O akşam veteriner kliniğine hamile bir köpek bırakılmıştı. Zaten geç saatte bırakılan köpeğin sahiplerini yollamışlar doğum olunca biz sizi haberdar ederiz demişlerdi. Belirtiler başlamıştı ama doğumun ne zaman olacağını kimse bilemezdi. İnsanların geç vakit klinikte beklemelerine gerek yoktu.
“Birlikte bekleriz biz Sena ile!” demişti Sinan’da destekleyerek ve zorla olsa da köpeğin sahiplerini ikna edip göndermişlerdi. Doğum ertesi gün bile olabilirdi zaten.
“Sen nasıl gideceksin hastaneye?” demişti Sena’da.
“Ben doktorum unuttun mu? Bir gece uykusuz kalıp öleceksem bu işi zaten yapamam! Nöbetlerim ve acillerim var benim.”
“Bu da bir nöbet zaten!” diye güldü Sena, aslında ilk başta veteriner olmak isterken gece nöbetlerim olacağı hiç aklıma gelmezdi dedi gülümseyerek baktı uyuyan köpeğe.
“İlk barıştığımız gün olduğu gibi yine birlikte hamile bir köpeğin yanındayız!” dedi Sinan. Aslında bunun bir işaret olduğunu düşünüyordu. İlla özel bir yemek, özel bir ortam gerekmiyordu belki. Yüzük yanında değildi ama Sena’ya bir gelecek teklif etmek için birilerinin önceden belirlediği ve çoğunluğun sorgusuz uyduğu bu ritüellere gerek var mıydı sahiden? Yüzük yemek hepsi maddi şeylerdi varsa yapılır yoksa yapılamazdı ama sevmenin cüzdanla hiç ilgisi yoktu. Değer vermek, saygı duymak hepsi bedavaydı, üstelik yürek dolusu, yani neredeyse sınırsız. İnsanlar sınırsız ve bedava menülere gösterdikleri ilginin onda birini sevgi vermek veya almak için göstermiyorlardı. Havanın, suyun, ağacın öylece, kendiliğinden duranın kıymetini bilmedikleri gibi yürekleri kocaman bir cüzdan saysak içine koyabilecekleri ve bedava sunabilecekleri sınırsız sevgi kaynağını yok sayıyor, tam aksine kızıp kızıp kendi cüzdanlarını boşaltıyorlardı. İnsan kızıp kendi parasını yok ediyor muydu? Kendi sermayesini, kendi hazinesini? Sonunda sevgisiz ve kupkuru bir kalple kalıyorlardı ve asıl zararı kendilerine verdiklerini anlamıyorlardı. Bir çok insanı başta ailesini çok seviyordu Sinan ama yürek cüzdanının en büyük ve en güzel gözünde Sena vardı. Varsa böyle bir tabir “en sınırsız” onu seviyordu.
Sena köpeği kontrol ederken o bir sürü hayal kurmuştu ayak üstü hatta gidip içecek bir şeyler alsam mı diye bile düşündü ama hamile bir varlığın ve onun karnındakilerin sorumluluğunu almışken böyle bir şeyin olmaması gerektiğine kanaat getirdi yine kendi içinde. Sena köpeği sevgiyle okşadıktan sonra gözlerinde o sevgiyle dönüp baktı Sinan’a.
“İşte şimdi” dedi içindeki ses, “Şimdi tam sırası!”
Tam konuşmak için hazırlanıyordu ki telefonu çalmaya başladı. Arayan babası olmasa açmazdı bile ama babası böyle geç bir saatte arayınca hemen açtı.
“Baba? İyi misiniz?”
Sinan’ın renginin solup, hareketlerinin tedirginleşmesi o kadar hızlı oldu ki Sena onun iyi bir şey duymadığını hemen anladı. Ancak Tamer bey her ne anlatıyorsa lafı uzatıp duruyordu.
“Sinan ne olmuş? Sibel teyzeye mi bir şey oldu yoksa?”
Sinan ağzını açıp bir şey söyleyecek gibi yapıyor ama sonra vazgeçip babasının söylediklerini dinlemeye devam ediyordu. Sonunda telefonu kapattı. Sena onun ellerinin titrediğini görebiliyordu.
“Beni korkutmaya başladın. Haydi gel otur şuraya, sakin ol! Ne olmuş söyle!”
Köpek inledi hafifçe o sırada.
“Onu emanet edecek veteriner bir arkadaşın var mı?” dedi Sinan gözlerini köpeğe dikip.
Sena’da dönüp inleyen hayvana baktı, “Tabi, tabi bulurum herhalde! Ama neden?”
“Hemen ara!”
Sena onun şokta olduğunu düşündüğü için şansını zorlamadı hemen telefonunu bulup bir arkadaşını aradı.
“On beş dakikaya gelip onu alacaklar! Haydi artık lütfen berbat hissediyorum. Midem bulanıyor!”
“Gitmemiz gerek!”
“Arkadaşım gelince!”
“Tamam!”
Sinan on beş dakika boyunca hiç konuşmadı, Sena ne yapacağını bilemiyordu. Kesin çok kötü bir şey olmuştu. Sinan koşturma ihtiyacı hissetmediğine göre Sibel teyze mi ölmüştü acaba?
“Aman Allah’ım ne olur öyle bir şey olmasın!” dedi kendi kendine. Kendi annesini atlatamamıştı daha Sinan’ı nasıl teselli edeceğini bile bilmiyordu. Niye söylemiyordu annesi öldüyse. Kesin şoka girmişti kesin. Ona sakin davranmalı üzerine gitmemeliydi. Hatta belki sıcak bir şeyler yapmalıydı. Hemen su ısıtıcına gidip düğmeye bastı.
“Ne yapıyorsun?” dedi Sinan.
“Çay”
“Ne çayı?”
“Her şey mahvolduğunda, usta ne demiş? Çay demle yeniden başlayacağız!” diyerek sinirli sinirli güldü Sena, söylediği ve yaptığı şeyin çok saçma göründüğünün farkındaydı. O sırada kapıda duran arabanın farları içeriyi aydınlattı. Sena gidip dış kapının kilidini açtı.
“Ah Mustafa teşekkür ederim, geldiğin için. Henüz vakit var onu taşıyabilirsin. Ben sahibini arayıp bilgi veririm.”
“Rica ederim, umarım her şey yolundadır!” dedi arkadaşı Sinan’a bakarak. İkisinin arkadaşlığı çok eski olduğundan herkes Sinan’ı tanıyordu.
Sena cevap vermeden köpeği arabaya taşımaya yardım etti. Mustafa gidince içeri girdi hemen, “Haydi?”
“Tamam gidelim!” dedi Sinan da. Birlikte kliniği kilitleyip çıktılar.
“Nereye gidiyoruz!”
“Bize!”
“Ah kesin Sibel teyzeye bir şey oldu!” dedi Sena içinden yol boyu ikisi de hiç konuşmadılar.
Kapıyı Tamer bey açtı, Sena tam “Başınız sağ olsun!” diyecekti ki arkadan gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuş Sibel hanım gözüktü. Ne olmuştu o zaman?
“Ona söyledin mi?” dedi Tamer bey oğluna, sesi o kadar berbat çıkıyordu ki, Sena şimdi düşüp bayılacaktı.
“Neyi? Neyi söyledi mi? Lütfen artık biri açıklasın neler oluyor?” dedi gergin ve ağlamaklı bir sesle.
“Gel tatlım şöyle oturalım!” dedi Sibel hanım onun elini tutarak kanepeye götürdü.
“Babam?” dedi Sena panikle, “Ona mı bir şey oldu? Söyleyin babama bir şey mi oldu?”
Hepsi birbirlerine bakıyorlardı.
“Baba!” diyerek iki büklüm oldu Sena ve ağlamaya başladı, “Onunla konuşacaktım, nesi olduğunu soracaktım. Hayır gerçek değil değil mi? Babam yaşıyor değil mi? Hastanede mi yoksa?”
“Sakin ol kızım her şeyi anlatacağım!” dedi Tamer bey, hayatında daha önce hiç böyle bir konuşma yapmak zorunda kalmamıştı, Sinan’ın gelmeden bir şeyler söyleyebileceğini ummuştu ama maalesef o da söyleyememişti. Öyle zordu ki.
“Baban intihar etmiş!” dedi Sibel hanım kocasının söze giremediğini anlayınca
“Yo!” diyerek krize girdi bu sefer Sena, “Neden? Neden ama?”
Sibel hanım göz yaşlarına hakim olamayarak sarıldı perişan hale gelen Sena’ya.
“Ne aptalım!” diyordu Sena, “Ne aptalım? Siz arayınca ben sandım ki? Allah’ım neden? Bana neden?”
Sinan’da ağlıyordu şimdi, Sibel hanım da ağlıyordu, Tamer bey ağlamamaya çalışıyordu ama biraz sonra o da kendini tutamadı. Sinirleri bozulmuştu hepsinin iyice, acı ve sinir bozukluğu kendilerini kontrol etmelerine engel oluyordu.
Sena on dakika kadar kesintisiz bağırarak ağladıktan sonra “Nerede o?” dedi başını kaldırıp, hastaneye mi götürdüler?”
Tamer bey başını salladı, “Ambulans ve polis siz gelmeden az önce gitti”
“Polis mi? İntihar ettiği için mi? Herkes nerede babamla mı gittiler? Biz neden evdeyiz? Beni babama götürün lütfen. Onu görmek istiyorum!”
“Şimdi onu göremezsin canım, bunun iyi bir fikir olduğunu da hiç sanmıyorum!”
Sena telefonunu çıkardı ve ablasını buldu rehberden, “İzel ile konuşmalıyım, o hamile!” dedi sesi titreyerek, “Bana ihtiyacı olmalı şimdi!”
“Hamile mi?” dedi Sibel hanım dudakları titreyerek
(devam edecek)