“Hoş geldin Haziran, Hoş geldin Yaz!”
“Bu gün avukatla gelmek istemedim, hatta dayın da gelmek istedi ona da gelme dedim!” dedi Mehmet Nefes sessiz kalınca.
Nefes ‘dayı’ kelimesini duyunca gerildi biraz.
“Onlara da yazdı bu kız? Hani niye sesleri çıkmıyor nasıl insanlar bunlar?” deyiverdi Seher hanım yine duramayıp.
“Haklısınız, ben onların adına konuşamam elbette ama Mümtaz’ın her şeyini yeğenine adamaya hazır olduğunu biliyorum!”
“Keşke ablası için de hazır olsaydı! Size bir şey demiyorum ama bu kız onların yirmi yıldır torunuydu. Babası kim olursa olsun ama onlar ne yaptılar, torunları ve kızlarını görmemek için o serseriye para verdiler bir de!”
Mehmet irkildi bunları duyunca ve Nefes’e baktı.
“Hiç bakmayın kızınıza, onlar vaad ettikleri paraları vermeyi bırakınca Gülfinaz daha çok dayak yedi o hayvandan. Hatta son zamanlarında bu kızcağız da yedi o dayakları. Hapse girmeseydi, aynı annesi gibi bunu da öldürecekti dayaktan belki! Neredeydi o her şeyi fedaya hazır dayı o zaman! Gülfinaz’ın ne hakkı varsa alacağız onlardan söke söke hem de!”
Nefes ilk kez başını kaldırıp baktı babasının yüzüne, Mehmet gerçekten şoka girmişti bir kez daha.
“Ben onların bunu yaptıklarını bilmiyordum!” dedi kekeleyerek, “Nefes kızım senden af dilesek bile bunun hiç bir anlamı olmayacak biliyorum, ne anneni, ne de elinden aldığımız normal bir hayatı sana geçmişe dönüp sunmak mümkün değil! İnan bana ben senin varlığını bilseydim bunların olmasına asla izin vermezdim ama şu an bunlar da boş ve inanılması güç sözler!”
Nefes ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Babasının yanında göz yaşlarına boğulup, ona bu duygusallığından faydalanma fırsatı sunmak istemiyordu. Birden bire ayağa kalktı.
“Siz avukatınızla neler yapılacağını görüşüp bize haber verirsiniz! Bu arada dayımla görüşmek istemediğimi de lütfen kendisi de iletin!”
“Ne onunla, ne de ailesiyle!” diye ekledi Seher hanım, o da ayağa kalkmıştı Nefes kalkınca.
“Tamam!” dedi Mehmet bey mahcup bir şekilde, duyduklarından sonra diyecek hiç söz bulamıyordu artık. Onlar hızla uzaklaşırken, sandalyesine yığılıp kaldı öylece. Mümtaz o katile para verdiklerinden hiç bahsetmemişti. Kızıyla biraz güzel anlar yaşamayı hayal ederken, iyice darmadağın olmuş bir durumda döndü eve. Kendini yatağa atıp, bütün gece tavanı seyretti.
Mümtaz akşam Mehmet’den ses çıkmayınca, kızıyla vakit geçirdiklerini sanıp, rahatsız etmek istemedi. Sabah olur olmaz dayanamayıp mesaj attı Mehmet’e “Nasıl geçti ağabey?”
Mehmet küfür etmek istedi ama yapmadı, “Seninle görüşmek istemiyor” yazdı doğrudan uzatmasın diye.
“Olsun yine de ne gerekiyorsa yapmaya hazırım ben!” diye cevapladı Mümtaz.
“Bana paradan niye bahsetmediniz Mümtaz?”
“Ne parası ağabey?”
“Gülfinaz’ın katiline ödediğiniz paralardan, o paralar yüzünden ana kızın dayaklar yediğini biliyor muydun? Belki de o yüzden öldü dayaktan ha?”
“Ağabey o konu bildiğin gibi değil, bak buluşalım anlatayım ben sana böyle mesajda olmaz!”
“Duydum ben duyacağımı kızımdan!”
Mümtaz uzatamadı daha fazla, tabi ki annesi ve babasının Süha kızlarını ve piçini geri getirmesin diye ödediği paralardan haberi vardı. O da karısı ve ailesinin gazına gelmişti onlar ablasına böyle davranınca. O itten olan çocuğu piç saymışlardı. Hiç elini şakağına koyup düşünmemişti, ne olursa olsun o çocuğu dokuz ay ablasının karnında taşıdığını. Ne kendi ikiz çocukları olduğunda, ne o iki çocuğu Allah verdiği gibi geri alınca düşünememişti bunları. Hep en büyük acı kendisinin acısı sanmıştı sonradan. Karısı “Biz bunu hakkettik!” diye sayıkladıkça bile gelmemişti aklına bunlar. Babası hâlâ yok sayma derdindeydi torununu, kızının öldüğüne de üzülmemişti zaten. Yaşı ilerlemiş aklı gitmişti yarı yarıya ama insanın yüreği de gitmezdi ya aklı gidince, ablası o adamla gittiğinde kendiyle yaşıttı zaten neredeyse. Annesi de karşılarına geçip “Yahu ne yapıyorsunuz bu bizim kızımız” dememişti. Daha bir kaç gün öncesine kadar hâlâ öz torunumuzmuş diyordu hatta. Sevdiği ve evleneceği adamdan olunca öz, biriyle yatıp kalkıp oldu ve namusu kirlettiyse üveydi çocuk. O da onların ağzını konuşmuştu yıllarca hiç bunları akıl etmeden. Bir de Mehmet’in karşısına geçip öz dayısıyım demişti, sanki önceden değilmiş gibi.
İki oğlu geldi gözünün önüne, dizlerinin üzerine çöktü kaldı, “Allah’ım ne ettik biz böyle?”
Öğlen olduğu halde oğlu odasından çıkmayınca Sevinç hanım gidip kapısını tıklattı.
“Mümtaz? Uyuyor musun?”
İçerden ses gelmeyince kapıyı açmaya çalıştı, olmadı, kapı arkadan kilitlenmişti. Uyuyordur da duymamıştır diye bir kaç kez daha çaldı kapıyı ve daha yüksek sesle bağırdı.
“Mümtaz?”
Onun sesine Fahri bey geldi aşağıdan, “Ne var? Ne bağırıyorsun? Mahalleyi başımıza mı topalaycaksın?”
“Oğlan açmıyor kapıyı!”
“Uyuyordur canım ne var bu kadar bağıracak?”
“Kapıyı da kilitlemiş!”
“Kilitler ne var?”
“Bağırıyorum duymuyor diyorum be adam?”
Çekil şuradan diyerek Fahri bey yumrukladı kapıyı “Mümtaz! Aç şu kapıyı annenin değnek etme burada!”
“Gördün mü cevap vermiyor!” dedi Sevinç hanım.
Fahri bey hiç bir şey söylemeden döndü indi merdivenleri, Sevinç hanım seslenip kapıyı çalmaya devam etti. Az sonra peşinde yan komşusunun iri yarı bahçıvanı ile geri geldi. Adam sabahın köründe bahçenin çimlerini kesmeye başlamıştı. Fahri bey sataşacaktı az kalsın ama karısının sesini duyunca yukarı çıkmıştı. Mümtaz kapıyı açmayınca da gidip onu getirmişti bahçeden.
“Kır kapıyı!” dedi adama.
Adam ’emin misiniz?’ der gibi baktı yüzüne.
“Kır dedim!”
İri yarı adam gerileyip kapıya omuz vurunca kapının kilidi çıt diye kırılarak ayrıldı kapıdan. Bir kez daha vurunca kapı ardına kadar açıldı. Hepsi Mümtaz’ın tavandan sallanan cesedine baka kaldılar.
Bir süre donup kaldıktan sonra bahçıvan akıl edip girdi içeri ve kucaklayıp ipten kurtardı Mümtaz’ın boğazını ve indirip yatağına yatırdı. Nabzı atmıyordu ama yine de ihtiyarlara bir şey söylememek için ambulansı aradı hemen.
Sevinç hanım kapının önüne yığılmıştı zaten, Fahri bey gözlerini fal taşı gibi açmış kıpırdamadan az önce Mümtaz’ın sallandığı boşluğa bakıyordu hâlâ.
Mümtaz çoktan ölmüştü, Sevinç hanım ve kocası müşahede altında hastanedeydiler. İkisi de derin bir şok yaşıyorlardı. Evde onlarla kimse kalmadığı için bir bakım evine gönderilmeleri gündemdeydi. Yaşayan bir akrabaları var mı diye araştırdıklarında, rehabilitasyon merkezinde bir gelinleri olduğunu, diğer kızlarının da yakın zamanda öldüğünü öğrendiler. Nefes’e ulaştıklarında aradan bir hafta geçmişti.
“Ne?” dedi Nefes telefondaki adamın ne anlattığını anlamadığı için. Sonunda adam bir daha anlatınca yarım yamalak da olsa anladı neler anlatıldığını. Telefonu kapatır kapatmaz Seher hanımı aradı.
“Seher teyze dayım intihar etmiş sanırım”
“Zavallı mı deyim ne söyleyim bilmiyorum kızım. Tüh, tüh!”
“Beni aradılar”
“Ne demeye arıyorlarmış seni?”
“Bir hastaneden aradılar, anneannem ve dedem oradaymış, akıl sağlıkları iyi değilmiş sanırım!”
“Hiç iyi değildi zaten, tövbe yarebbim!”
“Seher teyze öyle değil, benden başka yaşayan akrabaları olmadığı için bana soruyorlar ne yapalım diye?”
“Yuh!” dedi kadıncağız elinde olmadan.
“Hastaneye gitmem gerekmiş!”
“Babanı ara hemen! Mehmet beyi yani işte!”
“Ne diyeyim ona?”
“Anlat işte olanları, baban değil mi, ilgilensin hepsiyle! Sen tek başına kalma! Hatta o gitsin, sen karışma!”
“Tamam!” dedi Nefes kapattı telefonu. Bunca şeyi mesajla yazamayacağı için aradı mecburen babasını.
(devam edecek)