Avukat Süha’nın özgür kalacağını söylediğinden beri içi bir türlü huzur bulmuyordu Mehmet’in. O adam sevdiği kadına tuzak kurup ondan ayırmış, yıllarca işkence etmiş, sonunda işkence ile ölümüne neden olmuştu. Hapishanenin kapısında bekleyip çıkar çıkmaz alnına bir kurşun sıkmak geçiyordu aklından sürekli ama artık onun bir kızı vardı. Bir amacı, sorumluluğu, hayatı boyunca boş ve anlamsız geçen hayatına bir anlam dahil olmuştu. Babaydı o artık. Süha hakkettiği cezayı çekmemişti evet, kanunları değiştirmesi siyasilerin çıkar uğruna canı yananların canını bir kez daha yakmasına yapabileceği hiç bir şey yoktu. Gülfinaz geri gelmezdi artık. Nefes’i korumak zorundaydı. Olur o pislik Nefes’in karşısına çıkmaya cesaret ederse o zaman düşünecek hiç bir şeyi kalmaz, kızını korumak için o herife her şeyi göz göre göre yapardı.
“Peki çıkınca eski mahalleye gidip onları bulamaz mı?” diye sordu avukata gergin bir sesle.
“Adım atacak hali yok, bulsa ne olur, hapishanenin reviri ile görüştüm iyi bakılırsa bile en çok altı ay yaşar dediler. Kim iyi bakacak buna?”
“Emin misin?”
“Evet”
“Bir an önce kesilsin nefesi o zaman!”
Böylece bu konu avukat ve Mehmet’in arasında kaldı. Süha çıktıktan sonra onu takip etmeleri mümkün değildi ama ortaya çıkacak kadar yaşayamayacağından emindiler. Yine de Mehmet Nefes’i korumak için önlemler almak istiyordu. Selim’e uğradı ve ona Süha ile ilgili konuyu anlattı. Süha’nın da gözleri çakmak çakmak oldu birden.
“Annene sakın söyleme, o Nefes’e söyler ikisi de huzursuz olur. Sen gözünü dört aç!”
“O herif Nefes’e yaklaşırsa karşısında beni bulacak!” dedi o sakin Selim kendinden beklenmeyecek bir sinirle. Mehmet elini onun omuzuna koydu, kızının emin ellerinde olduğunu bilmek güzeldi yanında olamasa da. İzin verse olacaktı ama belki onun da zamanı vardı.
Neyse ki korkulduğu gibi olamadı. Süha hapisten çıktığının haftasında hastalıktan değil eski bir hesaplısınca bıçaklanarak öldürüldü. Anlaşılan Gülfinaz’ın ailesinden gelen para kesilince sağdan soldan epeyce borç almış ve tabi hiç birini ödeyememişti.
Nefes ve Harun artık son sınıfa gelmişlerdi. Harun Nefes’ten hâlâ istediği karşılığı bulamasa da onunla bir ömür geçirmek istediğinden emindi. Annesi sandığı gibi Harun’u sevmiyor veya göz ardı ediyor değildi. Tam aksine kadıncağız, bir evladını kaybetmiş, diğer evladı da kendini kardeş katili olarak suçlamasın diye elinden geleni yapmaya çalışmıştı. Harun’un suçlama sandığı o bakışlar tam tersi oğlunun kalbindeki acıyı görüp çaresiz kalan bir annenin bakışlarıydı. Hürmüz hanım Harun’un Nefes ile olan arkadaşlığının farkındaydı. Oğlu anlatmıyordu çok fazla ama ister istemez geldiğini gittiğini söylerken Nefes’in adı sıklıkla geçiyordu. Seher hanımların evinin de tabi. Yıllar boyunca ikisinin arasında bir şey olmadığından sonunda bunun sadece bir dostluk olduğuna karar vermişti. Harun ve Yusuf’un çocukluklarından beri arkadaşları olan Sema evlerinin kızı gibi her acı tatlı günlerinde yanlarındaydı yıllardır. Yusuf öldüğünde de küçük olmasına rağmen Harun’a teselli vermek için elinden geleni yapmıştı. Harun onu sürekli görmeze gelse bile yıllardır Hürmüz teyzesini hiç bırakmamış, her seferinde de Harun’u sorup hüzünle kadıncağızın gözlerinin içine bakmıştı. Hürmüz hanım onun çocukluğundan beri oğluna aşık olduğunu biliyordu tabi. Ancak acıların ardından Harun’u toparlanmasını beklemek ve sonra kendini suçlamasını önlemek için çabalarken onun Sema’ya ilgisizliğini ve kızın ona olan aşkını fark edememişti. Harun’a Sema’nın geldiği günler evde olmasını rica ediyor, kızla hiç değilse biraz arkadaşlık etmesini istiyordu ama Harun anlam veremediği bir şekilde kızdan uzak duruyordu. Hürmüz hanımın bilmediği Sema’nın Harun’un değil Yusuf’un çocukluk aşkı olduğuydu. Ağabeyinin çocukluk aşkını görmek hem acılarını tazeliyor hem de kızın ona ilgi duyması hissettiği suçluluğu kat be kat arttırıyordu. Mücadele etmek, herhangi bir açıklama yapmak istemiyordu kimseye. Yusuf’tan sonra değil Sema kimse ile ilgilenip arkadaşlık kurmamıştı zaten. Nefes’ti bir tek ayrıcalığı olan. Hürmüz hanım da oğlu Nefes ile bir aşk ilişkisi içinde olmayınca sevinmiş Sema’ya son bir kaç yıldır Harun ile ilgili umutlar vermişti. Kızın oğluna iyi geleceğinden ve yaralarını saracağından emindi. Harun evdeyken Sema’yı yemeğe çağırıyordu örneğin. Harun bir aksilik etmiyor ama herkese davrandığı kadar mesafeli davranıyordu. Hürmüz hanım da oğlunun içine kapanıklığı ve duygularını açığa vurmakta zorlanmasına bağlıyordu tüm bunları. Konuşmuyorlardı çünkü Harun’la, Harun onun öfkeli olduğunu, o da oğlunun suçlu hissettiğini düşündüğü için bir birlerini hırpalamıyorlardı akıllarınca. Sema da psikolog çıkacaktı üstelik, Harun’u çocukluğundan beri tanıyan, başına gelen her şeyi bilen Hürmüz hanımla bunca iyi anlaşan ve üstüne üstelik Harun’un yaralarını profesyonelce sarmayı bilecek bir eş adayıydı o. Ancak oğlu son sınıfa geldiğinde uyanabilmişti Harun’un Nefes’in duygularına, laf arasında evlenebilirim demişti annesine. Hürmüz hanım Sema’dan bahsettiğini sanıp sevinmişti önce ama oğlunun Nefes’ten bahsettiğini anlayınca ne diyeceğini bilememişti. Hiç görmemiş, hiç tanımamıştı o kızı, gerek duymamıştı zaten. Harun evleneceğini söylediğinde annesinin yüzünde oluşan garip ifadeyi, Yusuf’un evlendiğini göremeyeceği için duyduğu acıya bağlamıştı kendi içinde uzatmamıştı lafı. Gidip Nefes’e evlenme teklif edecekti okul bitmeden.
Hürmüz hanım bunca yıldır aralarında bir ilişki olmayan ama sağlam dost olduklarını anladığı iki gencin aşk ile dostluğu karıştırıyor olabileceğini düşünmüştü Harun ile konuştuktan sonra. Sema ile evlenip Nefes ile dost kalabilirlerdi bal gibi. Buna karar vermesi için önce gidip kızla bir konuşması gerekiyordu ama. Oğlundan Nefes’in kaldığı yurdun adını bir kez duyduğu için kalkıp yurda gitti bir sabah. O gün Harun’un dersinin öğleden sonra olduğunu biliyordu. Aynı sınıfta olduklarına göre Nefes’in de o saatlerde yurtta olması muhtemeldi. Oğlu ile sürekli iletişimde olmadıklarından sabahın köründe nereye gittiğini de açıklaması gerekmiyordu. Harun uyuyordu zaten o evden çıktığında. Nefes’i hiç görmemişti, soyadını da bilmiyordu ama dişçilikte okuyan bu kadar az rastlanır isme sahip olan iki kişi yoktu herhalde yurtta diye düşünmüştü.
Yurdun danışmasına gidip aradığı ismi söyledi, ‘uzaktan bir akrabalarıyım’ diye ekledi. Danışma görevlisi Nefes’in adını anons etti hemen. Nefes kendi adı anons edilince şaşırdı, Harun mu geldi acaba diye düşünerek aşağı indi hemen. Hürmüz hanım asansörden inen kızı görünce onun Nefes olduğunu anladı hemen yanına yaklaştı.
“Kızım sen misin Nefes?”
“Evet efendim benim?”
“Ben Harun’un annesiyim Hürmüz”
“Ona bir şey mi oldu yoksa?” dedi Nefes endişeyle.
Kadın onun yüzündeki gerçek korku ve endişeyi görünce oğluna gerçekten değer verdiğini anladı.
“Yok çocuğum o gayet iyi. Ben seninle konuşmak istedim. Var mı oturup biraz sohbet edeceğimiz bri yer”
Nefes bir anlam veremedi bu konuşmaya ama “Bahçede kameriyeler var isterseniz, kafetaryamız yok!”
“Olur daha da iyi olur hatta!”
Hürmüz hanım bir yandan inceliyordu Nefes’i. Çıtı pıtı kumral güzeli bir kızdı. Birlikte gidip boş kameriyelerden birine oturdular.
Nefes merakla bakıyordu Hürmüz hanımın yüzüne, onunla ne konuşmak istediğine dair bir fikri yoktu acaba Yusuf ile mi ilgiliydi konu, eğer öyleyse Nefes’in dahil olmak istediği en son konu olmalıydı herhalde. Kendi acı ve sıkıntısı kendine yeterken bir anne oğulun arasına girmeyi hiç ama hiç istemiyordu.
(devam edecek)
öncelikle kısa bir zaman diliminde de olsa dünya sıkıntılarını unutup,kafamızı dinlediğimiz bu güzel hayat hikayeleri için size sonsuz teşekkürler.doğrusu Kameriye olan ve çoğu kişinin Kamelya diyerek bir çiçek ismini telaffuz etmelerini hiç hazmedemiyorum.pek çok defa düzeltiyorum.size başarılar dilerim yüreğinize sağlık.
BeğenLiked by 1 kişi
Çok teşekkür ederim, iyi ki varsınız 🌼
BeğenBeğen