Nefes onların evinde kalmaya başlayalı beri ikisini de çocukluklarından beri bildikleri halde ateşle barut yan yana durmaz diye mahallenin dedikodu yapmaya başladığı da kulağına gelmişti Seher hanımın. İnsanlar öyle acımasızdılar ki, akılları apış aralarından çıkmadığı gibi, yürekleri de taş kesmişti belli ki. Kızın yaşadıkları yetmezmiş gibi, bir de şu konuşulanları duysa yüreğine inerdi kesin. Hele ki annesine atılan onca iftirayı da yeni öğrendikten sonra.
“Allah’ım anasının talihsizliğini bu kıza miras etme!” diye dua ediyordu günlerdir. Çok canı sıkılmıştı duyduklarına. Selim duysa o da kavgaya çıkardı mahalleye büyük ihtimalle. O yüzden bir an önce yurt işi olursa canları sıkılıp, başları belaya girmeden atlatırlardı bu vartayı da.
“Hemen yarın gidin konuşun oyalanmadan!” dedi Nefes’e, “Şurada okulun açılmasına ne kaldı, dolar yurtlar sonra adam istese de ayarlayamaz sonra!”
Böylece Nefes ertesi sabah erkenden Selim ağabeyi ile gidecekti patronu ile konuşmaya. Adam gerçekten iyi adamdı Selim’in söylediğine göre. Yurdun parasını karşılayacaktı eğer ayarlamayı başarırlarsa. Okulu içinde bildiği vakıflardan burs soracaktı ayrıca.
“Hakkınızı helâl edin!” demişti Nefes akşam gözleri dolarak, “Sizin hakkınızı ödeyemem!”
“Sus kız ağlatacaksın beni, senin anan ahretliğimdi benim. Sana ben sahip çıkmayacağımda kim sahip çıkacak” diye ağlayarak azarladı onu Seher teyzesi.
Gerçekten de adamcağız hemen arayıp yurtta bir oda ayarlattı Nefes için, neyse ki tüm yataklar tam dolmamıştı henüz.
“Bak kızım, benim de çocuklarım var! Hikayeni anlattı Selim, yüzümüzü kara çıkarma, oku bir baltaya sap ol. Senden başkaca bir karşılık beklemiyoruz bu yaptıklarımız için. Bu ülkenin kadınları okumalı ve kendi ayakları üzerinde durmalı. Bunca zaman bir katkımız olamadı senin sayende bizim de çorba da tuzumuz olsun” dedi gözleri dolarak.
Nefes o kadar etkilendi ki bu konuşmadan onun da gözleri doldu.
“Allah ne muradınız varsa versin, efendim. Allah sizi de çocuklarınızdan güldürsün. Söz veriyorum elimden geleni yapıp, başarılı bir doktor olacağım ben de!”
“Haydi bakalım, her ay hesabına para yatıracağım, gücüm yettiğince”
Seher hanım Nefes gelip olanları anlatınca ondan da fazla ağladı duyduklarına.
“Allah’ım bir kapıyı kapar bir kapıyı açar, senden hakkını esirgeyenler utansın!” dedi iyilik dualarına Selim’in patronunu da kattı o günden sonra.
Öte yandan Mümtaz annesini dinleyip Mehmet’e gitmiş olanı biteni anlatıp, mektupların kopyası ile saç tellerini ona teslim etmişti. Mehmet şoka girmişti duyduklarından sonra, “Yani biz Gülfinaz’ın günahına mı girdik Mümtaz sen ne diyorsun?” dedi korkuyla.
“Vallahi bilmiyorum, iste sana kanıt, annem ister yaptırsın testi, ister yaptırmasın onun kararı dedi! Eğer kız doğru söylüyorsa vebali hepimizin boynuna zaten!”
Namus için evladını öldürmekten ne farkı var ailesinin yaptığının diye düşünmüştü Mehmet yıllar sonra. O eldi nihayet, cahildi. Doğru yanlış yüzüğü atmıştı başkaları başka sebeplerden atıyordu. Yurt dışından geldikten sonra öğrenmişti Gülfinaz’ın başına gelenleri. Öfkesi tam dinmediği için bir kulağından girip, bir kulağından çıkmıştı ama sonra sonra belki yaşı geldikçe, bir anne babanın kızlarından vazgeçmelerini anlayamamıştı. Mümtaz’da ortak olmuştu onların günahına, kardeş olup ablasına sahip çıkmamış, o da namusu olmayan bir aile ferdinin neredeyse ölmesine göz yummuştu. Oysa ne namussuzluk yapanların kocaman aileleri vardı onlara sahip çıkan. Hırlısı, hırsızı, dolandırıcısı, yalancısı, iftiracısı en basitinden. Bu hikaye doğruysa, Sabiha’ya sahip çıkmıştı amcası, onu sokakta bırakmamıştı Gülfinaz gibi, mutlu olsun diye bir yuva kurdurtmuş, öz kızından ayırt etmemişti.
Kendi erkekliği baskın gelip bırak nişanlı olarak, insan olarak sahip çıkmak aklına gelmeyişini hiç düşünmüyordu Mehmet tabi sevgili okuyucu. Her şey erkeklik ve namustu, bir kadının değerini belirleyen bu ikisi olduğu sürece, bu hikayeleri daha çok yaşardı bu toprağın insanları. Kimse yaşanılan acıya sahip çıkmak, kendine pay çıkarmak istemezdi haliyle. Dolayısıyla Mehmet’in zihni de Gülfinaz’ın ailesini suçluyordu doğrudan. En azından gerçekleri öğrenmeden önce beyninin azıcık da olsa doğruya çalıştığına sevinmeli mi bilinmez.
Mümtaz gittikten sonra saatlerce sehpanın üzerine bıraktığı mektup ile saçları seyretti durdu Mehmet. Bu saçı gidip test ettirmenin sonuçları olacaktı. Gülfinaz çekip gitmişti bu hayattan, eğer o kız Mehmet’in kızıysa herkesten çok olduğunu öğrenecekti günahının. Kendi nikahlamadan koynuna girdiği kızı başkasının koynuna nikahsız girdi diye terk etmişti düpedüz. Üstelik karnında kendi çocuğunu taşırken yapmıştı bunu. Hani ‘kulağının üzerine yatmak’ diye bir sözü vardı ya eskilerin zihninin bir yanı tüm bu duyduklarını unutmak istiyor ama saç telleri sehpanın üzerinden öylece bakıyordu yüzüne. Sabaha kadar uyumadı.
Saat on olduğunda nihayet kararını vermişti, telefonunun internetinden babalık testi yapan bir kaç laboratuvarın adını buldu. Saçları yanına alıp, en yakın bir tanesine gitti, sonuçların bir hafta ile on gün arasında çıkacağını söylediler.
“Hata payı var mı?” dedi eline olmadan, testlerin yüzde doksan dokuz doğru sonucu verdiği cevabını alınca dönüp işe gitti.
“Sence yaptıracak mı?” dedi Sevinç hanım oğlu Mümtaz’a, “Ne bileyim anne? Yaptırırsa sonucu duyarız herhalde!”
Başka bir şey soramadı Sevinç hanım, aklı testte günü yaşamaya devam etmeye çalıştı. Kızına neler yapmışlardı böyle, bu çocuk ortaya çıkana, kızı ölüp gidene kadar nasıl yaşamışlardı aklından çıkmıyordu şimdi. Sanki Gülfinaz’ın hayali gelip hepsinin zihnini sarıvermişti birden bire, onca yıl akıllarına gelmeyenler, düşünmedikleri her şey bir bir düşüyordu şimdi akıllarına. Mümtaz’da çok huzursuzdu. Zaten iki evladını kaybedip, üzerine karısını da rehabilitasyon merkezine yatırdığından beri o da pek iyi değildi, şimdi bir de bu yaşanılanlar tuz biber olmuştu üzerine. Sabiha bir kez ziyarete gelmişti kuzenini merkezde, karısı daha onu görür görmez avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamış, Sabiha korkusundan hemen geri dönüp kaçmıştı yanlarından. Şimdi mektupta yazanları da okuyunca karısının neden öyle bağırıp çağırdığını da anlamlandırmaya başlamıştı. Sadece evlat acısı değil, Gülfinaz’a yaptıkları için de vicdan azabı yaşıyordu besbelli. Sabiha’yı görmek de ona olanları hatırlatıyordu muhtemelen.
“Allah’ım neyin içine düşmüşüz haberimiz yok!” dedi o gece yatınca, uyuyamıyordu zaten uzun süredir. Çocukların gülüşleri, ‘baba’ diye seslenişleri, doğum günleri, hepsi bir bir geçiyordu gözlerinin önünden. İki evladı birden kaybetmenin acısını hafifletecek hiç bir şey yoktu ölümden başka. Ölmeyi de düşünmüştü çoğu kez ama korkaktı o, cesaret edememişti niyet etse de.
Herkes bir şeyleri beklerken Nefes yurda taşındı, Seher teyzesine her şey için teşekkür etti defalarca, tatillerde yine onun yanına gelecekti zaten. Aynı şehirdeydiler, aralarına yollar sokmamışlardı çok şükür. Mahallenin dili bağlanıyor diye de sevinmişti Seher hanım. Allah yardım ediyordu çok şükür! Nefes okuyacak çok iyi bir dişçi olacaktı. O zaman çamur atmaya hevesli onca insan gıpta ile bakacaklardı arkasından. Keşke yaşları tutsa, keşke kardeş gibi büyümeseler de Nefes gibi bir gelini olsaydı onun da, isterdi istemesine ama emanetti bu kız artık, ahretliğinin kızı onun kızı, Selim de ölene kadar ağabeyiydi. Zaten çocukların içinde de yoktu öylesi, ikisi de birbirine ağabey kardeş gibi görüyorlardı her zaman.
(devam edecek)