Sinan’ın halsizliklerine mide ağrıları eklenince bu sefer Tamer bey girdi devreye “Oğlum doktorsun sen, sağlık böyle ihmal edilir mi? Hepimizden önce senin bileceğin şeyler bunlar!”
“Baba yorgunluk, stres işte biliyorsun!”
“Biliyorum ama bu söylediklerinde insanı hasta eder neticede. Haydi bakalım çocuk gibi ben seni doktore götüreceğim anlaşılan. Senin gideceğin yok!”
“Baba!”
“Baba falan dinlemem, al sen randevunuz ben de geleceğim!”
“Anneme söyleme bari şimdi endişelenir! Sena’ya da söyleme kızıp duruyor bana!”
“Haklı oğlum kız, kendine bakamayan bir doktorumuz var evde!”
Böylece Sinan babasının zoruyla aldı randevularını. Zaten kendisi de o hastanede çalıştığı için tetkikler, tahliller hemen yapıldı sonuçlar için beklemeye başladılar. Tamer bey oğlunun sonuçlarına baktırmayı bile ihmal edeceğini tahmin ettiğinden her şeyi kendi takip etmeye karar verdi.
Bir hafta sonra tahlil sonuçlarının tamamı çıkınca, birlikte doktora gittiler yeniden. Doktorun odasından çıktıklarında ikisinin de ağzını bıçak açmıyordu. Belirtilerin yorgunluk ve stresten olmadığı ortaya çıkmıştı. Ortaya çıkan sonuç Sinan’ın sağlığının hiç iyi olmadığı, daha da iyiye gitmeyeceğini gösterecek kadar kötüydü.
Tamer bey beklemediği bu sonuç karşısında ne diyeceğini bilemiyordu. Adamcağız resmen şoka girmişti. Sinan’da çok şaşkındı.
“Ne yapacağız şimdi?” dedi babası arabaya bindiklerinde, sonuçları aldıktan sonra Sinan’da izin alıp çıkmıştı. Kendine gelemeden işe dönmesine imkan yoktu, babasını da o şokla tek başına bırakamazdı.
“Bir şey çıkmayacak!” diyerek güle oynaya girdikleri doktorun odasından sus pus olmuş ve çaresiz bir halde çıkmışlardı.
“Anneme ve Sena’ya söylememekle başlayacağız! Zaten doktora geldiğimizden haberleri yok!”
“Annenden nasıl saklarız böyle bir şeyi!”
“Onu daha fazla üzmek mi istiyorsun. Beklemek daha acı olmayacak mı?”
“Bunu annen olmadan atlatabileceğimi sanmıyorum Sinan!” dedi Tamer bey acıyla, gözlerinden yaşlar iniyordu.
Sinan’da ağlamaya başladı, “Çok üzgünüm size bunu yaşatmak istemezdim!”
“Bu senin suçun değil ki!”
“Kimin suçu o zaman?” dedi Sinan isyan dolu bir sesle, ikisi de o halde eve dönmek istemedikleri için bir parka gidip oturdular birlikte. Kalabalık içinde de olmak istemiyorlardı.
“Sen haklısın” dedi Tamer bey mırıldanır gibi, “Bunu annen ve Sena’ya söyleyip üzüntülerini uzatmaya gerek yok! Eninde sonunda yüzleşecekler! Sen ne yapacaksın peki?”
“Nasıl?”
“Yani Sena’ya evlilik teklif etmeyi bekliyorsun yıllardır!”
“Ha!” dedi Sinan, yutkundu, “Bu durumda kardeş kalmamız en doğrusu gibi duruyor öyle değil mi?”
“Korkarım öyle!”
Baba oğul sarıldılar birbirlerine bir kaç saat oturup kâh ağladılar, kâh birbirlerini teselli ettiler. Sonra bunu aralarında tutmaya söz verip kalkıp eve gittiler. İkisi de bu gün sanki yaşanmamış gibi davranacaklardı.
Sinan, Sena’nın bir başkasına aşık olacağını ve kavuşamayacakları korkusuna kapılmıştı çoğu zaman ama başına böyle bir şeyin geleceğini asla düşünmemişti. Tam her şey yoluna giriyor derken, tam artık ona açılabileceği zaman bu derken, onunla bu dünyada geçireceği vaktin bile sınırlı olduğunu öğrenmek tam bir yıkım olmuştu. Bütün bunları ve ondan sonra çekilecek acıları bilerek ailesinin ve Sena’nın gözlerine bakmak ilk bir hafta çok zor olmuş, sonra kendini toparlamaya çalışmıştı. Tamer bey bu hastalığın çarelerini araştırmak uğruna internette saatler geçirse de elle tutulur bir bilgiye ulaşamamıştı. “Oğlunun gözlerinin önünde yok olup gitmesini izlemek bir babaya verilecek en büyük ceza herhalde” diyordu kendi kendine. Bu nasıl onların başına gelmişti? Sinan ve onlar bu kaderi yaşamak için ne yapmıştı? Bunları düşünürken Sena ile göz göze geliyordu çoğu zaman. Onun tüm başına gelenlerden sonra hayatta ve ayakta kalma çabasına hayranlık duyuyordu. Tüm ailesini kaybetmişti, ailesini ve her şeyini. Aradan geçen yıllar ona yeniden gülmeyi hatırlatsa da çocukluğundan beri tanıdıkları o kızdan nelerin eksildiğini görecek kadar yakınındaydılar. Şimdi en yakın arkadaşı da gidecekti elinden, hayatı boyu onunla evlenme hayali kuran, masum sevgisini kalbinde sımsıkı koruyan ama felaketlerden bir türlü açığa çıkarma şansı bulamayan biricik oğlu kayıp gidecekti ellerinden.
Sibel hanım oğlu ve kocasındaki gerginliği fark etse de ikisi de başarıyla reddedip bahaneler ürettikleri için bir türlü anlamlandıramıyordu. Bir annenin aklına gelebilecek en son şeydi herhalde oğlunun ölüm yolculuğunda olduğu. Sinan sırf onlar şüphelenmesin diye her zamankinden çok gülüp yemeğe çalışıyordu ama içinde büyüyüp duran acı geceleri serbest kalıyordu. Hem yüreğinde, hem bedeninde acılar vardı artık. Geleceği olmayan bir hayata devam etmenin bu kadar zor olacağını hiç düşünmemişti elbette daha önce. O servisteki çocukları gördüğünde hissettiği acının gelip içine yerleşeceği ve onlardan birine dönüşeceği hiç aklına gelmemişti. İlerlediğini söylemişti doktor. Sinsi bir türdü. Tedavi süreci onu sarsmaktan başka bir işe yaramayacak acılı yaşam süresini uzatsa bile kaliteyi asla sağlamayacaktı. Sinan hastane arkadaşı olduğu için fazla açık konuşmuştu belki ama gerçeklerdi bunlar.
“Tedaviye gerek yok!” demişti Sinan, Tamer bey tıkanıp kalmıştı. Soru bile soramamıştı sonrası ve sonu ile ilgili. Sorarsa geçen her dakika olacakları zihninde canlandırıp, sonsuz bir işkenceye sürükleneceğini biliyordu. Detayları bilmeden bu süreci yaşayıp görmek oğlu içinde daha iyi olurdu belki. Ona acıyarak kalan günlerini acınası olduğunu hissederek geçirmesini istemiyordu. Tam aksine hayatın ne zaman sonlanacak olursa olsun, her anını doyarak yaşanması gerektiğini bilmesini istiyordu. Ancak Sinan hayattan değil sadece, hayattaki en büyük hayalinden de vazgeçiyordu aslında. Onu sevdiği için vazgeçiyordu. Ona hastalığını söyleyip, acı içine onu mutlu etmeye çalışmasını istemiyordu. Asıl o zaman acınası hissederdi kendini. Sena’nın acıyan gözlerinde sevgiyi aramak, ve o kadarıyla ruhunu şifalandırma çabasında olmak istemiyordu. Aksine ona bir acı daha yaşatacağı için üzülüyordu. Onu bırakıp gideceği ve hayatında eksilenler listesinde yer alacağı için.
Annesi için ayrıca çok üzülüyordu. Sibel hanım ve Tamer bey çok özel insanlardı. Bir çok anne babadan farklıydılar Sinan için her şeyi yapmışlardı. Kalpler o kadar güzeldi ki, Sinan onların evladı olarak bir yaşam sürdüğü için gurur duyuyordu. Onca güzel kalpli olmalarına rağmen, en büyük acı olarak tanımlanan evlat acısı yaşayacaklardı şimdi.
Ve Sinan’ın doktor olmasına rağmen süreci iyileştirecek, onların acı çekmesinin önüne geçecek tek bir reçetesi yoktu.
“Hani birimiz hasta olunca bir doktor lazım olacak demiştin!” diyordu Sena’ya içinden. Onca çaba ile doktor olmuş ama kendine bile fayda edememişti. Annesi ve Sena anlamasın diye iyice kötüleşene kadar çalışmaya devam etti. Artık gözlerine bakmaya korktuğu o çocukların olduğu serviste daha çok vakit geçiriyordu. Onlara cesaret vermeye çalışarak belki de sürekli kırılan kendi cesaretini toplamaya çalışıyordu.
Sibel hanım hastalık kendini saklayamayacak duruma getirmeden önce bir şeylerin ters gittiğini anlamış, Tamer beyin davranışlarından neler olduğunu onun bildiğini de çözmüştü. Ancak Sinan ile yaptıkları anlaşmaya göre beklenen son gelse bile Sena ve Sibel hanımın sonradan Tamer beyi onlardan saklamakla suçlamaması içi gerçeği bildiğini hiç bir zaman bilmemeleri gerekiyordu. Yani Tamer bey de karısı ve Sena ile öğrenmiş gibi yapacaktı ki bunu yapmak zorunda kaldığında sona çok az kalmış olacaktı zaten.
İşte o zamanlara gelmişlerdi şimdi.
(devam edecek)