Üç ay boyunca evden hiç dışarı çıkmadı Sena. Sinan ve ailesinin ısrarlarına rağmen dört duvar arasında yaşamaya devam etti. Sonunda bir gün Sinan annesinin doğum gününü bahane ederek onu dışarı çıkmaya ikna etti. Sena Sibel hanımla öyle sıkı bir bağ kurmuş, ona öyle minnet hissediyordu ki, doğum günü olunca itiraz etmedi. Bütün gün durgun olmasına rağmen yine de birlikte güzel vakit geçirdiler. Sinan elinden geldiğince ona destek olmaya çalışıyordu. Sevdiği kızın başına gelenler öyle inanılmazdı ki kendisi bile atlatmakta zorlanırken, Sena’nın içinde kopan fırtınaları hayal bile edemiyordu.
Sena klinikteyken bir ara babası ile konuşmayı erteleyip durmamış olsa tüm bu olanları engelleyebileceğini düşündüğü için kendini suçlamıştı. Onun pasifliği yüzünden dört insan bir de bebek ölmüştü. Babası ile konuşsa olanları onun ağzından almayı başarabilse boşanması için elinden geleni yapar, İzel ve bebeğe de ömrünün sonuna kadar sahip çıkardı. Oysa o fırsat olmuyor bahanesine sığınıp aylarca Sinan’ın kafasının etini yediği halde harekete geçmemişti.
Sinan o gece gelen hamile köpeğin Sena’nın hayatını kurtardığını düşünüyordu bununla birlikte. Bir hamile köpek onları birbirine bağlamış, bir başkası da Sena’yı ona bağışlamıştı. O akşam Sena’da evde olsa neler olacağını Allah bilirdi.
“İzel’den önce ben çıkardım herhalde babamın yoluna!” diyordu Sena, “O zaman onun yerine ben ölürdüm, o ve bebeği hayatta kalırlardı.”
“Yaşanmış hiç veya yaşanacak senaryoları olsaydılarla değiştiremeyiz Sena” diyordu Sinan, “Her şey yaşand ve bitti. Geçmişte bırakmak çok zor evet, çok zor bir telkin sana böyle söylemek. Ancak zihnini ve kalbini bu gün de tutmak zorundasın. Geçmişte bırakırsan bu kabus seni ömrünün sonuna kadar kovalayacak”
“Peki ben kim için yaşayacağım şimdi söylesene!”
“O ne saçma söz öyle! Benim için yaşayacaksın!”
“Ah! Sen ve ailen!” diye sarıldı Sena Sinan’a, “Ben ne kadar şanslıyım ki sizin gibi insanlarla tanışmışım”
“Gördün mü hayatta hâlâ şükredecek şeyler var. Annemin sana ne kadar düşkünleştiğini görmüyor musun? Neredeyse benden çok düşünüyor seni?”
“Aileni çaldım öyle değil mi? Onlar o kadar iyiler ki!”
“Hayır asla ailemi çalmadın. Onların böyle olmasından çok memnunum inan bana. Biz artık senin aileniz. Zaten biz bir aileydik hatırlasana, şimdi daha büyük bir aile olduk!”
Sena ağlamaya başladı yeniden, Sinan aile konusuna girmenin iyi bir fikir olmadığını geç farkettiği için daha sıkı sarıldı ona.
“Seni ömrümün sonuna kadar bırakmayacağım!” dedi yanaklarından akan iki damla yaşla.
“Bırakma!” dedi Sena’da.
Altı ay geçtikten sonra Sena’nın doktoru onun artık normal hayata tam olarak dönmesi gerektiğini aksi durumda bu ruh halinden çıkmadan daima böyle yaşamayı tercih edeceğini söyledi. Onu kliniğe ve normal hayatına dönmek için ikna etmek zorundaydılar.
Sinan hayvanların ve onları iyi etmenin Sena’nın yaralarını saracağını biliyordu. Kendini iyileştirmenin en iyi yolu ihtiyacı olanlara el uzatmak değil miydi zaten. Sena sadece para ile getirilen hayvanlara değil, sokak hayvanlarına da bakıyordu.
Düşündüklerinden daha kolay ikna oldu kliniğe dönmeye. Tamer beyin kliniği kurtarmak için yaptıklarını duyunca, çalışıp, tüm borçlarını ödemeye karar vermişti bu harika aileye. Ona maddi manevi her imkanı sunmuşlardı uzun süredir. Zaten çocukluğundan beri oğullarına yaptığı her şeye göz yummuşlardı. Sinan ve ailesi sanki Sena için yaratılıp bu dünyaya gönderilmiş bir aile gibiydiler. İzel’i çok ama çok özlüyordu. Babasını da, annesinin babasının düştüğü bu durumları görmemesine seviniyordu. Evet annesi ölmese belki bunlar yaşanmazdı ama hayat bilinmezlerle doluydu. Bunun yaşanası varsa annesi ölmez ama ayrılırlar babası yine adını bile söylemek istemediği o kadının tuzaklarına çekilebilirdi. Sadece Soner giremezdi belki hayatlarına böyle çünkü annesi İzel’e engel olurdu emindi. İzel annesini dinlerdi. Babasının o adamla nişanlanıp, onun eve taşınmasına nasıl izin verdiğini hâlâ anlayamıyordu zaten. Gediz hanım babasını her konuda ikna etmekte ustalaşmıştı, tıpkı onu her konuda kandırmakta ustalaştığı gibi.
Geceleri çığlıklar atarak uyanıyordu hâlâ, Sibel hanım herkesten önce koşuyordu yanına. Kadıncağız kendini Sena’ya adamıştı resmen. Tamer bey onunla evlenmekle ne kadar doğru bir karar verdiğini daha da anlıyordu, halini görünce. Daha küçük bir kızken, Sinan’ın neredeyse canına kastedecek noktalara vardığında bile onu anlamaya çalıştığını hatırlıyordu. Kaç anne bunu yapabilirdi ki? Kaç anne kendi çocuğunun canı yanarken, karşıdakinin de bir çocuk olduğunu hatırlar ve dahası her şeyin düzelmesi için onun ailesi ile iş birliğine giderdi. Çoğu kadın hem düşmanlık besler, hem eşini de bu konuda doldurarak, iki aile arasında ciddi kavgalara neden olabilirdi. Sibel hanım her konuda sakin ve kararlı davranırdı. Sinan’a hiç bağırmadan büyütmüştü ama Sinan hiç bir zaman istismar edecek bir açık bulamamıştı annesinin davranışlarında. O da annesi gibi sakin ve sevecendi.
Sinan uzmanlığını almış artık bir çocuk doktoru olmuştu. Kendisi istemişti çocuk doktoru olmayı. Hayvanlar ve çocuklar ile dolmuştu hayatları böylece. İnsanın yaşam enerjisini besleyen, hayatı öğrenebileceği ustalardı onlar. Her ikisini de eğitmeye hevesliyken onlardan da öğrenilecek çok şey olduğunu unutuyordu insanlar.
Hastanedeki işi bitince hemen kliniğe Sena’nın yanına koşuyor, çocuklarla dolan gününü hayvanlarla tamamlıyordu onunla birlikte. Tahmin ettiği gibi Sena’ya iyi gelmişti kliniğe geri dönmek. Hâlâ durgun ve içe dönük olsa da, onlara verdiği sevgiden, dokunuşlardan nasıl şifa bulduğunu görebiliyordu Sinan ve çok etkileniyordu bundan. O da bütün gün çocuklarla olmaktan duyuyordu aynı hazzı. Sena gibi yaraları yoktu doğrudan belki ama sadece olayların kıyısında dolanıp, sevdiğinin yüreğindeki yaraları görmek bile çok yormuştu onunda ruhunu. Bazen kendini çok yorgun hissediyordu bu yüzden. Hem de çok yorgun. Sena’ya belli etmemeye çalışıyordu ama yorgunluğunu, eğer belli ederse Sena iş çıkışı bir de klinikte gelip çalışmasını yasaklardı muhtemelen. Oysa mümkün olan her dakikasını onun yanında geçirmek istiyordu Sinan. Onun Sena’ya hissettikleri bedensel değildi ergen bir çocuk gibi. O ruhuyla, yüreğiyle bütünleniyordu Sena’nın. Kendini tamamlıyordu. Onu izlemekten hiç bıkmamıştı yıllar boyunca. Bedeninin değil zihninin kıvrımlarını keşfetmiş ve keşfetmeye de devam ediyordu. Çoğu insandan başka düşünüyordu Sena her zaman. Bu olaylardan önce daha çok anlatıyordu düşüncelerini ama Sinan artık onu çözdüğü için söylemese de anlıyordu zihninden geçenleri. Bazen onun yerine söylüyor, Sena’nın şaşkınlıktan hayranlığa oradan da gülümsemeye dönüşen yüz ifadesini seyrediyordu. Sırf bu harika geçişleri tekrar tekrar görmek için söylüyordu çoğu zaman zaten.
Sibel hanım ne kadar Sena’ya düşmüş olsa da, Sinan’ı da gözden kaçırmıyordu asla. Onun sınavlar, olaylar ve bir türlü açıklayamadığı aşkı arasında ne kadar yorulduğunu ve yıprandığını görebiliyordu. Her şey o kadar bahtsız bir şekilde ilerlemişti ki zavallı çocuk en iyi arkadaş rolünden bir türlü çıkamadığı gibi, sevgili yerine kardeş rolüne doğru gidiyordu daha çok. Aynı evde yaşayıp onu sahiplendiklerinden beri Sena tamamen ailesi olarak görüyordu onları artık. Sinan’ın bu ailedeki yeri aşık değil kardeş gibiydi daha çok.
(devam edecek)