Nefes, Seher hanımdan gerçekleri öğrendikten sonra unutmaya çalışsa da bir türlü duyduklarını aklından çıkaramadı. Annesine yapılan bu haksızlığın bir bedeli mutlaka olması gerektiğine inanıyordu. En azından annesinin yasal haklarının onlara kalmasına kesinlikle gönlü razı değildi. Zavallı kadın yıllarca Süha denilen o herife yedirmişti tüm kazancını, hakkı olandan zerre kadar faydalanamamıştı Üstelik de bir yalan yüzünden.
Ertesi sabah kalkıp Seher teyzesi ile konuştu, “Seher teyze ben gidip bu insanlarla yüzleşmeye ve annemin hakkını almaya karar verdim. Hem üniversite okurken de size yük olmak istemiyorum. Annemin hakkını bana verirlerse bende kendi hayatımı kurup, ayaklarım üzerinde durabilirim artık.”
“Canım kızım bize yük olmak ne kelime! Dilediğin kadar benim evimde kalırsın ama annenin hakkını bu insafsızların eline bırakmama konusunda sana yüzde yüz katılıyorum. Git al ellerinden payını.”
Bunun üzerine Nefes oturup Seher teyzesinden dinledikleri ve kendi yaşadıklarını içeren bir mektup yazdı. İçine de saçından bir parça kesip koydu. Seher hanım daha önce ulaştığı gibi Gülfinaz hanımın annesine ulaşıp adreslerini istedi ve Nefes’in onlara bir mektup göndereceğini bildirdi. Nefes mektubun sonunda saçı DNA testi için kullanmalarını sonucu alınca da ona randevu vermelerini istediğini eklemişti. Selim ağabeyi paketi götürüp adrese postaladı.
“Bir dönüş yapacaklarına inanıyor musun?” diye sordu annesine, Nefes’e çaktırmadan.
“Sanmıyorum ama en azından bu kızın yasal hakkını arayacağını bilsinler. Sonuçta annesi öldü. Annesinin payı babası kim görünürse görünsün bu kızın!” dedi Seher hanım.
Bütün bunlar olurken Nefes’in kazandığı okulun adı belli oldu. Yazdığı ilk tercihe girmeyi başarmıştı. Gülfinaz hanım aralarında olmadığı için buruk bir sevinçle evde kutladılar. Annesinin ölümüne neden olan kutlamadan sonra Nefes dışarıda bir yere gitmeyi istememişti. Sonra Gülfinaz hanımın mezarına gidip hem ona dua ettiler hem de Nefes annesine başarısını anlattı ağlayarak. Nefes’in başarısı mahallede de kısa zamanda duyuldu. Herkes başına onca iş gelmesine rağmen bu başarıyı gösteren kıza hem gıpta etti, hem kıskanana oldu. Yan tarafta annesinin öldüğü ev duruyordu hâlâ. Süha’nın cezası kesinleşince zaten kira olan evin kontratını iptal ettiler. Nefes annesine ait bir kaç özel eşyadan başka evden bir şey almadı. Hayrına dağıttılar içindeki eşyaları.
“O pis adamın elini değdiği hiç bir şeyi istemiyorum!” diyordu Nefes.
Postanın Gülfinaz’ın ailesinin eline geçmesi de çok sürmedi. Kızın yazdıklarını okuyunca önce bir şoka girdiler, sonra inanmak istemediler. Yıllar içinde onların hayatında da bir çok şey yolunda gitmemişti. Dayısının evlendiği kadından ikiz oğulları olmuş, çocuklar on dört yaşlarına geldiklerinde okul servisinin yaptığı bir kaza da hayatlarını kaybetmişlerdi. Oğullarını o yaşta kaybeden kadın aklını oynatmış, “Allah cezamı verdi!” demeye başladıysa da kimse nedenini anlayamamıştı. Evde baş edemeyince götürüp bir rehabilitasyon merkezine yatırmışlardı. Nefes’in mektubunu okuyunca anneannesinin aklına ilk gelen gelinin sözleri olmuştu.
“Doğru olabilir mi?” diye kocasına bakmış, kocası da kendin yazıp, oynama diye azarlamıştı karısını ama aslında onunda içine kurt düşmüştü. Aynı günün akşamına karısı aklını oynattıktan sonra kendi evlerinde oturamayıp onların yanına geri gelen oğullarına danışmışlar, adam da yerinde duramayıp hemen rehabilitasyon merkezine gitmişti.
Geri geldiğinde alı al, moru mor olan adamı gören annesi Nefes’in yazdıklarının doğru olduğunu hemen anlamış ama kocası “Bir delinin söylediklerine mi inanacaksınız!” diyerek yine onları bastırmaya çalışmıştı. Nefes’in doğru söyleyip söylemediğinin geriye kalan tek ispatı, mektubun içinden çıkan saçlardı. Bir de Sabiha’ya sormak tabi.
Tam tahmin ettiğiniz gibi sevgili okuyucu, Sabiha tüm bu yazılanları yalanladı. Onlara çamur atmak isteyen Gülfinaz’ın uydurmaları olduğunu söyledi. Nasılsa kuzeni de akıl hastanesini boyladığına göre, söylediklerinin aksini ispat edecek kimse kalmamıştı. Ona sorarken zarftaki saç tellerinden kimse bahsetmemişti. Sabiha onca oyunla Gülfinaz’ın hayatını mahvettikten sonra istediğine ulaşamamıştı. Mehmet çok sevdiği kızın ona ihanetinden sonra uzunca bir süre yurt dışına gitmiş ve askerliğini ertelemişti. Beş yıl sonra geri geldiğinde ise kuzeninin ailesi Sabiha’yı birisiyle çoktan evlendirmişti. Mehmet geri geldikten sonra askerliğini yapmış, kendini işine vermişti. Mehmet’in annesi ona bir sürü kız göstermesine rağmen artık kimseye güveni kalmadığını söyleyip reddetmiş, evlenmemişti.
Ailesi Gülfinaz’ın ölüm haberini aldıklarında kimseye bir şey söylememişler sadece kendileri gidip gelmişlerdi. Bu yüzden ne Sabiha, ne de Mehmet onun öldüğünü bilmiyorlardı. Aile çocuğun Süha’dan olduğunu düşündüğü için Nefes’in varlığından da yıllarca kimseye bahsetmemiş. Annesi gibi onu da günah tohumu saymışlardı. Ancak kızlarının cenazelerinde uzaktan görmüşler, yine de lütfedip torunlarına bir baş sağlığı bile dilememişlerdi.
Gülfinaz’ın erkek kardeşi Mümtaz “Anne kızın hakkı var, ablamın hakkını ona vermek zorundayız bu söylenilenler doğru olsa da, olmasa da!” dedi akşam hepsi düşünceli düşünceli otururlarken.
“Fahri sen şu Mehmet’i çağır da konuşalım bence!” dedi annesi kocasına.
“Neyi konuşacaksın! Eski defterleri yeniden açmak sinir bozmaktan başka neye yarıyor! İki torunumuzu kaybettik, gelinimiz akıl hastanesinde! Daha dert mi arıyorsunuz siz kendinize!” diye homurdandı Fahri bey
“Ya gelin haklıysa Fahri, ya ettiğimizi çekiyorsak, ya torunlarımız bizim günahımızın bedelini ödediyse!”
“Olur mu öyle şey! Adamı günaha sokuyorsunuz akşam akşam. Allah adına hüküm vermek size mi düştü!” diyerek kalkıp yatmaya gitti Fahri bey.
Sevinç hanım oğluna dönüp, “Git konuş Mehmet’le!” dedi yine de, “Al bu saçı da götür ver! Kendi ne istiyorsa yapsın! Onun vebalini de almayalım üzerimize!” dedi.
“Ablamın suçsuz olduğuna inanıyor musun? Benim iki evladım gitti anne! Bu kadar kör müydük hepimiz!” dedi Mümtaz.
“Gördüğümüze inandık!” dedi Sevinç hanım sayıklar gibi, “Yanıldıysak kızımı da ben öldürdüm o zaman!”
“Kızını inanmayarak zaten kaç yıl önce öldürmüş” diyordu Seher hanım oğluna o sıralarda, “Öyle ana baba mı olur! Evladın bir hata yapmışsa da arkasında durulur. İnsanoğlu çiğ süt emmiş, hatasız kul olmaz diye boşuna mı diyorlar. Gencecik kız bir cahillik etmiş diye elin amelesi ile kaderine terkedilir mi? Üzerine bir de para vererek hem de!”
“Zavallı Gülfinaz teyze, ailesinden gülmemiş ki hayatta gülsün!” dedi Selim iç çekerek.
“Allah şu kızın yüzüne baksa bari, anasının kaderi miras kalmasa garibe!”
“Benim patronun bir tanıdığı yurt işletiyormuş, Nefes’in durumunda bahsettim. ‘Gelsin bir konuşalım, bildiğimiz vakıflardan burs da sağlarız!’ dedi.”
“A oğlum, söylesene sabahtan beri hayırsızlardan konuşturuyorsun beni, asıl önemli haber buymuş ya!”
“Ne bileyim sen bu konuyu açınca kafam karıştı benimde! Nerede Nefes!”
“Arkadaşları ile okuluna bakmaya gittiydi, ben yolladım. Biraz açılsın gezsin gelsin.”
Bir saat sonra Nefes geri geldiğinde yüzü gülüyordu neyse ki, kayıt takvimini öğrenmiş, okulu gezip dolaşmış çok beğenmişti. Selim’den gelen haber duyunca daha da mutlu oldu. Seher hanım en azından kızın ailesi pay için uğraştırırsa, onları beklemeden yeri yurdu belli olur diye sevinmişti daha çok. Çünkü kızcağız onlardan gelecek para ile ayaklarının üzerinde durmaya niyet etmişti. Bunlar gibi insanların yine yalanlar uydurup kızı mirastan mahrum bırakmaları da mümkündü. Tabi bu düşüncesini oğluna ya da Nefes’e söylemiyordu.
(devam edecek)