Biraz daha sohbet ettikten sonra Sinan, fotoğraf makinasını Sena’ya nasıl ulaştırabileceğini sordu. Sena kliniğin bir kartını verdi onlara. Aslında Başak’ın makineyi vermeye gönüllü olmadığını anlamıştı ama Sinan’ın fotoğrafları olduğu için kalsın da diyememişti.
Bu görüşmeden bir ay sonra bir cumartesi günü Başak ve babası geldiler kliniğe. Başak içeri girer girmez, bakımı devam eden hayvanlara koştu coşkuyla.
“Ben de istiyorum bir tane!” dedi hemen.
“Ben hayvan doktoruyum” dedi Sena gülümseyerek, “Onları satmıyorum, tedavi ediyorum. Tıpkı doktorların bize yaptıkları gibi! Onlar yatar hastalarım!”
“Sahi mi? Hepsi hasta mı bu hayvanların?” dedi Başak gözlerini kocaman açarak.
“Maalesef öyleler ama merak etme hepsi iyileşecek!”
“Neden hasta olmuşlar peki?”
“Hepsini farklı nedenleri var!” diyerek Başak’ı elinden tuttu ve tek tek hayvanların yanlarına götürüp hastalıklarını ve o hastalığın olmasına neden olan olabilecek koşulları anlattı. Başak büyük bir dikkatle dinliyordu.
“Fotoğraf makinende köpek resimleri vardı. Onlar nerede?”
“Ah onlar maalesef öldüler!”
“Doktordun hani sen? Onlara bakamadın mı?” dedi hırçınlaşarak birden.
Sena Başak’ın böyle hırçınlaşmasına şaşırdı ama toparladı sonra “Evet doktorum ama doktorlar mucize yaratamazlar, bazı hastalıklar veya yaşlılık öldürücü olabilir”
“Annem içinde böyle söylüyor babam” dedi Başak ve küsmüş gibi gidip babasının elini tuttu ve onun arkasına saklanarak bakmaya başladı Sena’ya.
“Başak, Sena’ya bunları konuşmaya gelmedik öyle değil mi?” dedi Sinan, sonra Sena’ya dönüp, “Kusura bakma ne olur!” diye fısıldadı.
“Hayır önemli değil, hepimizin acıları var!” dedi Sena da fısıldayarak.
“Neden onu geri vermek zorundayım, zaten okula gelmese bizde olduğunu bilmeyecekti!” dedi Başak.
“Ama evde konuşmuştuk bunu”
Başak omuzlarını silkeledi.
“Biliyor musun?” dedi Sena diz çökerek onunla göz göze gelmeye çalıştı, “Hani kardeşimi sormuştun bana o fotoğraf makinasında fotoğrafı olan. O da bir doktordu. İnsan doktoru. Ancak ne kendisi ne de başka doktorlar onu iyileştiremedi ve annen gibi ayrıldı yanımızdan. O fotoğraflar o yüzden benim için önemli ama istersen içindeki fotoğrafları kopyaladıktan sonra silmeden sana geri verebilirim.”
Başak kaşlarının altından bakıyordu yüzü asık şekilde, biraz düşündükten sonra konuşmadan abartılı bir şekilde başını salladı. Küçük çantasına itiştirdiği makinayı çıkartıp ona uzattı.
“Tamam, teşekkür ederim. Ancak bunu burada yapamam. Bana bir kaç gün izin verirsen halledip haber vereyim sen de makinayı geri al olur mu?”
Başak yine konuşmadan başını salladı.
“İstediğin zaman buraya hayvanlara bakmak için bana yardım etmeye gelebilirsin, ister misin?” dedi Sena gülümseyerek.
Çocuk yine başını salladı ama bu sefer yüzündeki ifade gülümsemeye dönmüştü.
“Teşekkür ederim” dedi Sinan, “Bazen böyle şeyler olabiliyor”
“O daha bir çocuk, duygularını kısıtlamadan yaşıyor, buna ihtiyacı var. Keşke biz de onun gibi olabilsek”
“Evet” dedi Sinan gülümseyerek, “O halde biz haber bekleyelim, bu da benim kartım!” diyerek Sena’ya üzerinde adı ve telefonu olan kartı uzattı.
Sena baba kızın arkasından baktı bir süre düşüncelere dalıp, fotoğraf makinasını sımsıkı tutuyordu elinde. Oturdu ve açma düğmesine bastı. Elbette fotoğraf makinasının şarjı çoktan bitmişti. Uzun süredir Başak da o fotoğraflara bakamıyor olmalıydı. Yine de bundan şikayet etmemiş ve geri vermek de istemiyordu.
“Belki de onun içinde yaşadığımı sandığı için böyle yapmıştır!” diye gülümsedi Sena kendi kendine, çocukların hayal güçlerine hayrandı her zaman. Onlar da Sinan’la böyle şeyler düşünürlerdi zaman zaman, bulutlarda yürümek veya deniz kızlarını görmeyi hayal ederlerdi. Sinan’ın yatağının altında Amerikan yerlileri olduğuna inandığını hatırlıyordu. Neden böyle bir şey düşündüğünü hiç hatırlamıyordu ama geceleri çıkıp onu yatağından alacaklar diye uzun süre yorganını başına kadar çekerek uyumuştu.
Fotoğraf makinasının şarjını zar zor buldu eşyalarının arasından. Sibel hanım ve Tamer beye bu olanların hiç birinden bahsetmemişti. Üzülmelerini istemiyordu, adı Sinan olan birinden bahsettikçe sürekli olarak oğullarını hatırlayacaklardı, Sena’nın yaptığı gibi. Makinenin şarj olması uzun sürdüğünden eve gelince onu prize taktı ve ailesi ile oturduktan sonra odaya gelip uzun uzun eski fotoğraflara baktı ve ağladı. Bu fotoğrafları bilgisayara aktarmak için gerekli donanımı olmadığı için yarın kliniğe yakın olan fotoğrafçı ile konuşacaktı gidip. Bunu çabucak halledip Başak’ı daha fazla üzmemek için makineyi hemen geri vermeyi planlıyordu. Anlaşılan bu makine fotoğraf çekmekten daha büyük görevler üstlenmişti onların evinde.
Fotoğrafçı iki gün içinde teslim etti makineyi geri. Sibel hanım Sena’da bir durgunluk olduğunu fark etmişti. Sinan’da da her şey önce durgunluk ve dalgınlıkla başladığı için bu tür durumlarda elinde olmadan paniğe kapılıyordu. Sonunda o kadar çok söyledi ki Sena olanları ona anlattı.
“Tatlım bunu saklaman için bir neden yok ki?” dedi Sibel hanım şaşkınlıkla, “Ben de o fotoğrafları görmek isterim. Doğrusu oğlumun adaşı olan bu adam ve kızını da merak ettim. Seni sevmişe benziyorlar”
“İyi insanlar evet!” dedi Sena gülümseyerek, sonra birlikte fotoğraflara bakıp, o günleri konuştular ve tabi uzun uzun ağladılar.
“Zavallı küçük kız, senin ve Sinan’ın fotoğrafları ile teselli bulmuş olması ne garip değil mi? Sen o makineyi düşürmeseydin o çocukcağızın böyle bir tesellisi olmayacaktı. Demek nasıl ilgisini çekmişse makine onunla yüreğinin yaralarını bile saracak kadar çok oyalanmış”
“Evet değil mi? Ben de çok şaşırdım. Tabi daha önce hiç fotoğraf makinesi görmemiş olduğu için olabilir, artık hepimizi telefonları kullanıyoruz bunun için. İnsanlar teknolojiyi bilmediklerinde genellikle sihirli olduğunu düşünme eğilimindeler biliyorsunuz”
“Doğru ama babasının adının Sinan olması da çok tesadüf değil mi sence de?”
“Onlarla yeniden karşılaşmamı Sinan mı ayarladı sizce?” diye güldü Sena.
“Bilemeyiz ama bence hoş bir tesadüf olmuş. Arkadaşlığınız devam eder diye düşündüm ben! O küçük kız da senden ayrılmaz sanki”
“Ona istediği zaman kliniğe gelebileceğini söyledim Ben de çok insan kaybettim, ilk annemi ama onu kaybettiğimde Başak kadar küçük değildim tabi” dedi Sena düşüncelere dalarak.
“Bu günlere kolay gelmedik kızım! Bundan sonra hayatını en iyi şekilde yaşamalısın, yaşamın sana sunduklarından mahrum bırakma kendini Gidenlerin hiç biri bunu istemezdi.”
Sıkı sıkı sarıldı Sena bu güzel kadına. Bir gün Tamer bey ile onunda gideceğini düşününce içinde kocaman yaralar açılıyordu yeniden. Sibel hanımda benzer şeyler düşünüyordu. Hayattan ayrılmadan önce Sena’nın çok mutlu olduğunu görmek istiyordu. Onu seven, değer veren insanlarla birlikte olsun bir aile kursun istiyordu. Bir kızın illa evlenip aile kurması ve çocuk doğurması gerektiğini düşünenlerden değildi. Sırf kız doğdu diye kimse buna mecbur olmamalıydı. Bir seçenekti tüm bunlar, şans tabi biraz da. Sena sürekli aile diye sarıldığı insanları kaybettiği için bunun olmasını istiyordu. Kendini güvende ve sevgi dolu hissetmeye ihtiyacı vardı. Evlat kaybetmek de çok büyük bir acıydı ama Sena gerçekten tüm ailesinin ve üzerine bir de dayanağı Sinan’ın kaybını yaşamış ve ayakta kalıp onlara destek olmayı başarmıştı. Çok güçlü bir kızdı gerçekten, ancak bu kadar güç harcamak insanı erken yorardı. Sena’da çoktan yorulmuş, kendini iyice kenara çekmiş hayatı kenardan seyrediyordu. Bir şeylerin onu yeniden hayatın ortasına çekmesi gerekiyordu. Sibel hanım oğlunun adaşı ve o küçük kızın bunu yapacak potansiyelleri olduğunu hissetmişti.
(devam edecek)