniği açmadı yine. Evde onların yanında kaldı. Sibel hanım onun elini sımsıkı tutuyor hiç bırakmıyordu. Arada bir bir eliyle onun yüzünü seviyor, “Sinan’ımın emanetisin sen bize!” diyordu. “Siz de bana!” diye cevap veriyordu Sena’da. Tamer bey artık bir şey saklamak zorunda olmadığı için ağlıyordu sessizce, aylardır içine attığı göz yaşlarını bırakıvermişti. Ağlamaktan yanağında yaralar çıkmaya başlayınca, Sibel hanım kocasını da kaybedeceğinden endişelendiği için toparlanmaya çabalamıştı ama olmuyordu istese de.

Sinan’ın gidişinden altı ay sonra Sena onlara “anne-baba” demeye başladı. Sibel hanımla, Tamer bey hayatlarında aldıkları en güzel hediyenin bu olduğunu düşünüyorlardı. Sena’ya sımsıkı sarıldılar, biliyorlardı ki, Sinan’ın kalbi her zaman bu kızcağızdaydı.

Birbirlerinin yaralarını sararak bir yılı zar zor geçirdiler. Sibel hanımla, Tamer bey zaten hayatı felaketler içinde geçen Sena için, Sena’da en sevdiği insanın ailesi için kendini toparlamaya uğraştı ve olabilecekleri kadar toparlanmaya gayret ettiler.

Sena kliniğe gidip gelmeye devam ediyor ama her akşam sanki Sinan kapıdan giriverecekmiş gibi kapıyı gözlüyordu. O olmadan her şey eksik kalıyordu hayatında, onun hayatını nasıl doldurduğunu anlamak için gitmiş olmasını beklediğine inanamıyordu. Onlar çocukluklarından beri birlikteydiler ama bu ikisine de hiç yetmemişti. Hamile bir köpek geldiğinde göz yaşlarına boğuluyordu. Klinikte ağlamak daha kolaydı onun için evde anne ve babasını üzmemek için gülümsüyordu daha çok, çoğu zaman içinden gelmese de. Onların da öyle yaptığını biliyordu Evlatlarını, canlarını kendi elleriyle toprağa vermiş olmalarına rağmen, Sena için hayata geri dönmüşlerdi.

“Keşke gerçekten ailem olsaydınız, başından beri sizinle mutlu yaşasaydım” diyordu içinden, kendi anne ve babasını sevmediği veya istemediği için değildi bu sözler. Öyle hissediyordu. Onlarla birlikte geriye kalmıştı. Kimse acı çekmezdi o zaman. Saçmaladığını ve bencilce düşüncelere boğulduğunu biliyordu ama artık aklının düzgün çalışabildiğine bile şükredecek hale gelmişti.

Sibel hanımla, Sinan’ın odasına oturup birer kahve içiyorlar ve gülümseyerek ondan bahsediyorlardı. Bu ikisine de iyi geliyordu. Ondan ağlayarak bahsetmeme kararı almışlardı. Onun da gittiği yerde daha fazla üzülmemesi için gülümseyerek güzel dualar gönderiyorlardı beraber. Ana kız olduklarını görsün istiyorlardı.

Gelini olmasını beklerken kızı olduğunu söylemiyordu Sibel hanım Sena’ya.

“Oğlum bir ömür seni sevdi be kızım! Kavuşamadan gitti!” demek geliyordu çoğu zaman içinden ama insan kendi kızına böyle can yakacak bir gerçeği fısıldar mıydı? İşe yaramayacak ve can yakacak olduktan sonra gerçeği gün yüzüne çıkarmanın bir anlamı olur muydu? Sena’nın vicdanına yeni bir yük yüklemek Sinan’ı geri getirmeyecekti ki?

Otuz ikinci yaş gününden önce Sena’nın özel bir ana okuluna çalışan arkadaşı hayvan hakları gününde bir konuşma yapması için Sena’yı okuluna davet etti. O gün boyunca çocuklarla hayvanları konuşacaklardı. Aslında sınıfa küçük bir hayvan da getirmek istiyordu Sena ama alerjisi olan çocuklar olduğu için bu fikrinden vazgeçmek zorunda kaldı. Sadece anlatım ve fotoğraflara yetinmesi gerekiyordu Daha önce böyle bir şey yapmadığı için çok heyecanlanmıştı. Sibel hanım da heyecanlanmıştı onunla birlikte. Çocuklara en doğru anlatım şeklinin ne olacağını bulmak için üçü birlikte her akşam oturup çalıştılar. Gerçeğini götüremese de oyuncak bir ve kocaman bir köpeği götürecekti Sena yanında. Artık bütün hayvanların doktoru olsa da, köpekleri her zaman özeldi onun için.

(devam edecek)

Sena ile Sinan – Bölüm 11” için bir yanıt

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s