Bir ay sonra bir kez de kahvaltıya çağırıldı Mehmet bey, bu defa Nefes’in doğum günüydü. Özellikle doğum gününde olmasını istemiyordu babasının Nefes, çünkü doğumuna neden olduğu halde sahip çıkmamıştı annesine ve ona.
“Kızım adam daha kaç kere anlatacak sana?” diye kızdı bu sefer Seher hanım.
“Tamam da Seher teyze annemin o pisliğin koynuna girmeyeceğini bilmiyormuş mu?”
“Bilmiyormuş mu da neymiş? Gözüyle görmüş adam, sinirle ötesini düşünememiş. Kendini onun yerine koysana bir kez. Biri gelip dedikodu etse o da sizi terk etse anlarım. Anlamadan dinlemeden, annene bile sormadan terk etmiş der sana hak veririm. “
“Hem seni zaten hiç bilmiyormuş” diye araya karıştı Selim ağabeyi.
“Hah al!” diye Selimin söylediklerini destekledi Seher hanım hemen, “Ne istiyorsun bu adamdan, bak gerçeği öğrenir öğrenmez baba olma gayretine girdi. Bunca zaman sonra buna mecbur muydu?”
“Hayır da!” dedi Nefes ağzının içinde geveleyerek.
“Ben anlamam bu adam senin baban ve doğum gününde olmayı hakkediyor!”
“Ama doğum günüm olduğunu söylemem!”
“Tamam söyleme! Çağır ama!”
Böylece Mehmet bey bir kez daha geldi Seher hanımların evine. Adamcağız bu kez Seher hanımın evine bir hediye almayı tercih etmişti, ne de olsa yeni bir evdi burası. Tabi kızına da ona yakışacağını düşündüğü bir elbise almıştı.
Nefes onun elinde paketlerle geldiğini görünce hemen Seher hanıma baktı.
“Yok kızım ben söylemedim!” dedi kadıncağız.
“Neyi söylemediniz?”
“Nefes’in doğum günü bu gün!” dedi Selim. Hiç konuşmayan Selim bu ara konuşması gereken yerde kesinlikle susmuyordu. O da annesi kadar Nefes’in babası ile barışması gerektiğine inanıyordu.
“Gerçekten mi?” dedi Mehmet bey coşkuyla, “Tüh keşke bilseydim!”
“Hediyelerle gelmişsiniz zaten işte, haydi buyurun kapıda kalmayın!” dedi Seher hanım.
“Bir de pasta alırdım!”
“Yaptık biz, merak etmeyin!”
Nefes babasının aldığı elbiseyi çok beğendi gerçekten, hemen içeri gidip giyip geri geldi. Ne kadar yirmili yaşlarına girmiş olsa da bedeni yetişkin görünen bir çocuktu hâlâ. Seher hanım da çok beğenmişti Mehmet beyin hediyesini. O gittikten sonra bir eve asla eli boş gelmeyecek kadar nazik bir adam olduğunu söylemişti. Nefes sesini çıkarmamıştı bu sefer. Seher hanımın bir sonraki hedefi baba kızı baş başa dışarı çıkarmaktı.
İkinci sınıf başladığında Harun ve Nefes kalan yılların pek kolay olmayacağını hemen anladılar. Birinci sınıf derslerinden sonra ikinci sınıf oldukça zorlu başlamıştı. İkisi de okul açılır açılmaz hemen derslere konsantre oldular. Harun Nefes’e çok yakın olmasına rağmen hâlâ hayatında olan biten şeylerden habersizdi. Nefes böyle olmasını istiyordu. Bu konudaki fikri değişmemişti. O arada bir sorsa bile, “Ya ne yapacaksın boş ver!” diyerek geçiştiriyordu.
Bir ay sonra sınavlar başlamadan önce Seher hanım Nefes’i babası ile baş başa dışarı çıkmaya ikna etti. Çok konuşmaları gerekmesin diye Nefes bir filme gitmeyi tercih etmişti. Anlaşılan babası ile film zevkleri de birbirini tutuyordu.
Harun defalarca sinemaya gitmeyi önerdiği halde Nefes kabul etmemişti. Gittiği filmden Harun’a bahsedince canı sıkıldı ama bir şey söylemedi. Çok iyi arkadaş olmuşlardı. Hâlâ okuldaki diğer kimseyle samimi değillerdi, konuşuyorlardı tabi ama hepsi o. Okuldakiler ikisini bir göre göre sevgili olduklarını ve yalnız kalmak istediklerini düşündükleri için yanlarına sokulmuyorlardı. Onlara göre sınıfın iki ineğiydiler zaten, sosyal ortamlarda bulunmayı da sevmiyorlardı. Sadece not istemek için yanlarına gelen oluyordu.
Harun Nefes’ten biraz umut görse sevgili olmayı teklif etmeyi kafasına koymuştu zaten ama ne yazık ki bir türlü aradığı bakışı, sözü, dokunuşu bulamıyordu. Nefes çok ketum bir kızdı. Özel hayatı ile ile ilgili çok az konuşuyordu. Seher teyzesi ve Selim ağabeyinden bahsediyordu arada sadece. Harun’un tek bildiği bu kadardı, anne ve babasının nerede olduğunu bile bilmiyordu. O bahsetmeyince başka şehirde olduklarını düşünmüştü. Nedense tatillerde de yanlarına gitmiyordu Nefes. Gitmesi işine gelmezdi zaten o yüzden kurcalamıyordu. İnsanlara ısrar etmeyi Yusuf’tan sonra bırakmıştı.
İkinci sınıf devam ederken seyrekte olsa babası ile bir kaç kere daha görüştü Nefes. Bir kez babası onu bir konsere davet etti. İkincisi bir tiyatroydu. Üçüncüsünde ise dışarıda kahvaltı ettiler. Bir kez akşam yemeği, bir kez de Mehmet bey ondan alışveriş yardımı istedi ama o fazla uzun sürmedi. Bütün günü birlikte geçirdikleri hiç olmadı en azından. Nefes planlanan her ne onun saatinde geliyor, sonra biter bitmez de ayrılıyordu babasından.
Bu arada Selim ağabeyine iyi bir iş bulması için konuşmuştu babasıyla. Mehmet bey de hemen yönetim kurulunda olduğu şirketlerden birine işe başlatmıştı onu. İyi bir eğitim alma şansı olmadığı için yüksek dereceli bir iş değildi ama maaşı öncekinden çok çok iyiydi. Bununla beraber liseyi dışarıdan bitirmesi için de Selim ile konuşmuştu. Selim’in zaten hep hayal ettiği bir şeydi bu, liseyi ardından da üniversiteyi okumak. Seher hanım göz yaşlarına boğulmuştu yine, “Ölmeden bir de evlendiğini görürsem artık bana karada ölüm yok!” diyordu sürekli. Selim ile Nefes gülüyorlardı bu sözlere, tabi “Allah korusun!” dedikten sonra.
Böylece ikinci sınıf da bitip, üçüncü sınıfa geldiler. Üçüncü sınıf başladığında Nefes’in bakım evinde kalan dedesi vefat etti. Mehmet bey kızının gerekli imzalarını aldıktan sonra yapılması gereken her şeyi halletti yine. Nefes dayısında olduğu gibi dedesinin cenazesine katılmak istemedi. Üçüncü sınıf bitmeden anneannesi de vefat edince, yeniden avukatla bir araya gelip gerekli yasal işlemleri hallettiler. Artık yengesinin payı hariç her şey Nefes’in olmuştu. Annesine yapılanların bedeli asla para ile karşılanmazdı ama yine de annesinin esirgenen mirası ve fazlasının Nefes’e dönmüş olmasını “Takdiri İlahi” olarak değerlendiriyordu Seher hanım.
“Allah’ım çok şükür!” diyerek dualar ediyordu, “Ah Gülfinaz, ah biraz daha yaşasaydın be kızım, bak ne güzel şeyler geliyor başımıza!”
Bu arada üçüncü sınıfta yavaş yavaş başlayan okul stajları, dördüncü sınıfta iyice hasta bakmaya başlamaları ile birlikte mesleğe ilk adımlarını atmalarının başlangıcı oldu. Harun’da o da hem heyecanlı hem de gerginlerdi. Teorik olarak başarılı olmak pratikte başarıyı getirmiyordu elbette. Bilmek ve bildiğini en iyi şekilde uygulamaktı mesele. Her şey böylesine iyi giderken dördüncü sınıfta beklenmeyen bir şey oldu. Süha ne yazık ki seçimler öncesi bir kereliğine diye uygulanan bir afla cezaevinden çıktı. Mehmet’in avukatı aracılığı ile onun durumunu takip ettiği için hemen öğrenci haberi. Nefes’e söylemek istemiyordu ama adamın çıkar çıkmaz Nefes’i bulup rahatsız etmesinden çekiniyordu. Hemen avukatı adamla konuşmaya gönderdi. Para, tehdit ne işe yararsa onu yapacaklardı, yeter ki kızının yanına bir daha gelemesindi. Süha içeride olanlardan habersizdi, kızın babasının Mehmet olduğunun ispatlandığından, tüm mirasın Nefes’e kaldığından bilgisi yoktu. Paranın kıza kaldığını duyar duymaz peşine düşebilirdi.
Ancak neyse ki hiç bir şey Mehmet’in korktuğu gibi olmadı. Süha içerideyken lenfoma olmuştu. Hapishane ortamında sağlığını koruyamadığı ive düzgün beslenemediği için de durumu pek iyi değildi. Avukat daha onu görür görmez fazla ömrü kalmadığını anlamıştı. Nefes ile ilgili yeni gelişmelerden hiç bahsetmedi. Ona devletin tuttuğu bir avukat olduğunu söyledi. Süha’nın böyle işlerden anlayacak ne kafası ne de sağlığı vardı artık. Süha onun devlet görevlisi olduğunu sanınca, kendi durumu hakkında şikayete başladı hemen. Devletin bakımevlerine nasıl başvurabileceği neler yapabileceği gibi konularla onu bol bol oyaladı. Süha’ya da hatalı bir telefon numarası verip yanından ayrıldı.
(devam edecek)