Bütün bu yasal işlemler ve yapılması gerekenler bitince Nefes’in onunla görüşmeyi sürdürüp sürdürmeyeceğin merak ediyordu Mehmet. Eğer onunla görüşmeme ya da mümkün olduğunca seyrek görüşme kararı alırsa diye bu süreçte onu daha iyi tanımaya çalışıyordu. Bir yandan da ürkütüp kaçırmak istemediği için ölçülü oluyordu. Bir evlat sahibi olmanın hayalini kurduğu olmuştu belki çok geçmişte ama yirmi yaşına kadar görmediği bir evlatla tanışmak çok farklı bir şeydi. Nasıl davranması gerektiği bir yana nasıl hissetmesi gerektiğini dahi bilmiyordu. İnsanlar evlatlarına, babalar kızlarına ne hissederlerdi ki? Annesi ile ilişkisinin ne kadar iyi olduğu her halinden belli oluyordu Nefes’in. Zavallı Gülfinaz o şartlarda bile kızına annelik yapmaktan geri durmamıştı. Sonuna kadar onu korumuş ve kollamıştı.
“Zavallı Gülfinaz!” dedi içi acıyarak, “Sana bizim yaptıklarımız yetmemiş gibi bir de neler yaşamışsın! Keşke, ah keşke gelseydin bana!”
Mehmet’in tahmin ettiği gibi avukatın işleri bir kaç günden de fazla tam bir hafta sürdü. Bu bir haftanın içinde Harun her gün geldi Nefes’in yanına. Sınav haftasına girdikleri ikisi de kendilerini derslere verdikleri için beraber çalışmaya başladılar. Harun, Nefes gibi yurtta değil ailesinin yanında kalıyordu. Nefes çok soru sormasın diye bu şehirde büyüdüğü ve kalacak yeri olduğu halde yurtta kaldığını söylememişti ona. Harun’un imalarından anladığı kadarıyla onun da ailesi ile problemleri vardı. Kendisiyle de belki. Henüz yeni tanıştıklarından ve Harun’da hemen anlatmak istemediğini söylediğinden soru sormuyordu. Derslerden sonra birlikte kütüphaneye gidiyorlar, geç saate kadar çalışıyorlar, sonra Harun yürüyerek Nefes’i yurduna bırakıyordu. Araba kullanmayı sevmediğini söylemişti. Bu yüzden okula da bazen taksiyle, bazen otobüsle geliyordu. Geceleri geç yattığı için erken derslere yetişmek için taksiye binmek zorunda kalıyordu aslında. Az konuşuyor olmalarına rağmen bir şekilde iyi anlaşmaya başlamışlardı. Herkese yakın olmaktan hoşlanmayan Nefes onun varlığından hiç rahatsızlık duymamıştı. Harun’un teklifsiz ve doğal arkadaşlığını sevmişti.
Harun ve Nefes derslerle boğuşurken, o bir hafta Mehmet bey için çok zor geçti. Kızını görmek istiyor ama bahane üretemiyordu. Bu arada Sevin hanım ve Fahri beyin bakım evine yatırılmaları ile ilgilenmek zorunda kaldı. Neyse ki ikisi de nereye getirildiklerini anlamadıkları için tepki bile vermediler. Hatta bir ara Fahri beyin söylediklerinden eve döndüklerini sandığını anladı. Kendi anne ve babası hayattan ayrılalı çok olmuştu. Ablası yıllar önce ailesine küsüp yurt dışına yerleşmiş orada da evlenmişti. Anne ve babası öldüğünde ona ulaşmaya çalışmış ama maalesef yapamamıştı. Aslında konunun Mehmet ile hiç bir ilgisi olmamasına rağmen nedense onu da hiç arayıp sormamıştı. Babası hayattayken kızına çok kızgın olduğundan mirasından mahrum etmişti. Bu nedenle bütün mal varlıkları Mehmet’e kalmıştı ama ablası gelip payını istese Mehmet seve seve verirdi. Nefes’i bulana kadar zaten paranın ona fazla geldiğini düşünüyordu. Bir mirasçısı yoktu, geleceğini garantilemesi gereken kimsesi yoktu. O ölünce para da sahipsiz kalacaktı. Hatta bu yüzden bir hayır kurumuna bırakmayı bile hesap ediyordu ki bir kızı olduğunu öğrendi. Artık yaşaması için bir nedeni olduğunu hissediyordu. Kızının mutlu olması, onun yanında kalması için elinden geleni yapmaya hazırdı. Biraz daha ilişkilerini ilerlettikten sonra belki yurttan çıkıp yanına gelmesini isteyebilirdi. Belki de okulu bitirdikten sonra gelirdi. Tabi belki de hiç biri olmazdı ama yine de olması içi ne gerekiyorsa yapmaya hazırdı.
Avukttan haber gelir gelmez Nefes’e mesaj attı. Ertesi gün uygun olursa buluşup bazı evrakları imzalaması gerekecekti. Nefes’in sınavı sabahtan olduğu için, öğleden sonra buluşmayı teklif etti. Avukat istedikleri saatte olabileceğini söylediği için Mehmet bey hemen kabul etti. Sınavdan sonra gelip Nefes’i okuldan alacaktı yine.
“Ya gidiyor musun?” dedi Harun üzüntüyle, “Kütüphaneye gideceğiz sanıyordum!”
“Bu gün dönemem sanırım, yarın görüşürüz!” dedi Nefes. Yeni bir soyadı başvurusu yapacağı için heyecanlıydı. Sanki annesi ve babası evlilermiş gibi onun soyadını alacaktı. Nefes Güneş olacaktı adı bundan sonra.
Harun, Nefes’in aklının nelerle dolu olduğunu bilmediği için onun görüşürüz deyip dönüp gitmesine üzüldü biraz. Her günü onunla geçirmeye hemen alışmıştı. Arkadaşa hiç bir zaman ihtiyaç duymadığı halde Nefes ile bir şeyler yapmak hoşuna gitmeye başlamıştı. Her gün bir an önce yarın olsun onunla bir şeyler yapalım diye bekler olmuştu. Nefes’in telefon numarasını kaydetmiş olmasına rağmen henüz ne aramış, ne de mesaj atmıştı. Nefes öyle istediği için değil, nedense çekindiği için böyleydi. Oysa bir arkadaş bal gibi de arkadaşını arar, herhangi bir şey sorar veya mesaj yazabilirdi. Derslerle ilgili mesela ama Harun içe dönük bir delikanlıydı daha çok. Gerçekten zor yaklaşıyordu insanlara, Nefes’in yanına kendiliğinden gitmişti evet, neredeyse kendini aşmıştı ama şimdi yine de arkadaşça adımları atmaya bile korkuyordu.
Avukat Nefes’e yaptığı tüm çalışmayı, neler olacağını, süreçlerin nasıl işleyeceğini ve sonuçlarının ona nasıl yansıyacağını tek tek anlattı. Sonra imzalaması gereken evrakları verdi. Nefes babasından bir kez öğrendiği için sessizce evrakları okumaya başladı. Mehmet bey gülümsedi onun okuduğunu görünce, “Anlamadığın zaman sor, bak bu sefer avukatımız yanımızda” dedi.
Nefes ders notlarını okuyormuş gibi büyük bir dikkatle okudu hepsini. Sadece vekaletler önemli görünüyordu, onun dışında imzalanıp hemen işleme konacak dilekçeler ve beyanlardı diğerleri. Her iki tarafın mirası ve bir de soyadı meselesi olduğu için haliyle birden çok vekalet vardı.
“Soner beyi yıllardır tanırım, çok titiz çalışır merak etme!” dedi Mehmet Nefes tüm evrakları okuyup imzaladıktan sonra.
Avukat gelişmelerden onları bilgilendirecekti. Vesayet için anneanne ve dedesinin sağlık kontrolleri gerekiyordu. Bakımevinin bunu halledip halledemeyeceğini görüşecekti, aksi duruma ikisinin de tam teşekküllü bir hastanede heyete girmeleri gerekiyordu. Nefes vesayetin tam olarak nasıl işlediğini anlamamıştı, annesinin payı dışında bir kısımla da ilgilenmediği için sormadı da. Dayısının rehabilitasyon merkezinde bir karısı olduğunu ve ikiz oğullarını kaybettiklerini de o gün öğrendi. Üzüldü elinde olmadan. İntihara meyilli olmasının altının boş olmadığını öğrenmiş oldu böylece.
“Annenden sonra ailesiyle bir bağım kalmamıştı, zaten yurt dışına gitmiştim biliyorsun” dedi Mehmet, “Ancak dayınla arkadaşlığımız annenden öncesine dayandığı için arada sırada aradı beni, bağlantıyı hiç koparmadı. İkimizde sanki Gülfinaz olmamış gibi kısa kısa konuştuk nadir de olsa. Aslında ne yaptığını sormak istediğim anlar oldu ama dayın hiç renk vermeyince ben de cesaret edemedim. Zaten evlenip gitmişti sevdiği adamla, ben öyle sanıyordum yani. Peşine düşsem ne olacaktı değil mi? Zaten kendimi yenip yenmediğimi bile tartmamıştım.”
“Yaşadıklarınızı anlamam mümkün değil” dedi Nefes, “Sadece kuzenlerimin çocuk yaşta hayatlarını kaybetmelerini düşünmek gerçekten üzücü ve can sıkıcı”
“Onları tanımak ister miydin?”
“Biz çocukların olanlar da ne suçu var ki?”
“O kadar haklısın ki!” dedi Mehmet, uzanıp sıkıca sarılmak istedi kızına ama kendine hakim olup yapmadı.
(devam edecek)